İsrail’in bombaları ‘Kürdistan’ için
Suriye'de yaşananları değerlendiren Erenel ve Aydın, ABD ve İsrail’in bölgede istikrarsızlık yaratmak istediğine dikkat çekti. Şara’nın ipi çekilirken, SDG’ye yol veriliyor uyarısında bulunan uzmanlar, yaşananların uzun vadeli bir planın parçası olduğunu belirtti
ABD ve İsrail’in Suriye’deki aparatı Suriye Demokratik Güçleri (SDG/PYD/YPG) Şam’daki Ahmed Şara hükûmetinden istediğini alamadı. 9 Temmuz’da Şam’daki Halk Sarayı’nda Ahmed Şara ile ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın görüşmesinden sonuç çıkmayınca, Suriye’de düğmeye basıldı. Şara’nın “Tek Suriye, tek ordu, tek hükûmet” açıklaması üstüne, Suriye’nin güneyinde İsrail/SDG bağlantılı Dürzü milis grup Süveyda Askeri Konseyi sahaya sürülerek, bölgede kanlı çatışmalar meydana geldi. İsrail de Dürzileri koruma bahanesi ile Şam’daki Genelkurmay binasını vurdu, Süveyda’da birçok Suriye Ordusu askerini hedef aldı, Golan bölgesine askeri yığınak yaptı.
Bir yandan Suriye’de yaptırımlar kaldırılırken diğer yandan ABD ve İsrail’in aparatı grupların sahada hareketlendiği görülüyor. Yaşanan gelişmeleri ve bölgesel tehditleri uzmanlarına sorduk. Konuyu Emekli Tuğgeneral Prof. Dr. Fahri Erenel ve Doç. Dr. Abdullah Aydın, Aydınlık’a değerlendirdi.
‘ABD İKİLİ OYNUYOR’
Yaşananları bölgesel bir projenin parçası olarak nitelendiren Erenel, İsrail’in Golan’dan başlayarak bir “Davut Koridoru” oluşturmak istediğine dikkat çekti. ABD’nin bu süreçte Suriye Hükûmeti’ne karşı ikili oynadığına vurgu yapan Erenel, İsrail-İran gerilimi sırasında da SDG’nin tekrar hareketlendirildiğini kaydetti. Erenel, ABD ve İsrail’in uzun vadeli planının “Suriye’yi istikrarsızlaştırmak, merkezi hükümeti zayıflatmak ve SDG’yi ‘tek çözüm’ olarak kamuoyuna sunmak.” olduğunu belirtti.
Erenel, Suriye’deki genel tabloyu şu sözlerle anlattı:
“Bir yandan, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ve hükümetine bir şans veriyormuş gibi bazı yaptırımları kaldırıyor, Suriye’nin bütünlüğü ve bağımsızlığı gibi ifadeleri sık sık dile getiriyor. Ama diğer yandan ne Donald Trump ne Tom Barrack ne de Dışişleri Bakanı Marco Rubio, İsrail’in Golan Tepeleri’nden çekilmesi ya da Şam’ın 25 kilometre yakınına kadar gelmesine karşı tek kelime etmiyorlar.
“10 Mart’ta Şara ve Abdi arasında imzalanan 8 maddelik bir mutabakat vardı. Özellikle İsrail-İran savaşı sonrasında, bu anlaşmanın bir kenara bırakıldığını ve SDG’nin daha aktif hale getirildiğini düşünüyorum. SDG’nin Suriye’de iktidarı tek başına ele geçirme arzusu açıkça ortada.
“Şara, bu süreçte ABD’nin beklentilerine uymayarak Batı nezdinde sıkıştırıldı. Zaten Batı'nın terör şemsiyesi altına aldığı HTŞ ile ilişkilendirilen Şara, iyice itibarsızlaştırıldı. ABD, dünyaya ‘Şara’ya bir şans verdik ama olmadı’ demek istiyor. Alevilerin katledilmesi, Dürzilerle çatışmalar, kilise saldırısında 25’ten fazla kişinin ölmesi gibi gelişmeleri bu algı için kullanıyorlar. SDG ile hâlâ bir mutabakat sağlanamamasına rağmen, kamuoyunda ‘Şara'nın Suriye’nin birliğini koruması mümkün değil.’ söylemi güçlendiriliyor.
‘ŞARA ÜZERİNDE BASKI YARATIYORLAR’
“Bu noktada İsrail’in Dürziler üzerinden özellikle hareket ettiğini düşünüyoruz. Zaten Dürziler kendi içinde ikiye bölünmüş durumda; bir kısmı ateşkesi kabul ederken, diğer kısmı reddediyor. Dün Şam bombalandı, Golan Tepeleri’ne ilave asker sevkiyatı yapıldı. Tüm bunlar Şara üzerindeki baskının giderek arttığını gösteriyor.
“Amaç, Şara hükümetini yönetemez hale getirip, “en uygun çözüm SDG’dir.” denilecek bir zemin hazırlamak. ABD, İsrail ve bazı Batılı ülkeler, Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen gelişmeler bu istikamette ilerliyor. Suriye’nin batısında azınlıklara yönelik sert ve şiddetli müdahaleler yaşanıyor. Hatta dün televizyonda, Dürzi gruplarından birinin liderine ekran önünde yapılan onur kırıcı bir muamele vardı, bıyığının kesilmesi gibi. Bütün bunlar, Suriye rejimini hedef alan bir algı operasyonunun parçası.
“Bu nedenle ‘Suriye'nin doğusunda düzen var, batısında ise düzensizlik’ algısı yaratılıyor. Buradan yola çıkarak doğudaki düzenin tüm ülkeye yayılması gerektiği iddia ediliyor. ABD ve İsrail de bu sürecin arkasında duruyor. Bu yüzden Şara'nın hem ABD hem de özellikle İsrail nezdinde süresinin dolduğunu düşünüyorum.
“Bundan sonrası Şara için çok zor. Ordu dağılmış durumda; kimin merkeze bağlı olduğu bile belli değil. Ordu içinde bile fırsat kollayan gruplar var. Azınlıklar üzerindeki baskılar artıyor. Suriye, zaten yaptırımlar altında, ayağa kalkmak için çabalarken, bir de bu yükü taşımak zorunda kalıyor.”
DEMOKRATİK KONFEDERALİZM İSTİYORLAR
“Barrack’ın söylemleri illüzyondu, ‘SDG’ye size devlet vadetmedik.’ dedi. Evet ama zaten devletler kurulurken doğrudan ‘sana devlet veriyorum’ denmez; yeterli askeri, siyasi ve ekonomik gücü sağlarsan, küresel güçler de ses çıkarmazsa, o zaman fiilen devletleşme süreci başlar. Bugün SDG'nin, yani Kürt yapılanmasının adım adım konfederal bir yönetime doğru ilerlediğini düşünüyorum. Ele geçirdikleri bölgelerin Türkiye kontrolünde kalacağını sanmıyorum. Bu noktada daha önce sözü edilen Şara-SDG mutabakatı vardı. O mutabakat devreye girmedi. Eğer küresel ve bölgesel güçler bu maddeler üzerinde ısrarcı olsaydı, bugünkü krizlerin çoğu yaşanmayabilirdi. Tam tersine, son dönemde Mazlum Abdi’nin açıklamaları dikkat çekici. Dışarıya açık açık ‘biz demokratik konfederalizm istiyoruz. Kendi gücümü Suriye rejiminin altına vermem, özel ve ayrı bir yapıda olmamız gerekiyor.” dedi. Yani kontrol ettikleri bölgelerin SDG yönetiminde kalması gerektiğini açıkça ifade etti. Zaten mutabakatın o dönemde Türkiye’yi biraz rahatlatmak ve Şara’nın ne yapacağını görmek amacıyla ortaya atıldığını düşünüyorum. CENTCOM’un devreye girmesiyle, Türkiye’nin sahada daha sert bir tavır aldığı bir dönemde biraz zaman kazanmak ve süreci yumuşatmak hedeflenmişti.”
‘AMAÇ BÖLGEYİ İSRAİLLEŞTİRME’
“Ben, ABD’nin Suriye, Lübnan ve Irak’ı adım adım “İsrailleştirme” hedefi doğrultusunda şekillendirdiğini düşünüyorum. Amaç, bu bölgelerde bir düzen kurarak, İran’ın bir daha İsrail için tehdit oluşturmamasını sağlamak.
“El-Tanf Üssü’ndeki yapı da bu stratejinin bir parçası. Genelde fazla gündeme gelmese de ABD bu birlikleri hem Suriye içinde hem de dışında operasyonlarda aktif olarak kullanıyor. Bu yapılar, Amerikalıların Sikorsky ve Chinook tipi helikopterleriyle özel olarak eğitildi. Uçakla indirme, hava harekâtı, özel kuvvet tipi taktik operasyonlar için hazırlandılar. Burası, bence ABD’nin Orta Doğu’daki İsrailleştirme sürecinin önemli üslerinden biri. Davut Koridoru bağlamında da bu çok önemli. Şunu net biçimde söyleyebiliriz: ABD’nin maskesi düşmüştür. İran tarafında da son dönemde nükleer programın ‘barışçıl’ hale geleceği yönünde sinyaller verilse de, ben ABD’nin bununla yetinmeyeceğini düşünüyorum. İran-İsrail savaşının yeni bir cephede tekrar başlayabileceğini öngörüyorum. Çünkü eksik olan halkalar var. İran’ın bölgesel gücünün azaltılması, hatta parçalanması hedefleniyor.
“İran tamamen İsrailleştirilemez belki ama zayıflatılarak eski gücünden uzaklaştırılabilir. Bu stratejiye bakıldığında, bölgenin genel olarak ABD eliyle İsrailleştirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. İsrail, Dürziler üzerinden ilerliyor. El-Tanf üzerinden güneyde 40–50 kilometrelik bir güvenli hat oluşturulması ve bu hattın Irak’a kadar uzatılması da planın parçası olabilir.”
TANF ABD’NİN OPERASYONEL ÜSSÜ
Emekli Tuğgeneral Prof. Dr. Fahri Erenel, ABD’nin Suriye’nin güney doğusunda bulunan el-Tanf üssüne de dikkat çekti. Erenel şunları söyledi:
“Şara Azerbaycan’la doğalgaz anlaşmaları yapıyor, Türkiye ile görüşmeler yürütüyor. Aniden Dürzi krizi patlak veriyor. Dürziler ile Bedeviler arasında çatışma çıkması da tesadüf değil. ABD’nin meşhur el-Tanf üssü var. Burada yaklaşık 3 bin Bedevi ile bir yapı kuruldu. ABD bu yapıyı eğitti, donattı ve bu güçler, ABD askerleri ile birlikte operasyonel görevlerde kullanılıyor. Bu nedenle, Dürziler üzerinden gelişen son olayların ABD ve İsrail’in planlı bir yönlendirmesiyle ortaya çıktığını düşünüyorum. Çünkü Suriye açısından Golan Tepeleri ve daha önce işgal edilmiş bölgelerin kalıcı hale getirilmesi için bir kriz gerekirdi ve bu kriz de Dürziler üzerinden çıkarılabilirdi.
“Golan Tepeleri 1967’den beri fiilen İsrail’in işgali altında. Bugün ise Şam’ın dibine kadar gelen bir çizgi çekilmiş durumda. Güney sınırına Suriye’nin ordu yerleştirmesine bile karşı çıkılıyor. Suriye artık kendi sınırını kendisi koruyamaz hale gelmiş durumda. Bu sürecin ABD-İsrail ortaklığıyla yürütüldüğü çok açık.
‘YENİ BİR DÜZEN KURULUYOR’
“Türkiye ise PKK’nın silah bırakma süreciyle başlayan bir politikanın içinde ve bu çerçevede bölgedeki gelişmelere tepki vermede sınırlı kalıyor. Türkiye’nin daha çok kendi sınır hattını korumaya odaklı olduğunu görüyoruz. Belki ileride, M4 karayolu hattına kadar olan bölgenin askersizleştirilmesi gibi başlıklar gündeme gelir ama bunların hepsi yanıltıcı. Geçmişte de benzer vaatler olmuştu; terör örgütü üyelerinin güneye ineceği söylendi ama hiçbiri gerçekleşmedi. Hâlâ Kamışlı’da duruyorlar.
“Bu nedenle ABD’nin verdiği hiçbir sözün geçerliliği olmadığını net şekilde görüyoruz. Orta Doğu’da yeni bir düzen kuruluyor. Bu düzende Türkiye bir aktör ama ana aktör İsrail.
Tom Barrack’ın Lübnan’da Hizbullah’a bile ‘silah bırakın’ çağrısı yapması da bu planın kapsamını gösteriyor.”
İSRAİL’İN PLANI BÜYÜK İSRAİL
Doç. Dr. Abdullah Aydın da emperyalizmin Kürtler ve Dürziler içinden aparatlar kullanarak Suriye’yi bölmeye çalıştığına dikkat çekti. Aydın, Dürzilerin tarih boyunca Suriye’de vatanı koruyan, birliği ve bütünlüğü savunan bir toplum olduğuna işaret ederek, İsrail’in Hikmet el-Hicri gibi isimlerle bazı grupları kullandığını söyledi. Aydın sözlerine şöyle devam etti:
“İsrail bu alanı – özellikle Süveyda ve Cebel-i Dürzi çevresini, kendi güvenliği açısından kritik bir tampon bölge olarak görüyor. Bu bölgeler İsrail’in öncelikli ‘güvenlik çevresi’. İsrail'in burada iki temel çıkarı var: İlki; Büyük İsrail projesi. İkincisi ise ekonomik çıkarlar, özellikle enerji kaynaklarına ulaşım. İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırgan tutumunun da bununla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Çünkü hedef, Lübnan'dan Akdeniz’e uzanan su yollarını kontrol etmek, Davut Koridoru aracılığıyla Dürzi ve Kürt bölgeleri üzerinden Irak’a, oradan da petrol yataklarına ulaşmak. Yani bir yandan Doğu Akdeniz’deki enerji, öbür yandan kara bağlantılı enerji hatları. Bugün İsrail aynı zamanda hidrokarbon ihracatçısı bir aktör olmaya hazırlanıyor. Doğu Akdeniz'deki doğalgaz aramaları ve liman kontrolü bu nedenle çok kritik. Bu da emperyal hedefin enerji ayağını oluşturuyor.
“Bu tabloda, Türkiye açısından en kritik unsur Suriye'nin toprak bütünlüğüdür. Bu bizim için kırmızı çizgidir. Çünkü Suriye’deki her istikrarsızlık, Türkiye’yi İsrail ile daha sert bir karşı karşıya gelişin eşiğine getirebilir. Zira İran-İsrail gerginliğinden sonra bazı İsrailli yorumcuların doğrudan Türkiye’yi ‘yeni tehdit’ olarak tanımladığını da gördük. Yani artık bölgede İran’ın yerine Türkiye’yi hedef alan söylemler açıkça dile getiriliyor.
“Türkiye bugüne kadar bölgedeki istikrarsızlığı belirli ölçüde tolere etti. Ancak özellikle Suriye üzerinden gelişen yeni bir kaos süreci, artık bu toleransın sınırına geldiğimizi gösteriyor. İsrail’in asıl hedefi zaten büyük bir kaos yaratmak. Bu gerçeği görmek lazım.”
Türkiye ile Suriye arasında uzun zamandır kopuk bağların yeniden iyileştiği dönemde olunduğunu belirten Aydın sözlerini şöyle bitirdi:
“Şam’daki Emevi Meydanı modern Suriye toplumunun kalbi, devletin de beynidir. İsrail bunu çok iyi biliyor. Bu nedenle orayı vurmak bir tesadüf değil, bilinçli bir tercihti. Suriye’nin kalbine, beynine saldırdılar. Bu da bölgeyi yeni bir kaosa sürüklemek isteyenlerin nasıl bir plan içinde olduğunu gösteriyor.”

