Yandex
05 Aralık 2025 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Karakas’ın Kalbinde Filistin: Maduro ve Küresel Özgürlük Mücadelesi

Al-Mayadeen’in Mısırlı yazarı El-Sayed Shibl Barakat 'Karakas’ın Kalbinde Filistin: Maduro ve Küresel Özgürlük Mücadelesi' başlıklı yazı kaleme aldı.

Karakas’ın Kalbinde Filistin: Maduro ve Küresel Özgürlük Mücadelesi
A+ A-
EL-SAYED SHİBL BARAKAT

Barakat’ın yazısının tamamı şu şekilde:

Hugo Chávez döneminden itibaren ve sonrasında Nicolas Maduro ile devam eden süreçte, Venezuela Amerikan projesine ve dünya üzerindeki hegemonyasına karşı somut bir meydan okuma örneği olmuştur. Karakas, Washington’a doğrudan karşı durarak bağımsızlık çizgisini ilan etmiştir.

Yeni binyılın başından beri Venezuela’nın adı, Amerikan ve İsrail hegemonyasına karşı küresel direniş kampıyla sıkı şekilde ilişkilendirilmiştir. Bu durum, Venezuela’yı Filistin davasını açık ve resmi olarak destekleyen Latin Amerika ülkelerinden biri hâline getirmiştir. Hugo Chávez’in Şubat 1999’da başkanlığa gelmesinden itibaren, bugün Nicolás Maduro’nun liderliğinde bu destek devam etmektedir. Maduro, işçi kökenli bir mücadeleci olarak, 2024 yazında yapılan seçimlerde Venezuelalıların güvenini üçüncü kez kazanmış ve kayıtlı seçmenlerin yüzde 59’undan fazlası seçimlere katılmıştır.

Maduro, 2013’ten beri Venezuela’yı yönetmektedir ve ülkesinin “dünyadaki en şeffaf seçim sistemine sahip olduğunu, Venezuelalıların barışı seçip kaos ve şiddeti reddettiğini” ifade etmektedir. Bu doğru bir tespittir; çünkü Maduro, halkın geniş kesimlerinin katıldığı ve bağımsız bir anayasal organ olan Ulusal Seçim Konseyi (CNE) gözetiminde yapılan seçimlerle seçilmiştir. Seçimler elektronik makineler aracılığıyla gerçekleştirildiği için manipülasyona kapalıdır. Her oy kullanma süreci, partilerin temsilcileri ve uluslararası gözlemcilerin katılımıyla teknik olarak denetlenir. Bu gözlemciler, Washington veya Avrupa Birliği’nden fon alan ve Batı istihbaratı tarafından etkilenebilecek türden değildir.

Öte yandan ABD, seçimleri yalnızca kazanan kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarına hizmet etmeyi taahhüt ederse “adil” olarak kabul eder. Bu nedenle Venezuela’da her başkanlık veya parlamento seçimi, Chavez çizgisinin kazanmasıyla sonuçlandığında Washington’da çığlıklar yükselir ve Batı medyasında Venezuelayı provoke eden, “seçmen iradesini manipüle etmekle” suçlayan kampanyalar başlar. Amerikan mesajı açıktır: “Ya bize uygun biri iktidara gelir ya da sizi diktatörlük ve hileyle suçlarız.” Bu, dünya hükümetleri üzerinde hegemonya kurmayı, onları terörize etmeyi ve boyun eğdirmeyi amaçlayan tekrar eden bir Amerikan politikasıdır.

VENEZUELA’NIN ARAP DÜNYASI İÇİN ÖNEMİ

Hugo Chávez ve Nicolás Maduro döneminde Venezuela, Amerikan hegemonyasına karşı somut bir örnek teşkil etmektedir. Karakas, Washington’a doğrudan karşı durarak siyasi ve ekonomik bağımsızlık çizgisini ilan etmiş ve tek kutuplu dünyaya boyun eğmeyi reddetmiştir. Bu deneyim, Güney ve Üçüncü Dünya ülkelerine Amerikan hegemonyasından özgürleşme ve Rusya, Çin, İran gibi güçlerle alternatif ortaklıklar kurma umudu vermektedir.

Buradaki önem yalnızca teorik değil, pratik açıdan da geçerlidir. Karakas bugün, Amerikan etkisinden çıkmayı tercih eden herhangi bir Arap veya İslam ülkesinin karşılaştığıyla aynı tür baskılara maruz kalmaktadır: sıkı ekonomik ambargolar, diplomatik izolasyon girişimleri ve içten rejim değişikliği tehditleri.

Amerikan müdahaleci tavrı, Venezuela örneğinde öyle bir boyuta ulaşmıştır ki Donald Trump, Maduro’yu yakalamaya yönelik bilgi verenlere 50 milyon dolarlık yeni bir ödül vaat etmiştir; bu, uluslararası ilişkilerden çok mafya uygulamalarını hatırlatan bir durumdur. Son günlerde Washington, Karayipler’de Venezuela kıyılarına savaş gemileri, destroyerler ve nükleer denizaltılar göndermiştir; gerekçe olarak “uyuşturucu ticaretiyle mücadele” öne sürülmüştür.

Ekonomik alanda Biden döneminde verilen petrol ihracat lisansları iptal edilmiş, Chevron gibi büyük şirketlerin operasyonları engellenmiş ve Venezuela petrolünü alan ülkelere yüzde 25 gümrük vergisi uygulanmıştır. Politik alanda ise ABD, Venezuelalıların iradesini hiçe sayarak kaybeden başkan adayı Edmundo González Oreita’yı ülkenin “meşru başkanı” olarak tanımıştır.

Amerikan zorlayıcı politikaları, Filistinlilerin işgal altında yaşadıklarının genişletilmiş bir versiyonudur. İsrail hükümeti, Filistin halkına sıkı bir ablukayla baskı, açlık ve en yüksek düzeyde askeri zulüm uygulayarak direniş iradesini kırmayı amaçlamaktadır. Ancak Filistinliler nasıl direniyorsa, Simón Bolívar’ın çocukları da aynı şekilde kararlı kalacaktır.

Amerikan kibirli yaklaşımı Venezuelalıları şaşırtmamaktadır; Trump döneminde de benzer önlemler uygulanmış, geniş petrol yaptırımları uygulanmış ve Venezuela’nın ABD’deki başlıca varlıkları, özellikle CITGO (Venezuela’nın ABD’deki petrol kolu) dondurulmuştur. Washington, Maduro’yu “diktatör” olarak tanıtan medya platformlarını desteklemiş ve muhalefeti, özellikle de ABD destekli Juan Guaidó’yu öne çıkarmıştır. 2019’da Guaidó, “geçici başkan” olarak gösterilmiş, 2018 başkanlık seçimlerinin sonuçları Washington tarafından kabul edilmemiştir.

Tüm bunların ardından Guaidó sahneden kaybolmuş, ABD’de sessiz bir yaşam sürmektedir. Venezuelalı muhalefet, Guaidó’nun kurduğu paralel hükümeti feshederek onu geçici başkanlık görevinden almış, bugün Maduro halk tarafından desteklenmeye devam etmekte ve Bolivarcı devrimi savunmaktadır.

Trump, ABD başkanlığına yeniden dönerek, Suriye’de Beşar Esad hükûmetinin düşüşüne benzer bir senaryoyu Venezuela için de uygulamak istemektedir. Ancak Çin atasözüne göre, “Bir taşla tökezleyen, yolu dikkatle öğrenir.” Küresel direniş ekseni dersini iyi almıştır; Trump veya ABD’nin gelecek başkanları Venezuela’da hedeflerine ulaşamayacaktır.

VENEZUELA VE FİLİSTİN

Filistin meselesini, Amerikan hegemonyasına karşı küresel mücadeleden bağımsız bir konu olarak görmek hatadır. Amerikan projesine karşı duran herkes, fiilen Filistin’in yanında durmaktadır. Dünyada Washington’a boyun eğmeyen başkentler – Pyongyang’dan Karakas’a kadar – tarih boyunca Filistin halkının haklarını desteklemiş, İsrail’i Amerikan nüfuzunun ileri karakolu olarak görmüş ve 2003 Irak işgalini reddetmiş, Arap Baharı sırasında Libya ve Suriye’ye yönelik emperyalist saldırıları kınamıştır. Bu başkentlerle dayanışma, Filistin ve genel Arap çıkarları için savunmadır; çünkü Arapların ve Filistin’in mücadelesi özü itibariyle birdir.

Venezuela’nın Filistin meselesine desteği, Chávez döneminde belirginleşmiştir. Chávez öncesinde Karakas-Tel Aviv ilişkileri normal ve nispeten sıcaktı; Venezuela 1947’de Filistin’in paylaşım kararına oy vermiş, İsrail ile diplomatik ve ticari ilişkiler kurmuş, aktif bir Yahudi topluluğu ile bağlarını güçlendirmiştir. Ancak Chávez ile politika 180 derece değişmiş, Fidel Castro ve ulusal kurtuluş liderlerinden etkilenmiş, Cemal Abdülnasır’a kadar emperyalizme karşı bir söylem benimsemiş, İran Devrimi ve Esad’ın Suriye’siyle yakın ilişkiler kurmuş ve İsrail’i Washington’un uzantısı olarak görmüştür.

2006 Lübnan Savaşı sırasında Chávez’in İsrail’i kınaması, Venezüella büyükelçisinin Tel Aviv’den çekilmesi ve 2009 Gazze Savaşı sonrasında diplomatik ilişkilerin tamamen kesilmesi ve İsrail büyükelçisinin sınır dışı edilmesi bu çizginin devamıdır. Maduro da Chávez’in izlediği yolu sürdürmüş, İsrail ile diplomatik ilişkileri yeniden başlatmamış ve Venezuela uluslararası platformlarda Filistin’in ve direnişin en güçlü destekçilerinden biri olmuştur. İsrail, Venezüella medyasında “sömürgeci bir yapı” ve “Siyonist bir araç” olarak tanımlanmıştır.

Geçen haziran ayında İran-İsrail savaşı sırasında Maduro, Tahran’a tam destek vermiş, Netanyahu’yu “21. yüzyılın Hitler’i” olarak nitelendirmiş ve İran’ın yanıtını medya platformlarında savunmuştur.

Öte yandan, Washington destekli Venezüella muhalefeti tümüyle İsrail’i desteklemektedir. Juan Guaidó, 2019 Şubat’ında İsrail ile ilişkileri yeniden kurmayı ve belki Kudüs’ü başkent olarak tanımayı planladığını açıklamıştır. Bugün aktif muhalefet lideri Maria Corina Machado, Beyaz Saray’dan açık siyasi destek almakta ve dış politikada İsrail ile normal ilişkileri yeniden kurmayı hedeflemektedir. Maduro’yu İran/Filistin eksenine yakın durmakla eleştirmektedir.

İsrail de Maduro’ya karşı düşmanca tavır sergilemektedir. Netanyahu, 2019’da Guaidó’yu Venezüella’nın “geçici başkanı” olarak tanımış ve Maduro’nun devrilmesini kışkırtmıştır. 2025’te ise aynı sahne, Gazze Savaşı ile eş zamanlı olarak tekrar etmektedir; İsrail hükümeti, muhalefet liderleri Edmundo González ve Maria Corina’ya destek vermekte ve Hebraic medya, Amerikan iddialarını tekrarlayarak Venezüella seçimlerinin “adil olmadığını” öne sürmektedir. González İsrail’e davet edilmekte, Maduro ise “İran rejiminin müttefiki” olarak tanımlanmaktadır.

İsrail’in bu açık tavırları ve sert dili, Arap vatandaşına hangi kampın doğru olduğunu göstermeye yetecek niteliktedir.

Filistin Nicolas Maduro Venezuela Amerika