Yandex
05 Aralık 2025 Cuma
İstanbul 16°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kırılmadan yaşamak mümkün mü?

‘Zarafet’ yara aldığında ne olur? Sadakatin gölgesinde gerçekten bir ihanet mi gizlidir? Murat Batmankaya, son kitabı ‘Yaralı Zarafet’ ile kırılganlığın etik haritasını çıkarıyor.

Kırılmadan yaşamak mümkün mü?
ROZERİN DOĞAN

İstanbul’da ılık bir öğleden sonrası. Kadıköy’ün kalabalığı hafifçe çekilmiş. Bir masa, iki bardak demli çay, kapı girişinde tıkırtısı eksik olmayan bir zil… Güneşin denize gömülüşünü izliyoruz bir çay bahçesinden…

Murat Batmankaya, masanın kenarına eğilip, “Şu aralıktan giren ışık, bazen sayfadan çok şeyi anlatır,” diyor.

Çayın buharı yüzümüze vururken, duvarda duran siyah-beyaz fotoğrafa gözüm takılıyor: Bir çocuk, elinden kaçan balonun peşinden üzülmek şöyle dursun, gidişine gülümsüyor. “Yaralı zarafet,” diyor Batmankaya, “Belki de tam olarak bu.” Kalemi çeviriyor, sustuğunda gürültünün nereden geldiği daha iyi duyuluyor: Şehir ve insan; ikisi de incinebilir halde. Madem söz kitaba geldi; biz de soruyoruz…

EKSİKTEN DOĞAN SORUMLULUK

- “Yaralı zarafet” ne demek?

Eksikle barışarak inceliği koruma gayreti. Kırıkla birlikte bakışın incelmesi. Bir duvar gibi sertleşmeden, cam gibi dağılmadan durabilme terbiyesi. Bazı sevinçler tam olmadığı için daha sahicidir; zarafet de öyle: yarasıyla anlam kazanan bir ölçü.

- Alt başlığı (Kırılganlık Üzerine Bakıma Muhtaç Düşünceler) neden seçtiniz?

Çünkü kırılganlık, üzerinde konuşuldukça güçlenen, ama her zaman korunmaya muhtaç bir alan. “Bakıma muhtaç” ifadesi, iddia yerine gözetmeyi; hüküm yerine dikkat etmeyi tercih ettiğimi söylüyor. Bu metinler reçete değil; bakım çağrısı.

- Dünyada benzeri var mı; varsa nerede ayrışıyor?

Aforizma geleneği geniş: Kraus’tan Cioran’a, Canetti’den Barthes’a… Benim yaptığım üç katmanlı bir okuma ritmi: Aforizma + eşlik yazısı + “perde” denen kültürel/psikolojik bağlam. Yani kıvılcımı hem düşünceye hem bağlama bağlayıp okuru tek bir cümlede bırakmamak. Bu mimaride kırılganlık etik sorumluluğun kapısı olarak kurulur.

‘ZARAFETİN ÖZÜNDE ÖLÇÜ VE MESAFE VAR’

- Kitapta sık geçen “gri” vurgusu neyin itirazı?

İtirazım ya hep ya hiç dünyasına. Gri, kararsızlık değil; ihtiyatlı vicdan. Hız çağının tez-antitez zorlamasına karşı, düşüncenin yavaş devinimi. Griye tahammül, etik olgunluk ölçüsü çünkü.

- Modern görünürlük rejimi ile kırılma arasında nasıl bir bağ var?

“Miş gibi” yapmak, böylesi bir güzergâhta yaşamak kırılganlığı büyütüyor: Kalıcı bağlar yerine geçici temas, şeffaflık dayatması yerine göstermelik parıltı hüküm sürüyor… Parlaklık çoğu kez yalnızlığın maskesidir. Kitap bu maskeyi, alay etmeden, ama esir de düşmeden aralıyor.

- “Yaralı zarafet” pratikte nasıl bir davranış üretir?

Sertleşmeden sınır koyma. Reddedişi bir hatırlatmaya dönüştürme. “Saadet”i teklif eden iktidara “hayır” diyebilecek inceliği edinme. Dediğim gibi: Zarafetin özünde ölçü ve mesafe var.

‘AŞK BİR BARINMA BİÇİMİ’

- Başarıya bakışınız neden ikircikli?

Çünkü başarı çoğu kez akıl ile vicdanın melez uzlaşması. Dışarıdan pürüzsüz görünen şey, içeride utanç ve tereddüt çekmeceleri saklar. Bu gerilimi saklamak yerine görünür kılmak istedim.

- Aşk ve yalnızlık kitabın kırılganlık atlasında niye bu kadar belirgin?

Çünkü en çok bağ kurmak istediğimiz yerler, en çok kırıldığımız yerler. Aşk bir barınma biçimi; yıkıldığında insan “yerinden edilmişlik” yaşar. Yalnızlık artık sessizlikle değil, neşeyle örtülüyor; onu da konuşmak gerekiyor.

- “Perde” metinlerinde niçin sinema ve felsefe, hatta psikoloji yan yana?

Çünkü kırılganlık tekil bir duygu değil; kültürün ritmi. Haneke’den Farhadi’ye, Arendt’ten Ricoeur’e referanslar düşünceyi bir bağlama oturtuyor. Okur, kendi kırığını yalnız kişisel zeminde değil, kültürel topografide de görebilsin istedim.

“Sadakat, ertelenmiş bir ihanettir” diyorsunuz. Çok iddialı değil mi? Sözün arkasını biraz açsanız…

Cümlenin amacı, sadakati küçümsemek değil, onun gölgesinde duran gerilimi açığa çıkarmak. Sadakat çoğu kez mutlak bağlılık olarak düşünülür, ama mutlaklık insana dar gelir. İçimizdeki özgürleşme arzusu, sadakatin hududunu zorlar. Birine, bir fikre ya da bir kuruma sadık kalırken bile, aslında başka bir ihtimalin kapısını aralık tutarız. İşte o ihtimal, er ya da geç ihanetle akraba bir hamleye dönüşebilir. Sadakat, bu yüzden hem bağlılık hem de ertelenmiş kopuşun sessiz hazırlığıdır. Cümlenin “iddiası” tam da burada: Bağlılığın içindeki çatlağı, kırılganlığı fark ettirmek. Sadakati kutsallaştırmak yerine, onun incinebilir doğasını göstermek.

Kırılmadan yaşamak mümkün mü? - Resim : 1

‘İNSAN BİLEBİLDİĞİ KADAR İNCİNEBİLİR’

“İnsan ancak bilebildiği kadar incinebilir. Mahcup olur. Utanır. Gözünü kaçırır. İşte orada başlar hakiki temas; kendisiyle ve diğeriyle…” diyorsunuz. Oysa çağımız “bilme”nin kolayca mümkün olduğu ve artık kimsenin neredeyse hiçbir şeyden mahcubiyet duymadığı bir çağ…

Aslında “bilme”nin kolaylaşması, “anlama”nın kolaylaşması anlamına gelmiyor. Bugün elimizin altında milyonlarca veri, sınırsız erişim var; ama o verilerin ağırlığını taşıyacak vicdani bir derinlik yoksa, bilgi yüzeyde kalıyor. Mahcubiyet ise tam da o derinliğin emaresidir. Bir insanın gözünü kaçırması, bir şeyin utancını hissetmesi, o bilginin sorumluluğuna dokunduğu anlamına gelir. Çağımızın en büyük yoksunluğu da burada: Utançsız bilgi. Yani sonuçlarını düşünmeden paylaşılan, tüketilen, hızla bir başkasının üzerine boca edilen bilgi.

Benim vurgulamak istediğim, bilmenin incitici olabileceği… Çünkü gerçek bilme, bir mesafe yaratmaz; tersine, bizi incinmeye açık hâle getirir. Utanmayı, mahcubiyeti geri çağırmak, insanı yüzeysellikten kurtarmanın bir yolu. Başkasının gözünde kendi kırılganlığını görmek… belki de bugünün dünyasında en hakiki temas biçimi bu.

‘YARA ROMANTİZMİ YAPMAK İŞİN EN KOLAYI’

- Yazarken kendinize koyduğunuz en net ilke neydi?

Süslü acıdan kaçınmak. Yara romantizmi yapmak işin kolayı. İltifat görme olasılı ise çok yüksek. Ne ki ben ölçüyü, mesafeyi seçtim ve sorumlu davranmak istedim. Bir cümle parıldıyorsa, altındaki düşünceyi taşımak zorunda. Taşımıyorsa, o cümle (fikir) değil, olsa olsa bir süstür.

- Okurun bu kitaptan alacağı en somut fayda ne olabilir?

Bir “ritim” değişimi. Hızdan ritme geçmek: Çarpma–düşünme–temas. Kendi kırıklarına hemen hüküm vermek yerine, onlarla konuşmayı denemek. Bazen onarmamak da inceliktir.

- Son olarak: Kitabınız kimlere sesleniyor; kaç baskı yapması “başarı” sayılır?

Satış kaygısıyla yazılmış bir kitap değil Yaralı Zarafet. Hedeflenmiş bir “ideal okur” da yok. İlle de bir şey demem gerekirse: Yazar ile okurun bir paydada buluştuğu, kırığın bir dil olduğu an—o an başarıdır. Baskı sayısı değil, buluşma anı kıymetli.

Kitap