Mühendislikten perdeye! Aziz Murat Aslan ile Karagöz’ün derinlikleri
Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcısı Aziz Murat Aslan, Karagöz’ün ilahi nakşını ve ‘görünürle görünmeyen arasındaki ince perdeyi’ göstermeye çalışıyor
Yıldız Teknik Üniversitesinde Mühendislik eğitimi alıp Almanya’nın Karlsruhe ve Bonn şehirlerinde doktora çalışmaları yürüten ve 2020 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığının Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcısı vasfını edinen Aziz Murat Aslan, Karagöz sanatına adadığı birikimini ilk kişisel sergisiyle taçlandırıyor.
Sanatçının, 19 Eylül 2025 tarihinde Guga Contemporary’de açılan “Nakş-ı Sun” isimli sergisi, Karagöz oyunlarının perde gazelinde geçen ve Tanrı’nın yaratıcı kudretiyle varlığa işlediği ilahi nakşı temsil eden kavramı merkeze alıyor.
Arslan; İstanbul, Hong Kong, New York, Semerkant gibi şehirlerde çok sayıda karma sergiye katıldı. Arslan, geleneksel figürümüz Karagöz’ü deri, bakır levha üzerine rölyef yorumlar ve tuval gibi farklı yüzeylerde işliyor. Böylece Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ifadesiyle “insanlık kesilmiş bir nakıştır” olma durumunu, görünürle görünmeyen arasındaki ince perdeyi sorgulayan felsefi bir dille sanatseverlere sunuyor.
Aslan’la Karagöz’ün derinliklerini konuştuk.
Aziz Murat Aslan kendinizi tanıtır mısınız?
1980 yılında Tekirdağ’da dünyaya geldim. Lisans ve Yüksek Lisans öğrenimimi Yıldız Teknik Üniversitesinde 2002 ve 2005 yıllarında mühendislik alanında tamamladım. Uzun yıllar İstanbul Kültür Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalıştım. 2008 senesinde Almanya’nın Karlsruhe ve Bonn şehirlerinde doktora çalışmamı sürdürürken, EnBW firmasında proje mühendisi olarak görev aldım.
Bu süreçte Almanya’daki müzelerde yer alan “Karagöz” koleksiyonlarını araştırdım ve pek çok Avrupa müzesinin Karagöz koleksiyonlarının tasnifine destekler verdim.
Türkiye’ye döndükten sonra Hayali Safderi Metin Özlen ile tanıştım ve kendisinden Karagöz sanatı alanında nazari bilgiler aldım. 2020 senesinde T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığının Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcısı vasfını aldım. Atina, Cluj, Palermo, Rotterdam, Tunis, Tiran gibi Avrupa, Kuzey Afrika ve Balkan şehirlerinde gittiğim ekiple beraber Karagöz sanatı ile ülkeyi uluslararası alanda temsil ettim.
AKADEMİK ÇALIŞMALAR VE KARAGÖZ KÜLLİYATI
2022 senesinde KOSGEB ve Bakanlıklar aracılığıyla Yaşayan Kültür Mirası Desteği ile bir yıl süre zarfında dört genç Karagöz sanatçısı yetiştirdim. Yapı Kredi “Karagözüm İki Gözüm” sergisine ve kataloğuna makale, çeviri, eserleri ve koleksiyonundan eserler ile katkıda bulundum. İBB Kültür A.Ş.’nin “Geleneksel Türk Gölge Tiyatrosu-Karagöz” adlı eserinin hayata geçirilmesinde çok sayıda makale, metin yazarlığı, çeviri ve koordinasyon vazifesi üstlendim.
2024 senesinde Özbekistan Semerkant’ta bir devlet üniversitesinde rektör danışmanı olarak çalıştığım süre zarfında 1. Uluslararası Semerkant Sanat ve Medeni Miras Festivali’nin sanat yönetmenliğini yaptım.
Kabalcı Yayınevi’nden çıkan “Hayal – Min Evvelinden Min Sonrasına Karagöz” adlı ansiklopedik eserin yazarıyım. Ayrıca, elimdeki kapsamlı koleksiyonu bir Karagöz Külliyatı haline getirmek için çalışıyorum. Bu külliyatın ilk üç kitabı (Gölgeden Surete..., Karagöz Komedileri... ve Yüzyıl Karagöz Gösterilerinde Ekoller...) Ağustos ve Eylül 2025 döneminde yayınlandı. Bu eserlerde resimlemelerde babam Memiş Aslan dahil olmak üzere, çok değerli isimlerin (Derya Adıgüzel, Nil Demir, Cenk Bulut) desteğini aldım.

‘GURBETTE KARAGÖZ BANA SICAK BİR EL UZATTI’
Karagöz sanatı ile tanışmanızın ve bunu hayatınızın merkezine almanızın serüvenini bizimle paylaşır mısınız?
Almanya’da mühendislik alanında doktora çalışmalarımı sürdürdüğüm esnada sosyal çevrem kısıtlı idi ve ailemden uzaktım. Çocukluğum, ressam olan babam Memiş Aslan’ın kişisel atölyesinde tuval, kâğıt, vitray ve bakır rölyef çalışmalarıyla iç içe geçti. Almanya’daki kısıtlı sosyal hayatım esnasında kurtuluşu ve huzuru yine sanatta aradım. Almanya’nın çeşitli şehirlerindeki müzeleri ziyaret ederken “Karagöz” tasvir koleksiyonlarına rastladım. Gurbette Karagöz bana sıcak bir el uzattı. Bu ilişki, bir nevi aslına rücu etme duygusuyla her geçen gün kuvvetlenerek büyüdü. Sahaflardan Almanca, İngilizce, Fransızca ve Osmanlıca tarihi kaynaklar toplamaya ve bilgilerin derinliklerine dalmaya başladım.
KARAGÖZ’Ü FARKLI YÜZEYLERE İŞLEDİ
2009 senesinde İstanbul’a döndüğümde, o dönem Karagöz sanatı alanında Yaşayan İnsan Hazinesi seçilen Hayali Safderi Metin Özlen ile tanıştım. Vefatına kadar süren iletişimle kendisinden Karagöz sanatına dair çokça nazari bilgi aldım ve anılarını dinledim.
Daha sonra Uluslararası İstanbul Kukla Festivali’nde görev almaya başladım. Bu görevim kesintili aralıklarla 2017 ve 2022 seneleri arasında devam etti. Bu sayede Atina, Rotterdam, Tunis, Cluj, Tiran, Palermo gibi şehirlerdeki gösterilere eşlik ettim ve ülkemi Karagöz sanatı ile temsil etme fırsatı yakaladım.
2021 senesinden bu yana babamın atölyesinde ve Heybeliada’daki kendi atölyemde Karagöz sanatını tuval, kâğıt, cam, bakır ve deri gibi farklı yüzeylerde işlemeye başladım.
Yurtiçi ve yurtdışında çeşitli karma sergilere katıldım. Kültür ve Turizm Bakanlığının destekleri ile 2025 senesine kadar gelen son dört sezonda Kanlı Kavak, Canbazlar, Balık
Oyunu ve özgün tasarımım olan Yedi Ölümcül Günah oyununu çeşitli mekanlarda izleyici ile buluşturduk.

‘PERDE İNSANLA HAKİKAT ARASINDAKİ MESAFEDİR’
Pekâlâ ilk kişisel serginiz olan Nakş-ı Sun ismini vermenizin özel bir nedeni var mıydı? İzleyici neler görecek, tecrübe edecek bu sergide?
İlk kişisel sergim olan “Nakş-ı Sun” projesini 19 Eylül 2025 tarihinde Guga Contemporary’de açtık. Serginin ismi, Karagöz oyunlarının başlangıcında Hacivat’ın okuduğu ünlü perde gazelinden geliyor. Bu gazel “Nakş-ı sunun remz eder hüsnünde ru’yet perdesi...” diye başlar. Buradaki “Nakş-ı Sun” ifadesi, Tanrı’nın yaratıcı kudretiyle varlığa işlediği ilahi nakşı, yani kâinatın üzerine işlenmiş ilahi sanatı ifade ediyor.
Bu sergi, tam da estetik bir paradoksun peşinde: Görünürle görünmeyen arasındaki ince perdeyi sorguluyor. Tasavvuf geleneğinden gelen derin bir kavramı çağdaş estetikle buluşturuyor. “Perde”, insanla hakikat arasındaki mesafedir. Her güzellik, her suret bir tecellidir; ama aynı zamanda hakikati örten ince bir örtüdür. Merhum Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Karagöz nakışlığından zerre feda etmeden insan kesilmiş bir suret...” şeklindeki ifadesi de sanatın geleneksel tasavvufi felsefesi ile örtüşüyordu. Sanatçı burada bir “yaratıcı” değil, bir müşahede eden, bir şerh eden figürdür.
Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz. Son olarak okurlarımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Özümüzden ve kimliğimizden uzaklaşmadan yürüyeceğimiz bir hayat yolu, tecrübe ile kemale erilecek bir ufku vaat edecektir. Kısacık ömürlerimize, Mustafa Kemal’in gösterdiği şekilde gelecek nesillere ve gençlere taşıdığımız mirası sığdıralım. Sanatla nefes alalım ki fikri hür, vicdanı hür nesillerin bir halkası olabilelim. Adaletten, doğruluktan ve inançla çalışma bilincinden sapmadan, sabırla hedeflerimize ilerlemekten geri durmayalım.