Nâzım’ın Kedisi birleşen Türkiye’ye ruh veriyor
Ulusal Kanal’da Sanat Hayatı programına konuk olan usta sanatçı Okday Korunan, Nâzım’ın Kedisi oyununu ve sanata bakışını anlattı.
Son dönemde kendi yazıp yönettiği “Nâzım’ın Kedisi” oyununu sahneleyen Usta tiyatrocu Okday Korunan, hem Nâzım Hikmet’i hem de 40 senelik sanat yolculuğunu Ulusal Kanal’da yayınlanan Sanat Hayatı programında anlattı.
‘NÂZIM’IN KEDİSİ SÖZÜ OLAN BİR OYUN’
Nazım’ın 2025 yılında yeniden canlanışı. Kedisiyle Nâzım Hikmet’i anlıyoruz. Okday Korunan’ın yapabileceği bir şey. Ne dersiniz?
Nâzım bu coğrafyanın en kıymetli değerlerinden biri. ‘Nâzım’ın Kedisi’ oyununu yazarken ana eksendeki cümle şuydu: Memleket Nâzım Hikmet, Nâzım Hikmet memleket.”
Çünkü bu memleketin çocuğu olup, bu memlekete sevdalanıp sonra da bu memleket için bu memleketin en kıymetli değeri olan kurtuluş mücadelesine belki de emperyalizme karşı verilmiş olan o büyük sivil isyana ve onun kıymetli değeri Mustafa Kemal Atatürk'ün idealini gerçekleştirdiği, kurduğu devletin nasıl kurulduğunu bir şekilde tarihi olayları ve insanlarıyla anlatma gücüne, diline erişmiş olan bir şair Nâzım Hikmet.
Kalem oynatan biri olarak pek çok kez anlatılmış olan Nâzım'ı bir kez de şimdiye kadar anlatıldığı gibi Nazım'ın şiirleriyle ve Nâzım'ın gözünden değil Bursa Tevkifhanesi’nde 1940 koğuş kedisi Mestan'ın gözünden anlatmak istedim.
Tiyatro severleri biz gerçekten Nâzım'ın kedisini izlemeye davet ediyoruz. Çünkü sözü olan bir oyun ve bugünlere dair çok şey söylüyor.

‘BİZİ BİZDEN AYIRAN BİR ŞEY YOK’
Bugün terörsüz Türkiye için birleşen, Türkiye'yi bambaşka bir yere taşıyacak olan mücadeleye de Nazım'ın kedisi, Nazım'ın karakterinde ruh veriyor. Bu coğrafyada emperyalizme karşı kazanılan zaferi Nâzım Hikmet hep istedi.
Barış çok kıymetli bir şey. Barışı istememek ya da Barışın karşısında olmak akıl dışı. Elbette herkes barışta buluşmak istiyor. Barış şiddeti reddeder. Barış sevgiyi, aşkı davet eder. Aş, eş, iş, buluşma, belki de huzur, bereket demektir. Savaş kavramının hala varoluşunu sorgulamak lazım. Yani barışın olmadığı bir coğrafyada olmayı sorgulamak lazım. Bunun nedenselliğine giden dersek, aslında geldiğimiz noktanın çözümünü de belki görebiliriz.
Çünkü bizi bizden ayıran nedir? Bizimle bizim aramıza sınır çeken ya da duvar ören nedir? Bunun kaynaklarına gitmek lazım. Biz emperyalizme karşı omuz omuza mücadele vererek bir devlet kurduk.
Mondros'ta, Limni'de imzalanan bir anlaşmayla babasının ülkesini bir ortaçağ devletini teslim edip “Ben gidiyorum.” diyen bir zihniyetin karşısında modern Türkiye Cumhuriyeti'ni bu ülkenin evlatları, yani bizim atalarımız, dedelerimiz ağır bedellerle inşa etti ve kurdu.
Bu ağır bedellerle kurulmuş ülkenin içinde neyin savaşı, neyin kavgası veriliyor? Önce bunların tespit edilmesi lazım. Arpa, buğday mı? Hamsi, çupra mı? Biz hepsiyiz. Nâzım'ın Kedisi’nde Sarman, Siyam ya da Van ne fark eder diyoruz.
ÇAĞDAŞ TİYATROYLA GELENEKSEL TİYATRO BULUŞTU
Nâzım’ın Kedisi oyununa dönecek olursak. Bir meddah hikâyesi mi oyun?
Tabii bir kedinin gözünden oyunu yazıp sonra onu sahneye taşımak Aynı zamanda oynamak çeşitli riskleri de içinde barındırıyordu.
Tabii bir kedinin gözünden oyunu yazıp sonra onu sahneye taşımak. Aynı zamanda oynamak çeşitli riskleri de içinde barındırıyordu. Kedinin yanında bir de Nâzım var. Nâzım'ın yanında bir de anlatıcı var aslında ve anlatıcı olan kedi var Mestan. Bu çağdaş bir meddah hikayesi. Biz aslında Bursa Tevkifhanesi’ni bir meddah üstünden anlatıyoruz.
Çağdaş tiyatroyla geleneksel tiyatro buluştu diyebilir miyiz?
Batı tiyatrosunun kalıpları ve kurallarıyla Türk tiyatrosunun aslında kalıp ve kurallarını sentezleyerek aldığımız eğitimi bu coğrafyanın tiyatrosuyla tiyatro geçmişiyle buluşturup el ele tutuşturarak anlatmaya çalıştık. Bu bir sentez. Bu bir düşünce belki de bir tez kendi içinde. Çünkü geleneksel tiyatro genellikle geleneksel kalıplar içinde deneniyor.
Geleneksel kalıpların içindeki oyun metinleri üzerinden icra edilip seyircisiyle buluşmayı tercih noktasında seçilmiş vaziyette ilerliyor. Biz aldığımız eğitimle yoğurmaya çalıştık.
Korunan Sahne’yi kurdunuz, bir yola çıktınız. Sizi yola çıkaran düşünce ne oldu?
Ben Türkiye'de her konuda adaletin tesis edilmesi, korunup kollanması, vicdanların rahat ve huzurlu olması noktasında aslında korunan sahneyi hayata geçirmeyi hedefledim. Korunan sahne hepimizin. Tiyatro yapmak isteyen ve tiyatroya gerçekten gönül veren ben varım. İşim bu, ürettim ve bu üretimi sahneye taşımak istiyorum diyen herkesin adresi olmalı.
Korunan Sahne aslında benim soyadımdan kaynaklı bir seçim değil. Sahnenin özellikle bu yüzyılda daha çok korunması gerektiğine bir vurguyla aslında atfedilmiş bir isim. Gerçekten sahneyi korumak için var olduk.
‘SANATÇI AŞILMAZ OLMAK ZORUNDA’
Oyuncu ya sanatçı demek çok doğru değil. O oyuncudur görüşüne katılıyor musunuz?
Vallahi çok samimi bir şey söyleyeceğim. Entelektüel alanda icra edilen alanlar içinde faaliyet gösteriyor olmak sanatçı olmayı içermez. Herkes entelektüel bir alanda çalışabilir.
Ama çalıştığınız alanda sanat yapıyor olmak, sanatçı olmak o toplumun size vereceği bir ödüldür ve bundan daha büyük bir ödül olamaz. Siz bir takdir görürsünüz. Ama gördüğünüz takdir kalıcı olmak zorundadır. Aşılmaz olmak zorundadır.
Yaptığınız şey takdire şayan ve iltifatla buluşuyor olmalıdır ve bu kalıcı olmalıdır. Tek, özgün, özel ve tekrarlanamaz olmalıdır. Gerçekten çok zor bir şeydir sanatçı olmak, sanat yapmak. O yüzden hiçbirimiz kendimize böyle bir unvanı yakıştıramayız.