03 Ekim 2024 Perşembe
İstanbul 22°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Şehircilik devrimi: Mahalleyi diriltmek

Mahalle kültürünü, mahalle dayanışmasını, mahalle elbirliğini canlandırmak zorundayız. Çünkü yüzlerce yıllık şehircilik hayatımızın kültürüdür. Metropol projelerinde çöpe atılamayacak kadar değerlidir. Yükselen gökdelenlerin altlarında çiğnenmeyecek mirasımızdır.

Şehircilik devrimi: Mahalleyi diriltmek
A+ A-
FERDİ TANHAN / Vatan Partisi Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Adayı

İnsancıl kentin temeli mahalledir. Azmanlaşan kentin ilk cinayeti de mahalleyi öldürmektir. Mahallenin nefes kaynağı ise komşuluk ilişkileridir. Azmanlaşan kentin cinayet yöntemi tank, tüfek değildir. Mahallenin nefesini kesmek, komşuluk ilişkilerini bitirmektir.

KOMŞUDAN TAKDİR ALMANIN ÖVÜNCÜ

Annem o zamanlar okuma yazma bilmezdi. Oturduğumuz apartmanın birinci katında Konyalı İnşaat Mühendisi İbrahim Amca’nın ve Zeynep Teyze’nin evinde söktüm okumayı. Mütevazı evlerindeki kanepeleri bile hatırlıyorum. Kızları Rabia’nın beni çalıştırdığı dersleri hiç unutmuyorum. Zeynep Teyze’nin elinden yediğim ekmeği ve sevgi dolu gülümsemesini de. İbrahim Amca’nın sorduğu çarpım tablosuna yanıt verdiğim zamanlarda duyduğum övüncü 20 senedir hangi işi görürsem göreyim bir daha hissedemedim. Biri Siirt’in dağların arasındaki bir bucağından, diğeri Konya Ovası’ndan Çorlu’ya gelmiş iki ailenin büyükleri ve çocuklarıyla komşuluğun kardaşlıktan öte bir vefasının olduğu zamanlardı. Hâlâ kim mahalle dese, kim komşuluk dese İbrahim Amca ve babam arasındaki şakalaşmaları duyarım. Annem ve Zeynep Teyze’nin karşımızda henüz betona dönüşmemiş boş arazide pişirdikleri salçanın ve ekmeğin kokusunu içime çekerim. Oğulları Seyit Abi’nin “başka mahalleden sataşan olursa…” diye delikanlılık göstermesini hatırlarım.

Şehircilik devrimi: Mahalleyi diriltmek - Resim : 1

KENTİN MANEVİYATI

Can ciğer mahalle arkadaşlarımız, sanki hepsi kardeşimizdi. Onların anneleri şefkatli, fedakâr sanki her çocuğun onlarca annesi vardı. Mahallemiz hayat dolu. Hele ramazan aylarında… Hele de akşamları… İnsanın mertliğe, sadakate, arkadaşlığa gönlünü kaptırması için de bir toprağa ihtiyacı var. Bir zamanlar o toprağın adı mahallemizdi. Mahalle kentin maneviyatı ve namusuydu.

Apartmanımızın en altındaki tek odalı ve tezgâhlı dükkâna Adanalı yoksul, iki çocuklu bir aile taşınmıştı. Amcamız seyyar satıcılık yaparak ailesinin geçimini sağlamaya çalışıyordu. Mahalleli de elinden gelen yardımı yapıyordu. Teyzemizin ise akıl sağlığı pek yerinde değildi ama kendi halinde çocuklarına bakıyordu. Deniz ve Doğan daha taşındıkları gün mahallemizin bir parçası olmuş, arkadaşlarımızdı. Deniz yaşça bizden de birazca büyüktü, çok güzel futbol oynuyordu. Ama Doğan deli doluydu, ele avuca sığmayan bir çocuktu ve çok yaramazdı. Herkesle de kavga eder, mahallenin çocukları da ondan çekinirdi. Bir gün yine kim bilir ne yaparken henüz 3-4 yaşlarındaki kız kardeşimin kafasını taşla yaralamıştı. Mahalledeki arkadaşlarla birlikte Doğan’ı yakalamaya çalıştık ama tazı gibi koştuğu için kimse ona yetişememişti. Arkadaşlarla bir plan yaptık, Doğan’ı bir hileyle yakalayıp babama teslim edecektik. Ne de olsa kızının başını yarmıştı cezasını o verirdi. Hilemiz tuttu, Doğan’ı yakaladık. Tam o sırada babam da elinde poşetlerle kullandığı tüp arabasından iniyordu. Soluksuz yanına yetiştik, olanı biteni Doğan’ın işlediği suçları, kardeşimin ne kadar ağladığını bir bir şikâyet ettik. Beklentimiz o ki şimdi Doğan’ın vay haline, babam onu dövecek. Babam sinirli bir ifadeyle “gel bakalım eşkıya “ dedi. “Bir bizim eve kadar çıkalım.” Doğan’ın ne kadar çekindiği hâlâ gözümün önünde. Dört katlı apartmanın son katındaki dairemize çıktık. Mahalleden arkadaşlar aşağıda bekliyor, Doğan yiyeceği dayaktan sonra bir daha uslu durmasını öğrenir diye konuşuyorlar aralarında. Babam, Doğan’ı bacaklarının arasına aldı. Önce öfkelenmiş gibi yapıp iyice bir korkuttu. Diğer yandan gülümsedi, tokat atarmış gibi yapıp yanaklarını okşadı, Doğan’dan bir daha yapmayacağına dair söz aldı, gıdıkladı, alnından öptü “Senden bir daha şikâyet duymayacağım tamam mı?” dedi. Cebine harçlık koydu, kucağına da eve getirdiği poşetlerden meyveler çıkarıp doldurdu, evine yolladı. Doğan gerçekten de o günden sonra daha uslu olmuştu ama yediği dayak yüzünden değil, gördüğü sevgi yüzünden. Babamın gösterdiği şefkat o günlerdeki komşuluğun, sorumluluğun şefkâtiydi. Ayrıca mahallenin inzibat örneğiydi.

HANTAL KENT UYUŞAN MAHALLE

Kim bilir hepimizin yaşamında ne güzel örnekler, anılar vardır. Günümüz kentsel yaşamında bu ilişkileri kaybettik. Çünkü mahalleyi kaybettik. Her şeyin tüketildiği, bu yorgun mekânlardan sevgi ve şefkat üretmesini, insan ilişkilerini güzelliklerle biçimlendirmesini bekleyemezsiniz. Hantal kent, şişko kent ancak hastalık üretiyor. Ağrılarından kurtulmak için uyuşturucuya düşüyor. Suça mekân, suçluya beşik oluyor. Betonun altında kalan mahalle, insanlığın da enkazı oluyor. Şimdilerde mahallelerimiz hep uyuşturucu vb. kirliliklerle anılıyor.

Mahalle kültürünü, mahalle dayanışmasını, mahalle elbirliğini canlandırmak zorundayız. Çünkü yüzlerce yıllık şehircilik hayatımızın kültürüdür. Metropol projelerinde çöpe atılamayacak kadar değerlidir. Yükselen gökdelenlerin altlarında çiğnenmeyecek mirasımızdır. Bu mesele asansörde burun buruna çıktığımız plaza katlarında dip dibe kaldığımız insanlardan duyduğumuz gerginliği mi yoksa mahallede karşılaştığımız komşularımızdan yayılan sıcaklığı mı tercih edeceğimiz meselesidir.

OSMANLI DÖNEMİNDE MAHALLE

Şehirlerde yaşamaya başladığımız ilk günlerden bu yana gelişen kültürümüzü küresel merkezlerin metropol çöplüklerine dönüşeceğiz diye terk eder olduk. İnim inleyen büyük şehirlerimizin bütün problemlerinin başlangıcı aslında budur. Batı taklitçiliği mahallelerimizin de sonunu getirmiştir.

Aslında mahalle kültürümüzün izini sürmek için bizim şehircilik hayatımızın başladığı ilk günlere kadar uzanmak gerekir. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun İstanbul, Bursa, Edirne gibi büyük şehirlerinde mahallenin ne demek olduğunu hatırlamak, modernize etmek zorunda olduğumuz şehirleri hangi tarihsel ve kültürel altyapıyla dönüştürmemiz gerektiğini anlamamızı sağlayacaktır.

Bizim şehircilik hayatımızda, temel kentsel yerleşim birimi olarak mahalle kendi içinde örgütlenmiş bir birlik gibiydi. Mahalle de ilk önce belirli bir süre aynı menşeiden gelenler otursa da bu özelliği zamanla geçersiz hale gelirdi. Aynı zamanda ortak din ve kültür bağıyla bir üniteydi. Bir sosyal yaşam ve dayanışma birliğiydi. Mahallenin sembolü, cami, mescit veya kilise ve sinagogdu. Bu dinî kuruluşların bakımı mahalle halkının sorumluluğu altındaydı. Her mahallenin çocuklar için mektebi ve çeşmesi vardı. Zengin hemşehriler vakfiyelerle özellikle bu kurumları kurup desteklerler. Resmî makamlar da mahalleyi devlet karşısında sorumluluğu olan bir birim olarak kabul ederdi. Asayiş, vergilerin ödenmesi ve devlete karşı diğer sorumluluklardan mahalle bir bütün olarak sorumluydu. Örneğin, avarız vergisi, mahallenin ortak sorumluluğunu gösteren önemli bir konudur. Birçok mahalleler avarız vergisini ödemek üzere vakıfa dayanan bir fon tesis eder. Mahallede 8-10 aile, bir ünite olarak belirlenir. Bunlara avârız hanesi denir. Bu fonu, zenginler ve vakıflar destekler, düşük faiz ile muhtaçlara borç verir. Mahalle halkı bütünüyle asayişten sorumludur. Yabancılar mahalle cemaati arasına alınmaz. Mahalle üyesi olmak için orada en az dört beş sene devamlı oturmuş olmak gerekir. Mahalle halkı birbirine kefildir. Böylece, suç işleyenlerin mahalle halkı arasına karışması önlenir. Mahallenin bu bağımsız birliği kişilere aidiyet duygusu kazandırır. Her mahallenin bir gece bekçisi vardır. Mahalle halkı sırayla bu işi üstlenir. Yahut ücretli bir gece bekçisi, pâsbân, tutulur. 1695 tarihli bir fermana göre, her mahalle üç gece bekçisi tutmalıdır; bunlar geceleyin fenerlerle dolaşıp yabancıları tutuklarlardı. Özetle bekçi, mahalle hayatında önemli bir yer tutar. Bir tarihte her mahalle ayrıca sokakların temizliği için iki, üç sokak süpürücüsü tutmaya mecbur edilmiştir.

Mahallede cami veya mescit imamı, devlet makamları ile görüşmelerde mahalleyi temsil eder. Sultanın fermanları imama bildirilir ve mahallelerde münâdîler vasıtasıyla ilan olunur. Mahalle imamı bu fermanlarda emredilen hususları uygulamakla sorumludur. Gerektiğinde devlet temsilcilerine, bu arada kadıya yardım için başvurabilir. Mahalle muhtarlığı uygulamasına ancak 1826’da başlanmıştır.

(Mahallenin şehircilik tarihindeki önemi daha detaylı öğrenmek isterseniz Osman Nuri Ergin; Türkiye’de Şehirciliğin Tarihî İnkişafı adlı çalışmasını öneririm. Ayrıca Halil İnalcık’ın Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u adlı makalesine de göz atabilirsiniz.)

ŞEHİRCİLİK DEVRİMİ: MAHALLEYİ DİRİLTMEK

Görüldüğü üzere temel kentsel yerleşim birimi olarak mahallenin haritalarda yer adı olmanın ötesinde işlevleri vardı. Yardımlaşmadan, asayişe, temizliğe, halk- devlet ilişkilerine ve aidiyet duygusuna uzanan çok sayıda işleviyle şehirlerin kalbi olan mahalle kültürümüzün yok olma nedeni bu işlevlerinin zamanla yitmiş olmasıdır. Demek ki halkın yönetime katılmasını sağlayacak mahalle geleneğimizi canlandırmak her şeyden önemlidir. Cumhuriyet Devrimi’nin kendi mührünü vurmasıyla da mahalle kültürümüz varlığını sürdürmüştür. Ancak 1980 sonrasındaki azmanlaşan şehirleşme politikaları ve batı taklitçiliği kendimize özgü olan bu şehircilik biçimini tamamen ihmal etmemize hatta yok etmemize neden olmuştur.

Şimdilerde mahalle muhtarlığını dahi gereksiz görenler ve kaldırılmasını savunanlar var. Gerçi mahalleyi yok ettikten sonra muhtara ne gerek var öyle değil mi? Türkiye’de bir tek Vatan Partisi şehir yönetiminde mahalle kültürümüzün bu erdemlerini yeniden ayağa kaldıracak düzenlemeler yapılması gerektiğini savunmaktadır. Elbette yapacağımız iş eski düzenin aynısını kopyalamak değildir. Bugün mahalleyi yok eden ve şehirlerimizi azmanlaştıran kentsel politikaları devireceğiz ve yerine mahallelerimizi canlandırarak yeniden kavuşacağımız insancıl şehirler inşa edeceğiz. Bunun için yakın geçmişin canlı anıları hafızamızdadır, büyük tarihi birikimimiz sırtımızı yasladığımız dağdır, ilim ise önümüzdeki mürşittir. Mahalleler şehirlerimizi Vatan Partisi yönettiğinde alınan güllerin ve verilen güllerin mekânı olacaktır. Mahalle hayatı kadın emeğiyle şenlenecek ve güzelleşecektir. Eğitim, kültür, spor ve eğlence hayatına liderliği AVM’ler değil mahallerimiz alacaktır. Kent yönetiminde mahalle muhtarlarımızın rolü değişecek ve mahalle meclislerimiz kurulacaktır. Şehircilik yalnızca kaldırım döşemek, su borusu geçirmek değildir. Sıcak yuva, iyi komşu, canlı mahalle hedefiniz yoksa her projeniz insancılıktan uzaktır. Vatan Partisi, belediyeleri rant sofralarından değil, mahalle kahvelerindeki çınar altlarından yönetecektir.

Mahalle şehir Vatan Partisi Diyarbakır