15 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 10°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yücel Paşmakçı derleme çalışmalarını anlattı-5: 'On bin ezgiyi ikişer defa dinledim'

'1920’lerden 1950’lere kadar Anadolu’dan derlenen ve TRT arşivinde balmumu silindirler ve taş plaklarda duran 10 bin civarında ezginin ve eski plakların yeniden incelenmesi çalışmalarına katıldım... Biz radyoların bulunduğu yerlerde mahalli sanatçı araştırması yaptık.'

Yücel Paşmakçı derleme çalışmalarını anlattı-5: 'On bin ezgiyi ikişer defa dinledim'
A+ A-
EMİNE SAĞLAM AKFIRAT

Bu hafta da değerli hocamız Yücel Paşmakçı ile Türkü derlemelerinde kurallar ve yaklaşımlar üzerine söyleşimize devam ediyoruz. İki değerli TRT sanatçımız İbrahim Can ve Adile Kurt Karatepe’nin yorumlarıyla türkümüzün barkodunu beğeninize sunuyoruz.

  • Sizin dört yüze yakın derlemeniz var.

Evet. Bir de derleyip adımı yazmadıklarım var. Radyoda idareciyken, Anadolu’nun herhangi bir yerinden elinde sazıyla birisi gelirdi. Kayıt yapacak halimiz de yoktu gerçekten. Onlara derdim ki, “Bütün stüdyolar dolu. Ama sen buraya kadar zahmet edip gelmişsin. Çal söyle. Söylediklerin hakkında fikrimiz olsun. Boş olduğumuzda beğenirsek seni davet ederiz.” İlk karşılaştığında beğenmediğini söyleyemezsin tabi. Karşıdaki bir çalar söyler. Öyle söyler ki hemen aceleyle bir stüdyoyu bulur, kayıt alırız. O arada kendi bestelerini de söylemek isterler. Ona da ses çıkarmamak lazım. Çünkü ötekileri almak için ona sabretmek gerekir.

'KAYNAK KİŞİLERE POLİS GÖNDERMİŞLER'

  • Derleme sürecinde dikkat edilmesi gerekenler nelerdir? Belli kuralları var mı?

Şimdi efendim otantik mahiyeti olması çok önemli. Sanatçıların kendi besteleri de olur, fakat ya sözünden ya bir yerinden yakayı ele verir. Demin dediğim gibi kırmamak için ses çıkarmazdık. Çünkü orada esas olan anonim türküleri alabilmektir. Diğer bestelere itibar etmezdik. Yani kişisel olanlar bizi ilgilendirmez.

Her şeyden önce emin kaynağı bulmak ve kaynak kişiye çok sıcak yaklaşmak lazım. Mesela bir dönemde Van’a gidilmiş. Derlemeciler biz buraya türkü derlemeye geldik diye valilikten izin almışlar. Vali de çalıp söyleyen kim varsa toplayıp gelin diye haber göndermiş. Kaynak kişileri getirsin diye polis göndermişler. Bu da kaynak kişiyi çok olumsuz yönde etkiliyor tabii. Resmi kanaldan bu işi yapmak zor. Bir de bu işi yapacak kadroyu bulmak zor. Bulsanız da resmi kanaldan yaptığınızda harcırah sorunu var. Mevzuat müsait değil.

'TELE, MUMA VE TAŞ PLAKLARA KAYDEDİLDİ'

  • Ankara Devlet Konservatuarında Muzaffer Sarısözen ve Halil Bedii Yönetken’in derlemelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sarısözen’in 1941 yılında, birçoğunu Halil Bedii Yönetken ve Ali Razı Yetişen ile yürüttüğü 8 derleme gezisi sonucunda konservatuvar folklor arşivinde on bine yakın müziksel gereç toplandı. Derlenen gereçler tele, muma ve taş plaklara (*) kaydedildi.

1920’lerden 1950’lere kadar Anadolu’dan derlenen ve TRT arşivinde balmumu silindirler ve taş plaklarda duran 10 bin civarında ezginin ve eski plakların yeniden incelenmesi çalışmalarına katıldım.

1979 yılında beni uzman kadroya ayırdılar. Yani TRT'de pasif bir göreve kaydırıldım. Bu dönemde boş durmadım. Ben de on bin ezgiyi ikişer defa dinledim. Bana göre çok başarılı derlemelerdi. Sadece derleme değil bunların fişlerini tutmaları o kadar önemli ki. Muzaffer Sarısözen’in halkı iyi tanıması, niteliklerini bilerek sorular sorması ve seçici davranması bu malzemeyi kıymetli hale getiriyor bana göre. Muzaffer Bey’in katılmadığı derlemelerde bu titizliği görmüyoruz.

(*)Taş Plak: İki tarafında da ses sinyalleri kaydedilmiş erken dönem plak türü. 1890’larda ortaya çıkan karbon bileşimli plakların üretiminde ebonit maddesi kullanıldığı için Türkiye’de taş plak olarak adlandırılır.

'HEM GÜZEL SESLERİ BULDUK HEM DE TÜRKÜLER ALDIK'

  • Derleme sürecinde gruplar oluşturup taşraya köylere çıkıyor muydunuz?

Biz o tür derleme yapmadık efendim. Muzaffer Sarısözen ekibiyle o tür çalışmayı yürüttü. Biz radyoların bulunduğu yerlerde mahalli sanatçı araştırması yaptık. Aslında bu da bir çeşit derleme. Nida Tüfekçi’yle beraber yaptık. O zamanlar çok mahalli sanatçı vardı. Ama hep işi bilenler tabi. Yani o çalışma sırasında on gün içinde Burdurlu geliyor, bir gurbet havası söylüyor. Ağzımız açık dinliyoruz. Hep bunları tespit ettik. Bu arada hem güzel sesleri bulduk hem de türküler aldık.

  • Derlemede esas kaynak kesim mahalli sanatçılar mıydı?

Evet. Mahalli sanatçılardı. Hâlâ öyledir. Ben idareciyken Radyoya gelirlerdi, benden küçük bile olsalar paltosunu tutarım, itibar gösterirdim. Onlar bize hocam, hocam derler ama hoca onlar aslında.

'TÜRKİYE’NİN HER YERİNDEN TÜRKÜ YAZAR'

İbrahim Can: Tüketimi olmayan bir şeyin, üretimi de olmaz. Önceden Nida Tüfekçi ve Yücel Paşmakçı dönemlerinde herkes radyoya koşuyordu. Mahalli sanatçılara o zaman aşırı değer veriliyordu. Hocam biraz önce bahsetti. Sessizce, kendi odasında bir ön dinlemesini yapıyordu, onu hiç kırmadan. Hocamızın üslubu böyleydi. Hocamın yazdıklarının en büyük özelliği, Türkiye’nin her yerinden türkü yazar. Türkiye’nin her yerinden türkü yazan çok az kişi var. Hocam da bunlardan. Hocamın yazdığı çok enteresan türküleri var.

  • 'Bir fırtına tuttu beni' türküsü?

Bir Hanım vardı. O zaman seksen dört yaşındaydı. Selanikli kadın, göçmen. Fatma Çil. Bizim Cemil ustanın annesi. Oğluyla arkadaşız. Oğlundan da aldığım türkü var. O annesine benden bahsetmiş. Beni eve çağırdılar. Aldım teybi, gittim. 'Bir fırtına tuttu bizi' türküsü bu şekilde derlendi.

İbrahim Can’ın yorumu:

Adile Kurt Karatepe’nin yorumu:

Yücel Paşmakçı meşhur etti:

'BİR FIRTINA TUTTU BİZİ DERYAYA KARDI'

Bir fırtına tuttu bizi deryaya kardı

O bizim kavuşmalarımız a yarim mahşere kaldı

O bizim kavuşmalarımız a yarim mahşere kaldı

Yeni cezve yeni cezve kaynar kaynamaz oldu

O benim nazlı yârimin a yârim martinimiz kucakta

O benim nazlı yârimin a yârim martinimiz kucakta

Yeni cezve yeni cezve kaynıyor ocakta

Kasatura belimizde a yârim martinimiz kucakta

Kasatura belimizde a yârim martinimiz kucakta

Mapusanede yata yata her yanlarım çürüdü

Pencereden baka baka a yârim ela gözler süzüldü

Pencereden baka baka a yârim ela gözler süzüldü

Karmak: karıştırmak.
Mahşer: kıyamet günü.
Martini : bir tür tüfek.
Yöresi: Rumeli-Selanik
Kaynak Kişi: Fatma Çil
Derleyen ve Notaya Alan: Yücel Paşmakçı
Makamsal Dizi: Hicaz+Nişabur
Konusu: Aşk-Sevda
Ses Genişliği: 8

'İNSANLAR GÖÇ ETTİKÇE TÜRKÜLERİ DE GÖÇ EDİYOR'

Yine 1923 yılı mübadele döneminde,iki tarafın da yüreklerini sızlatan, kavuşamayan binlerce göçenlerin türküsü. Dinlediğinde insanın içini burkuyor, boğazını düğümlüyor. Sevda, tam yüreğin ortasına oturuyor.

Türküler, ağıtlar bir yöreden başka bir yöreye insanlarla göç eder. İnsanlar göç ettikçe türküleri, öyküleri, folklorik değerleri de göç ediyor. İnsanların yüreğinde hiçbir zaman özlem bitmiyor ve türkülerini söylemeye devam ediyorlar…

İşte bunlardan biri de türkünün kaynak kişisi Fatma Çil. 1893 Selanik doğumlu. 1912 yılında, eşi Ali Bey ile Anadolu’ya göç için yola çıkarlar. Göç sırasında, o kargaşa içinde trenlerde birbirini kaybederler. Fatma Çil Şarköy’ün Kalaycı köyüne yerleşir. Sevdiceği Ali beyi çok bekler ama bir türlü buluşamazlar, sevdalarını yüreklerine gömerler. Fatma nine köyde tekrar evlenir ve Şarköy’e yerleşir. Bu türküyü çok söylermiş. “O bizim kavuşmalarımız a yârim mahşere kaldı” dediğinde gözyaşlarını tutamazmış...

TRT REPERTUVARINDA YÖRESİ ’SELANİK’

Bu türküye dair en önemli araştırma, yine Haliç Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Musikisi Ana Sanat Dalında Yüksek Lisans Tezi yapan Kenan Serhat İnce tarafından yapılan çalışmadır. İnce araştırmasında şu satırlara yer veriyor:

“Söz konusu türkü Şarköy’de derlendiği için, tez çalışmamızda Şarköy türkülerine tarafımızca dahil edilmiştir. Ama Yücel Paşmakçı hocamızla yapılan görüşmede, TRT Repertuvarına verilen kayıtta, kaynak kişinin Selanik’te doğup, mübadele sebebiyle Şarköy’e gelmesinden dolayı, yöre kısmına ‘Selanik’ yazılmıştır.

"Yörede yapılan alan araştırmalarında net bir hikayeye rastlanmamıştır.

SELANİK'TE KIZLARLA ERKEKLER KARŞILIKLI SÖYLERLERMİŞ

Kenan Serhat İnce, Fatma Çil'in torunu Fikret Çil'le yaptığı görüşmeyi, araştırmasında şöyle aktarıyor:

(K.S.İ)- Fikret Ağabey, “Bir fırtına tuttu bizi deryaya kardı’’ türküsü babaannenden derlenmiş. Türkünün hikayesiyle alakalı bir malumatın var mı?

(F.Ç.)- Türkü babaannemin kendi yaktığı bir türkü değil. Ama türküde kendini bulurdu. Zaten kendisine ve yaşadıklarına uyan bir türkü. Hafızasında kaldığı kadarıyla anlatırdı. Selanik'te bu türküyü gençler karşılıklı söylerlermiş. Bir derenin bir yakasına kızlar, diğer yakasına erkekler karşılıklı toplanırlarmış. Bir kıtasını kızlar bir kıtasını erkekler söylerlermiş. Her kıtanın arasında erkekler silahlarıyla havaya ateş ederlermiş.

(K.S.İ.)- Peki türkünün Fatma Teyzeyi duygulandıran tarafı nedir?

(F.Ç.)- Babaannem Selanik'te Ali Bey isminde biriyle evliymiş. İlk mübadelede onları trenlere bindirmişler rastgele. Ayrı trenlere binmişler karmaşada. Tabi gönderilenlerin nereye geldikleri, nerelere verildikleri de meçhul. İzlerini sürmek mümkün olmamış tabii. Çok aramış babaannem, çok beklemiş ama nafile... Bir haber, bir iz bulamamış... 'O bizim kavuşmalarımız mahşere kaldı' derken kendisine atfetmiş türküyü.

(K.S.İ.)- Hep söyler miydi bu türküyü?

(F.Ç.)- Sazı elime aldığımda ilk önce bu türküyü çaldırırdı. Kendisi de hiç kesmeden dört kıtasını birden okurdu."

SABRİ İLE ANGELİKA'NIN TÜRKÜSÜ

Türkünün hikayesini Keşan, Yenimücahir beldesinden Ferhat Gündoğdu araştırıyor. 18 Aralık 2018 tarihinde hikaye Keşan’ın günlük gazetesi “Medya”da yayınlanıyor:

Selanik içinde yaşayan Sabri ve arkadaşı çorbacı Dimitri çok iyi arkadaştırlar. Dimitri’nin babasının çorbacı dükkanı, Sabri’nin babasının kahvesi vardır. Çocuklar babalarının yanlarında çalışırlar. Fırsat buldukça sevgilileriyle buluşmaya giderler. Dimitri bir Türk kızı Şefika’yı, Sabri’de bir Rum kızı Angelika’yı sever. Çok iyi dost olan bu iki arkadaş, birlikte gezerler, birlikte gençliklerini yaşarlar. Sabri dayanamaz, bir gün Dimitri’ye:

“-Dimitri, ben Angelika’yı kaçıracağım.”

“-Nasıl olur Sabri? Başarabilir miyiz?”

“-Ben her şeyi göze aldım. Sonu mahpushane de olsa, idamlık d olsa ben bu işe gireceğim. Sen, bana yardım eder misin?” diyor.

“-Ne demek, Filos (Arkadaş) seninle ölümüne giderim” der Dimitri.

Plan yaparlar. Onları Selanik tren garına kadar Dimitri götürecektir.

Angelika ile anlaşır, o gece kaçıracaktır. Angelika kaldığı odanın camına mendilini bağlamıştır. Sabri cama yaklaşır. Cama tıklatmaz babası duymasın diye, parmağını ıslatarak cama sürter. Angelika açar camı ve elindeki eşya ile camdan çıktığı anda, silahlar patlar. Babası ve adamları etraflarını sararlar. Sabri kolundan yaralanmıştır. Dimitri, Sabri’yi oradan alarak, uzaklaşır. Selanik Balkanlarına kaçarlar.

Sabri sevdiceğini kaçıramamıştır. Uzun süre dağlarda gezerler.

Sabri ve Dimitri güneye indikleri bir gün zaptiyelere yakalanırlar. Selanik zindanına atılırlar. Koğuşta Sabri’den ağıt sesleri yükselir: “Bir fırtına tuttu bizi, deryaya kardı. O bizim buluşmalarımız a yârim mahşere kaldı.”

Kaçırılma girişiminden sonra Angelika baş göz edilir, başkasına verilir. Selanik’ten kaçırılır. Gelin olup giderken Angelika, mahpushanede Sabri’yi duymuş gibi cevap verir: ”Pencereden baka baka yârim ela gözler süzüldü.”

Mahpushaneden çıktıklarında, Sabri ve Dimitri hiçbir şeyi bıraktıkları gibi bulamazlar. Mübadele başlamış, Sabri’nin evleri yakılmış, babaları Anadolu’ya göç etmiş, Şefika ve ailesi taşınmıştır. Dimitri ile otururlar;

“-Biz ne iyi komşuyduk, bizi neden birbirimize düşman ettiler?” diye söylenirken dudaklarından bir ağıt yükselir.

“Bir fırtına tuttu bizi, a yârim deryaya kardı.

O bizim kavuşmalarımız, a yârim mahşere kaldı.”

HAFTAYA: Kemaliye Eğin’den iki türkü: 'Elinde düdük kaval, önünde sürü davar', 'Ah elmadan elmadan'.
Son Dakika Haberleri