27 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kalbinden vurulmuş yıldızlar kimin için düştü?..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Yıldızların hepsi sanki kalbinden vurulmuşçasına düşmüş de yerlere!.. Ay sanki uykuya yatmış gibi derdi insan... Ve güneşe yol vermişçesine zaman, sabaha hazırlanırken...

Gece karanlık örtüsünü maviye terk etmeye başlarken, bir hasret sanki dürttü beni de sendeleyerek pencereye yöneldim...

Uyku sarhoşluğunun gözlerimi titrettiği anlarda, sabahın ışıklarını bekleyen mavilik beyaza dönmeye çalışırken "yâr" yine yoktu yanımda...

Sanki düşlerimde bir peri olmaya ant içmiş, zalim inatlar gibi yoktu yine!..

Döndüm yine penceredeki çekici manzaraya iliştirdim kendimi... Gözlerimi ve sessizliğin içinde nefes arayan benliğimi... Ve göğsümün üzerinde hiç uslanmayan yüreğimi!..

Dışarıda ölüm uykusundan silkinmeye çalışan doğanın bağrında yine naz vardı sanki... Yâr nazı gibi şen şakrak ve yâr hasreti gibi acımtırak!..

Olsun dedim... Ben hasretimden resimler yapsam da düşlerimde, tuvale yansıyan yalnızca yâr olsa da, özlemle vurma artık kendini, kahrı zamana bırak!..

Peki; acaba hep kendime sığındım diye mi yoktu yâr?.. Hep içime kapandım diye mi?.. Hep özlemlerimle sabır zincirleri yaptım diye mi yoktu yâr?..

Kalktım, yeşil örtüsünün içinde sabah keyfi yapmaya hazırlanan ormanın yollarına vurdum kendimi!..

MEÇHULE GİDEN HASRET!..

Baktım da; teninle, nefesinle ve gözlerinle her zamanki gibi yoksun yâr... Yoksun ya düşürdüm yüreğimi hazin yollara... Aramak, bulmak için, belki de isyan ettim yıllara!..

Yeşilin adeta çılgınca halay çektiği ormanın bağrına doğru sakince giderken, asfalt yolu şemsiye gibi kapatmış ağaçların çevresinde en az benim kadar yalnız bir patika aradım...

Mutluluk verse de hüzünlüdür patikalar... Daracık yolda dünyanın her çeşit minik canlısının toprakla ve çiçeklerle haşır neşir oluğu, serin ve sakin güzergâhlar...

Üstelik yârin gölgesi çıkar diye belki karşıma, her zaman umut doludur oralar!..

Güneş, rüzgârla salınan yapraklar arasından göz kırparken, yeşil bir koridoru andıran ağaçların kıyısından yalnız başıma yürümeye devam ettim...

Efkârın, ayak izi gibi geride kaldığı bir anın belirsizliğine bıraktım, biraz da meçhule giden kendimi...

Gözlerimde yeşil bir manzaranın eşsiz hâkimiyeti, aklımda esaretiyle savaştığım o mağrur duygular ve beni sanki ısrarla kendine çeken o zalim sensizlik!..

Böylesi zamanlarda; ormanın böcek sesine teslim olmuş yalnızlığında yâr aramak gibidir gezinmek...

Bazen bir piyanonun öksüz kalmış tuşlarının üzerinde çılgınlık yapmak gibi...

Ya da bazen sevda arayan, kalpten bir kalenin sarsılmaz burçlarına tırmanmak gibi yürüdüm yâr...

Öyle adımladım işte ormanı, kendinde kaybolmuş seni ararken!..

ÖZLEMİNDEN EZİLMİŞ MAZLUM!..

Sonunda ağaç dallarının sardığı, çalıların engel çıkarttığı incecik ve narin bir patikada buldum kendimi... Ve sanki tırmanmış da bir zirveye, nefes almış gibi!..

Durdum ve sabırsız gözlerle, usulca çevreyi taradım... Dedim ki yâr içimden; "uzatsam" dedim şöyle elimi ağaçların yarattığı gölgeye...

Şu çalıların köşesinden tutsan elimi dedim... Tutsan da çiçek kokularına bulaştırsan sensizlikten kıraç toprağa dönmüş tenimi...

Tutsan da hapsetsen, yokluğundan ezilmiş mazlum ve kırılgan yüreğimi...

Baktım da çevreye, doğa sanki eski bir saksının içinde kendi canıyla baş başa kalmış gibiydi... Sessizliği kendine bir yorgan yapışı gibi, ayakta ama uykudaydı sanki orman...

İnsan; bir belirsizliğin içinde düşlerindeki "yâr"i ararken, doğanın içindeki her nesne bir şeyleri anımsatır yüreğe...

Sahipsiz çiçekler orkide, minik yapraklar papatya ve karmaşık bitkiler sanki gül yaprağı!.. Ve o patika sanki yaşam yolu!..

SEVDANIN HASRET TOHUMU!..

İşte çevreye bakarken, hasretini satırlara döktüğüm, hayaldeki yâre yazdığım mektuplar geldi aklıma...

Rüyalarımdan esinlendiğim, tebessümle biçimlendirdiğim ve gözyaşıyla yoğurduğum o kimsesiz mektuplar...

Dahası; "yâr" diye yazılırken belki de hep sahibini arayan o çaresiz mektuplar...

Bu duygular, ormana dolanmış sarmaşıklar gibi yüreğimi sararken, aklımda "yâr", nefesimde sensizlikle dolaşıp durdum...

Ta ki, yürüdükçe daha da bir çekici gelen patikanın sonunu bulamayacağıma inanana kadar...

Anla artık yâr, bağrındaki merhamete çekti beni gözden uzak, o sessiz yol... Uzakta; sanki adresi bilinen, hasreti çekilen bir hedef varmışçasına yürüdüm de bitmedi o yol...

Anladım artık yâr... Biliyorum hayalsin... İşte o yüzden cana bürünmemiş kimliğinle seni düşlerken, o ormanda sen yoktun...

Kim bilir ya kurumuş yapraklardaydın eski gibi ya da yeni bir sevdaya filiz olmuş tohum gibi!..

Döndüm geriye yâr... Dedim ki içimden; anla artık, aramakla sevda bulunmaz, anla artık beklemekle insanın karşısına çıkmaz!...

Anla artık; sevda bir çiçek gibidir elinle ekeceksin nazla ve yüreğinle büyüteceksin zamanla!..