26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Kanlı Postal’: 12 Eylül ve PKK

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Türkiye gerçekten ilginç bir ülke... PKK terörüne karşı bir savaş yürütülüyor, şehit cenazeleri kaldırılıyor, sokağa çıkma yasakları konuluyor, sıkıyönetim çağrıları yapılıyor, Kandil bombalanıyor, “Bu kez durum farklı, sonuna kadar gideceğiz, kararlıyız” mesajları veriliyor, öte yandan da enikonu PKK güzellemesi yapılan bir film, başta İstanbul olmak üzere çeşitli kentlerimizin sinemalarında ticari gösterime giriyor. Son yıllarda pazar payı iyice daralmış olsa da köklü dağıtımcı şirketlerden, 75 yıllık mazisi bulunan Özen Film’in Van, Diyarbakır, Gaziantep, Mersin dahil ülke genelinde 17 salonda gösterime soktuğu “Kanlı Postal”, 12 Eylül’e ve işkenceleriyle ünlü Diyarbakır Cezaevi’ne odaklanan bir film. Başta Sakine Cansız olmak üzere Kemal Pir, Mazlum Doğan gibi PKK’lı tutuklular ve gaddarlığıyla birlikte akıl almaz işkence-baskı-aşağılama yöntemleriyle tanınan Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran gibi cezaevi yöneticileri, filmin başlıca karakterleri arasında. Gerçekten yaşanmış olayları gerçek kişilikler aracılığıyla beyazperdeye getirmek gibi bir iddiası bulunan filmin senaryosu ve diyalogları, yönetimi, mekân tasarımı, makyaj çalışması ve oyunculukları ise gerçekten yerlerde sürünüyor ve ortaya güya 35. yıldönümünde 12 Eylül’ü protesto etmek adına kaba saba bir propaganda örneği çıkıyor. Açılış ve kapanışta Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney sosuyla “serhıldan çağrıları” yapmayı da ihmal etmeyen “Kanlı Postal”, baştan sona işkence sahneleri sıralamanın sinema sanatı adına gerçek bir işkenceye dönüşmesinin örneğini oluşturuyor. Yakın geçmişte Çayan Demirel’in “5 Nolu Cezaevi” belgeseliyle, 10 yönetmenli “F Tipi Film”le, Ömer Leventoğlu’nun “Mavi Ring”iyle dile getirilip perdeye yansıtılan 12 Eylül ve sonrasındaki cezaevi gerçekleri, “Kanlı Postal”la “acımasız gerçeklik” diyebileceğimiz bir kalıba dökülmüş. Yılmaz Güney’in asistanı olduğu söylenen, daha önce basında Mehmet Aslan olarak yer alan, filmin jeneriğindeyse Muhammed B. A. Arslan olarak geçen yönetmen, en fazla “canlandırmalı” bir belgesel çekmesi gerekirken öykülü filme soyununca hiçbir sahnede işin altından kalkamamış. Apo’nun sonradan “Diyarbakır Cezaevi’nde direndiğinizi sanıyorsunuz ama aslında direnen bendim” ya da “Cezaevi kişilikleri!” diyerek küçümseme ve aşağılamayla yaklaştığı belli başlı karakterler, baskı, dayak, işkence, intihar, ölüm orucuyla örülü bir süreçte direnmeye ve seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Hemen her sahnede pis pis sırıtan asker ve subaylar da “Burada Allah benim!” diye dolaşan Yüzbaşı Esat’ın komutasında Nazilere taş çıkartıyorlar. Belli ki “açılım sürecine” güvenilerek çekilmiş, Bülent Arınç’ın “Diyarbakır Cezaevi’ni yaşasaydım, ben de dağa çıkardım” demesinden güç almış bir film var karşımızda. Anlatılanların tamamına yakınının gerçek olduğunu biliyoruz... Ancak bu gerçekler “Kanlı Postal”ı, bırakın iyi bir film, film yapmaya bile yetmiyor. Sinema sanatının gerçekleri ve dinamikleri, çok farklı işliyor çünkü. Sonuç: İlk hafta sonu toplam seyirci sayısı, 1912!
PRATİK ÇÖZÜM ‘FESTİVALSCOPE’Adana Altın Koza Film Festivali’nde bu yıl önce açılış ve kapanış törenleri iptal edildi. Ardından film gösterimlerinin kaldırıldığı, hiçbir etkinlik yapılmayacağı, filmleri yalnızca jürinin izleyeceği açıklandı. Festivale davet edilmiş, uçak ve otel rezervasyonları yapılmış sinema yazarları ve diğer konuklar da bavullarını boşaltmak zorunda kaldılar. Ancak sonradan film gösterimlerinin halka açık olacağı duyuruldu. Kısacası, en fazla 20-25 kişilik eleştirmen topluluğunu festivalden uzak tutmak dışında başa dönüldü... Bence bundan böyle hiçbir ulusal festival, onca yol ve konaklama masrafına girmesin, kimseyi davet etmesin... Zaten “kriz geçirmeyen” festival de kalmadı. Sinema yazarları festivalde yer alan filmleri “festivalscope” aracılığıyla internette seyretmeye razı. Anlayacağınız, her şey bir şifre göndermeye bakıyor. Gerisi, siz sağ biz selamet!