27 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Neden Asya Çağı? (2)

Mehmet Ulusoy

Mehmet Ulusoy

Eski Yazar

A+ A-

Avrupa merkezli bir çağ deyince, ya da Batı uygarlığı deyince, kuşkusuz, son beş yüzyılın Rönesans, Reform, Aydınlanma ve ulusal demokratik devrimlerle somutlaşan, toplumsal (sınıfsal) olarak kapitalizmin, bireyci-özel mülkiyetçi kültürünün egemen olduğu bir çağ anlaşılır. Hiç kuşkusuz, ne “Avrupa merkezli modern çağ”, ne de “Asya merkezli modern çağ” tanımları asla niceliksel farklılığı ifade eden coğrafi tanımlar değildir. Coğrafyayla bağlantılı tarihsel birikim açısından, Asya’nın muazzam derinliği ve zenginliği yanında Avrupa’nın çok yoksul kalacağı açıktır.

Ama asıl önemlisi, ikisi arasında çok büyük toplumsal, ideolojik ve kültürel farklar vardır. Biri; bireyci, aşırı kar hırsıyla şekillenmiş, kuruluş köklerinden gelen korsan, mafyatik bir kültürün temsilcisi kapitalizmdir. Bugün de Aydınlanma değerlerinden kopmuş, uzaklaşmış, mafyatik ve Yeni bir Ortaçağ’a dönüşmüştür. Diğeri ise; yine köklerinde güçlü bir biçimde var olan kamucu, halkçı ve paylaşmacı bir kültürü yükseltiyor. Nasıl ki Avrupa merkezli modern çağın sınıfsal-ideolojik bir özü varsa, o da kapitalist-bireyci bir uygarlık ve kültürse; “Asya Çağı” derken de, devam eden modern çağın içinde, modern çağın değerlerini niteliksel olarak daha üst düzeyde içeren, emperyalist kapitalizme, sömürgeciliğe karşı ulusal ve emekçi sınıflara dayanan bir ideoloji ve kültürün egemen olduğu çağı anlarız.

Devrimci Batı’nın Aydınlanmacı birikimi Asya’ya kayıyor

“Avrupa merkezli modern çağ” ve “Asya merkezli modern çağ” dedik. Bunlar, özellikle Fransız Devrimi’nden sonra bütün unsurlarıyla şekillenen modernitenin, ideolojik ve kültürel dinamiklerini belirleyen sınıfsal-toplumsal nitelikteki -kapitalist ve sosyalist- uygarlıkların, sistemlerin günümüzdeki aldığı biçimlerdir. Batı uygarlığı olarak yoğunlaşmış modernitenin burjuva-liberal gerici yanı, yani Gerici Batı, bugün, çürüme, çökme sürecine girmiştir. Devrimci Batı dediğimiz, Aydınlanmacı mirasın sürdürücüsü toplumcu (sosyalist) ideoloji ve kültür ise, 20. yüzyılın başından itibaren Asya merkezli ezilen dünya devrimleriyle bütünleşmiştir. Asya toplumlarının özgünlüğünde yeniden teorik, estetikbiçimlere kavuşacaktır.

Avrupa Çağı bütünlüğünden Asya Çağı bütünlüğüne

Evrensel bir sistem ve kültür olan kapitalizm, nasıl Avrupa merkezli, onun coğrafyası ve tarihiyle sarmalanmış, biçimlenmiş ise, kapitalizmin alternatifi bütün devrimci, toplumcu dinamikleri kucaklayan toplumcu, paylaşmacı bir uygarlık da Asya’nın coğrafya ve tarihiyle sarmalanmış olacaktır kuşkusuz. Bu çağdaş yeni uygarlık, sanatında, Asya’nın geleneklerinin, törelerinin, mitolojilerinin, efsanelerinin, din ve inançlarının, ritüellerinin, insan ilişki biçimlerinin izlerini taşıyacaktır kuşkusuz.

Dünya hiçbir zaman, M. Hardt-A. Negri’lerinpostmodern-anarşist teorilerini içeren,ABD emperyalizminin tek kutuplu dünya projesi gerçeğini gizlemeyi görev edinenİmparatorluk kitabında sunulduğu gibi, “merkezsiz bir dünya” olmadı. Avrupa merkezli Batı uygarlığı evrensel bir niteliğe sahipti; ve bu Batısıyla Doğusuyla, farklı etnik ve ulusal kültürleriyle Avrupa merkezli birbütünlüğü ifade ediyordu. Bugün ise aynı evrensel bütünlük, Asya merkezli bir bütünlüğe dönüşmüştür.

Asya merkezli bir çağ aslında, 20. yüzyılın başında, 1905 Rus, 1908 Jöntürk, !909 İran ve 1911 Çin Devrimleri ile başladı. 19. yüzyıldan beri, emperyalist bireyci Batı kültürüne karşı Asya’nın sanatçıları, Romancıları, şairleri, müzikçileri, ressamları büyük eserler verdiler. “Ilımlılık artık uygun değil / Vahşi bir İskit gibi içmek istiyorum” diyen Puşkin; Avrupalılara karşı kendini “Gerçek bir İskitli, bu eski dünya kendi kendisini yok ederken keyifle izliyorum…” diyen Herzen; Gogol, Dostoyevski, Tolstoy, Gorki, Cengiz Aytmatov, Mihail Şolohov; müzikte Rus Beşlileri: Borodin, Balagirev, Rimski-Korsakov ve Rahmaninov; ressam Kandinski; yine “Siz milyonlarsınız biz kıyamet kadar / Deneyin savaşmayı bizle! / İskitleriz! Serde Asyalılık var / Bu çekik ve bu aç gözlerimizle!” diyen “İskitliŞairler”in öncüsü Aleksandr Blok; “Ben Türk şairi”, “Dört nala gelip uzak Asya’dan” diyen, Türklüğü ve Asyalılığı ile övünen Nazım Hikmet, 20 yüzyılın şafağında başlayan “Asya Çağı”nın öncüleri değil mi? (1)

Batı’nın çöküş kültürü ve Asya’nın passioner dinamikleri

Artık biliyoruz ki Batı, bir toplumsal sistem ve uygarlık olarak, bağrından yeni bir toplumsal sistemi/uygarlığı yaratacak toplumsal-sınıfsal ve kültürel dinamikleri çürütüp çöküş sürecine girdi. Ve Yeni bir Ortaçağa dönüş yaşarken, son 50 yıldır bu çürüme ve çöküşün düşünce biçimi postmodernizm adı altında, Aydınlanmanın, modernitenin, sanatın sonunu ilan eden teoriler üretti ve bunları dünyaya pompaladı. Bunlar günümüzde, “post-sanat”, “pop-sanat”, “enstelasyon”, “performans”, “kavramsal sanat” gibi uyduruk sanat olmayan “sanat etkinlikleri” ile çağdaş kültür birikimini dokubozumuna uğrattı. İnsanlığın kültürel genleriyle oynandı. Sonuçta insanlık bir çeşit kültür hormonlanması, kültür zehirlenmesi yaşamaktadır.

Mevcut “kültür ve sanat”, tamamen yalnızlaşmış birey merkezli, toplumdan kaçışın ve insani değerlere yabancılaşmanın, bayağılaşmanın, soysuzlaşmanın ve tüketim budalalığının kültür ve sanatıdır. Bu nedenle, postmodernizm, kesinlikle konjonktürel, gelip geçici bir olay değildir; kapitalist uygarlığın yapısal çürümüşlüğünün düşünce, “estetik” ve davranış biçimidir. Batı’nın kendini değiştirme, yenileme, çürüme ve zehirlenmeyi aşarak sanatta yeni bir atılım yapma enerjisi kalmadığı için, postmodern düşünce ve kültür çok daha katmerlenmiş olarak bu mafyalaşmış, cemaat ve etnik kimliklere bölünmüş ve ortaçağlaşmış toplumun hücrelerine kadar yayılmış, yerleşmiştir.(2)

Bir uygarlığın çöküş, bir başka uygarlığın yükseliş dinamikleri ile ilgili tarihçi Gumilev’in düşüncelerine değinmek yararlı olacaktır. Avrasyacı tarihçiliğin önde gelen temsilcilerinden Gumilev’inHalkların Şekillenişi ve Yükselişi ve Düşüşüadlı kitabındaki anahtar kavram “Passionerlik”tir. “Passioner”in Türkçedeki karşılığı, güçlü duygulara sahip, tutkulu, bütün benliğiyle kendini bir davaya adayan, aşık, deli, özverili insan anlamına gelmektedir. Bunun karşıtı ise, çıkarcı, umursamaz, kaygısız, bencil, soysuzlaşmış, sapkınlaşmış, hedonist, gününü gün eden insan tipidir. Özverili, toplumcu, paylaşmacı karakterin Asya’da (Ezilen ve Gelişen dünyada), konformizmin ve çürümenin insan tipinin de Batı’da yaygın, egemen kişilik olduğunu biliyoruz. Gumilev, etnosların (halk, millet), süper etnosların (birçok etnostan oluşan bütünlükler, uygarlık vb) yükselişinde, passioner unsurun baskın ve belirleyici olduğunu, uygarlıkların çöküşünde ise, karşıt unsurun öne çıktığını vurgular. Bugün, birincisinin Asya’yı, ikincisinin ise Avrupa ve ABD’yi işaret ettiği açık.(3)

İki şey birbiri ile karıştırılmaktadır. Batı, bilimsel ve estetik bilgi, teknik olanaklar, kazanılmış sanatsal özgürlük ortamı ve büyük sanat eserleri açısından görünüşte hala ileridir, görkemlidir, gözleri kamaştıran bir parıltıya sahiptir. Oysa bütün bunlar, çürüyen ve çöken uygarlıkların hepsinde görülen “altın vuruş” parıltısı ve canlılığıdır. Burada sanatçı için marifet, görünüşte çok görkemli, yenilmezlik yanılgısı yaratan eski ve çökmekte olanla, görünüşte çok zayıf, cılız, gösterişsiz, göz doldurmayan ama geleceği temsil eden yeni arasındaki diyalektik gerilimi görebilmektir. Yeniyi, özgünlüğü temsil eden bütün büyük atılımlar, başlangıçta geri ve cılız olanın, yoksunluğun, sıkıntının, çilenin, ama en önemlisi köklü değişim, devrim talebinin, büyük yaratıcı enerjinin var olduğu daha geri toplumlardan gelmiştir. Batı uygarlığı Rönesans, Reform, Aydınlanma ile doğarken Asya’ya göre çok çok geri idi. Sanat, doğası gereği öncüdür, devrimcidir; onun sanat/sanatçı olmaya yakışan görevi, kimsenin göremediği bu yeni gelişmeyi görmek, sezmektir; onun öncü unsurlarını, sanatsal yaratıcılığıyla ortaya çıkarabilmektir.

Asya Çağı’nın sanat ve edebiyatın bugünkü öncü-temsilcileri kimlerdir? Yani somut olarak şiirde, romanda, resimde, müzikte vb çağdaş sanatı kimler, hangi yapıtlarıyla, hangi düzeyde temsil etmektedir sorusunun yanıtı da kuşkusuz mutlaka önemlidir. Çağdaş-aydınlanmacı Türk, Rus, Çin, Hind, Fars, Arap kültürü bütün bu açılardan incelenmeli, tartışılmalı. Bu noktada, Türk edebiyatı açısından hemen şunu söyleyebilirim; “Asya Çağı Şairleri” önerisiyle bu tartışmayı açan şair Hüseyin Haydar, hem bu misyonu derinlemesine kavrayışıyla hem de Doğu Tabletleri başta olmak üzere yapıtlarıyla, bu öncü nitelikteki şairlerimizdendir. Hüseyin Haydar’ın şu cümlesi konunun ruhunu yansıtmaktadır: “İnsanoğlu gökyüzünün altında başı dik yaşamını sürdürüyorsa, bunda kutsal Asya ruhunun etkisi büyüktür.”

Kasım 2016

1 Daha ayrıntılı bilgi için bkz: Mehmet Ulusoy, “’Nataşa’nın Dansı’ndaki Turan Motifleri ve Avrasya Kültürü”, Teori, Mayıs 2016, sayı: 316.

2 Bunun için bkz: Mehmet Ulusoy, “Yeni Ortaçağ’ın İdeolojisi ve İlerici-Gerici Saflaşması”, Teori dergisi, Eylül 2014, sayı: 296; Mehmet Ulusoy, “Tüketim Toplumunda Cinselliği Tüketmek ve Eşcinsellik”, Teori, Aralık 2015, sayı: 311.

3 Bkz: L. N. Gumilev, Halkların Şekillenişi ve Yükselişi ve Düşüşü