26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İnsanlar ölür ama düşünceleri yaşar

Özdemir Nutku

Özdemir Nutku

Eski Yazar

A+ A-

Ülkemizin dış dünyayla olan ilişkileri içinde yüzümüzü ağartan en önemli olaylar sanat kurumlarımızın ve sanatçılarımızın dış ülkelerdeki başarılarıdır. Hiçbir diplomatik girişim sanatsal bir başarı kadar insanlar arasındaki yakınlaşmayı, anlayışı ve barışı sağlıyamaz. Bunun için de, sanatın dünya barışını sağlamada en etkin araçlardan biri olacağı üzerinde sık sık durulmaktadır. Bu doğru bir varsayımdır. Çünkü sanat evrenseldir; dili tektir, dünyanın tüm insanları için geçerlidir. Bizi uluslararası arenada tanıtan ünlü sanatçılarımız da bir ulusun baştacı olmalıdır. Bütün dünyada uygulandığı gibi, onlara en iyi şartlar sağlanmalıdır. Böyle, her ulusa çok seyrek nasip olan büyük sanatçılar muhalif diye onları yok saymak demokrasinin gerektiği çok sesliliğe uymadığı gibi, değerbilmezlik ve daha doğrusu kendi ulusunun başarılarını öldürmekten başka bir şey değildir.

Her türlü şiddetin uygulandığı ülkemizde, şimdi de kendilerini yetkili sananlar tarafından tiyatroya karşı şiddet uygulanmaktadır. Her ileri ülkenin baş tacı ettiği bu sanat dalına insafsızca saldırılmaktadır. Bir süre önce, Devlet Tiyatroları’nda başlatılan ve sinsi bir şekilde dalga dalga büyüyerek Istanbul Şehir Tiyatrolarına uzanan, sonra özel tiyatroları yok etmeye yönelik projeler, derken Istanbul’daki AKM’nin kullanılamaz duruma getirilmesi ve hemen ardından çağdaş Türk Tiyatrosu’nun kurucusu Muhsin Ertuğrul’un adını taşıyan binanın değiştirilip diğer binalarla birlikte bir kongre merkezine dönüştürme ve böylece, Muhsin Ertuğrul adının silinmesi hazırlıkları… Sorarım size, kültür ve sanattan anlayan hangi insan böyle ters bir karara imzasını koyar? Bu karara neden olan yetkili organın danışmanları kimlerdir? Asıl bu işin sahibi olan tiyatroculara sormadan, danışmadan, ‘ben yaparım olur’ anlayışının ilkelliği hangi demokratik anlayışta vardır? Yetki, bilgiyle anlam kazanır; bilgisizlerin hiçbir yetkisi yoktur. Tiyatro ihtiyacı duymayan, tiyatroya gitmeyen biri, bir kez bile tiyatronun kapısından girmemişse, ne hakla tiyatro üzerine ahkâm kesebilir? Bir toplumun moral kaynağı olan ve yaşam sevincini getiren tiyatroya karşı kim bukadar düşman olabilir? Kim olacak? Işığı sevmeyen, karanlıkta yaşamayı ve yaşatmayı kendilerine düstur edinmiş kişiler… Bu atmosfer içinde, bir gün sanatın başka dallarını da yok etme işlemi başlarsa buna hiç şaşırmamalıyız. Nedir bu şiddet, bu saldırı? Nedir bu kızgınlık? Gogol, “yüzünüz çarpıksa aynaya kızmayın!” demiş. Genç Türkiye’den bahsedip şişinenler, ilerisi için gençliğe ne bırakacaklar?

Atatürk Kültür Merkezi’ni onarmak, daha iyi bir duruma getirmek varken onu yıkmak, ancak yaratmayı bilmeyenlerin işidir. Arkadaş, sen önce bu binayı onar; binayı yeterli bulmuyorsan merkezi bir yere başka bir sanat ve kültür merkezi daha yap! Çağdaş Türk tiyatrosunun kurucusu, tiyatromuzun piri Muhsin Ertuğrul’un adını taşıyan binayı bırakmalıydık. O bizim kültür mirasımızdı. Özellikle, sanattan bir nebze anlamasan bile, aşağılık kompleksini defetmeye bak!

Hızla yayılan bir kültür kirlenmesinin sürecine girmiş olan ülkemizde tiyatronun önemi daha da artmıştır. Ne yazık ki, tiyatronun eskisinden daha da gerekli olduğu bu dönemde, tiyatro, büyük bir etki ve telkin aracı olan medya tarafından ihmal edilmiş durumdadır. Daha önemlisi, bugünün hükûmetleri tarafından adeta yok sayılmaktadır. Eskiden devleti yönetenler hiçbir tiyatro temsilini kaçırmazlardı. Şimdi ise arada sırada da olsa, tiyatnoya gelen yöneticilerin sayıları çok azaldı. Altmışlı, yetmişli yılları anımsıyorum: o zaman büyüğünden küçüğüne kadar bütün gazelerde, dergilerde mutlaka bir tiyatro köşesi ya da bölümü olurdu. Bugün Tiyatro, ancak bir iki gazetede yer alabiliyor. Aynı durum görsel medyada da böyle. Spora ayrılan sürenin yarısı sanata ve tiyatroya ayrılsa bugün bu kültür kirliliğini frenliyebilirdik. Medyanın kültür kirlenmesindeki payı küçümsenmiyecek kadar çoktur.

Ünlü aktris Helena Weigel, yetmişli yılların başında yazdığı Dünya Tiyatro Günü Bildirisi'nde,"Biz, tiyatro adamları," demişti "kendimizi özgü araçlarla dünyamızı yaşanabilir bir duruma getirmeye çalışıyoruz. Tiyatro ile ilgilenmemizin anlamı, yine ve her zamankinden daha çok, insana barış dolu bir bugün ile insanın insan için yardım,dayanışma kaynağı olacağı dostluk ve barış dolu bir gelecek hazırlamaktır." Çağımızda tiyatronun gerekliliği her zamankinden daha çoktur; çünkü hergün biraz daha içine kapanan, birbirinden uzaklaşan, tek başına kalmanın korkusunu yaşayan bireylerin ortaya çıkardığı otistik bir toplumu, birlikte olmaya, birlikte hissedip birlikte yaşamaya götüren yol tiyatrodan geçer. Tiyatro, çeşitli nedenler yüzünden bir isteri çağına girmiş olan insanı iyileştirebilecek, ona ruh sağlığını verebilecek gücü özünde taşıyan bir sanat dalıdır. Bunun için de, gerçek anlamda tiyatro, insanı yaşama bağlıyan, ona yaşamı ve kendini öğreten bir ruhsal sığınaktır.

Bugün bizler yalnızca tehdit edilen yığınların içinde değil, aynı zamanda bizi birbirimize tıpatıp benzeten kalıplara dönüşme tehlikesi içindeyiz. Farketmeden, benliğimize keskin biçimde adım adım etki eden bir normlaşma, kimlik kaybetme değişimindeyiz. Daha doğrusu kimliklerimizi kaybetme, güdülen bir ümmet durumuna düşma tehlikesi içindeyiz. Özgün yaratıcılığın yerini sentetik üreticilik aldı. Bundan kurtulmanın tek çaresi sanattır. Tiyatro da sanatın dinamosudur. Ünlü yazar Herbert Read’ın sözlerini hiç bir zaman unutmamak gerekir: “sanatın işlenmesi duyarlığımızın eğitilmesidir ve bizler sanatsal bir hava içinde yetiştirilmediğimiz takdirde, bomboş bir ruhsal yaşamın, karmakarışık bir sezgiselliğin ve dolayısıyla anlamsız ve tadsız bir dünyanın şiddetine ve suçuna itiliriz. Yaratma isteği olmayan yerde ölüm güdüsü oluşur ve bu da sonsuz bir yıkıcılığa götürür bizi!"

Tanımaktan kıvanç duyduğum Washington'daki Katolik Üniversitesi, Tiyatro Bölümü Başkanı Rahip Gilbert V. Hartke, günümüz toplumunda insanları tiyatroda toplamanın, bir tapınakta birleştirmekten çok daha geçerli olduğunu belirttikten sonra şöyle demiştir: "Aydın rahip yetiştirmektense, aydın sanatçı yetiştirmeyi seçtim. Bir tapınak kurmaktansa, bir tiyatro açmayı, günün yaşayış ve anlayış koşullarına daha uygun buldum". Bu aydın, olgun rahibin gözünde, tapınaktaki vaaz, artık ilkel kalmıştır; tiyatrodaki oyun ise daha çekici, daha alımlı, daha etkili düşüncelere ve duygulara yönelmiştir. Tek seslilik yerine, çok seslilik. Aynı şeyleri tekrarlamak yerine, çağdaş insanı doyuracak yeni, geliştirici düşünceler ve duygular! Netekim, Rahip Hartke'ye göre, hiçbir kilise vaazı, tiyatronun sahneye çıkardığı Shakespeare'in III. Richard tragedyası ölçüsünde kötüyü canladıramamıştır; çünkü tiyatro bir düşünce ve duygu yumağıdır. Tiyatro bir dünyadır.

Sanat, dolayısıyla tiyatro, insanı değiştirmek, ona yeni şeyler katmak ve ileriye götürmek içinse, söyliyeceğini açıkça söylemekten kaçınmamalıdır. Uygarlık tarihine bir göz attığımızda, insanı her yönden geliştiren şeyin düşünceler olduğunu görürüz. Düşünceler zaman zaman baskı altına alınmış, o düşüncelerin sahipleri yokedilmişlerdir. Ama düşünceleri yokedecek hiçbir güç varolmamıştır. Düşünceye silahla karşı çıkanlar, hiçbir düşüncesi olmayan, düşünmenin, duymanın ve yaratmanın mutluluğunu tatmamış zavallı yaratıklardır. Tarih boyunca, düşünceyi silahla, baskıyla, terrörle susturmak isteyenler her zaman çıkmıştır, ama insanlık tarihine kalan ve yüzyıllar boyu sürüp gelen hep düşünceler olmuştur. Terrör düşünceyi susturmak içindir; ama terrörün en çok korktuğu da düşünce ortamının bulunduğu demokratik düzendir. Onun için, demokratik sistemin etkili bir aracı olan tiyatro da terrör ortamı yaratılmak istendiğinde, sesini daha çok duyurmak zorundadır.

Dünyanın tiyatro tarihine bir göz attığımızda, tiyatronun mesajı, duygu atmosferi, düşüncesi ile insanlara hep manevi destek olmuş, çoğunluğa yönelen bir sanat olarak görürüz. Antik kültürde Tanrının evi ve okul, Rönesans'ta, din ve mezhep kavgaları içinde bunalan insanların ayakta durabilmelerine yardımcı olan bir sanat, onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllardada, toplumların özgürlük, eşitlik, kardeşlik duygularını ayakta tutan bir araç, iki korkunç dünya savaşında ve sonrasında toplumları geliştiren, değiştiren etkili bir ifade sanatı olarak izleriz tiyatroyu…

"Yaşam ile Tiyatro aynı şeydir ," der çağdaş bir düşünür; çünkü yaşam, tiyatro yoluyla yenibaştan yaratılır. Zaten sanatın tümü de, bu yaşamı bilinçli olarak yenibaştan yaratmak içindir. Sanat ve sanatın dinamosu olan tiyatro herkesin özgürlüğünü kazanması için en kestirme araçtır ve herkesin kendi özgürlüğünü kazanması gerekir, çünkü özgürlük olmadan insan yaşamında gelişim de olmaz.

Bugün bizler yalnızca tehdit edilen yığınların içinde değil, aynı zamanda bizi birbirimize tıpatıp benzeten kalıplara dönüşme tehlikesi içindeyiz. Farketmeden, benliğimize keskin biçimde adım adım etki eden bir normlaşma, kimlik kaybetme değişimindeyiz. Daha doğrusu kimliklerimizi kaybetme, güdülen bir ümmet durumuna düşme tehlikesi içindeyiz. Özgün yaratıcılığın yerini sentetik üreticilik aldı. Bundan kurtulmanın tek çaresi sanattır. Tiyatro da sanatın dinamosudur. Ünlü yazar Herbert Read’ın sözlerini hiç bir zaman unutmamak gerekir: “sanatın işlenmesi duyarlığımızın eğitilmesidir ve bizler sanatsal bir hava içinde yetiştirilmediğimiz takdirde, bomboş bir ruhsal yaşamın, karmakarışık bir sezgiselliğin ve dolayısıyla anlamsız ve tadsız bir dünyanın şiddetine ve suçuna itiliriz. Yaratma isteği olmayan yerde ölüm güdüsü oluşur ve bu da sonsuz bir yıkıcılığa götürür bizi!"