09 Mayıs 2024 Perşembe
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Afet risk yönetimi ve deprem

Serhat Latifoğlu

Serhat Latifoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Türkiye’yi sarsan 17 Ağustos Marmara depremi gerçekleşeli 22 yıl oldu. 7.5 şiddetinde Gölcük merkezli olarak gerçekleşen deprem sonucunda binlerce can kaybı oldu ve on binlerce vatandaş yaralandı. Depremde 285 bin 211 ev, 43 bin 902 iş yeri hasar gördü. 96 bin 796 konut, 15 bin 939 işyeri yıkıldı ve 150 bin civarında vatandaş uzun süre prefabrik evlerde yaşamak zorunda kaldı. Devlet vatandaş elbirliğiyle yaraları kısa sürede sarmaya çalıştı. Türk Milleti büyük bir dayanışma örneği gösterdi. 17 Ağustos depreminin maliyetinin 15 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. 1999 yılında GSYİH’nin 256 milyar dolar olduğunu göz önüne alırsak depremin kaybının toplam GSYİH’nin yaklaşık yüzde 6’sı kadar olduğunu görürüz. Evet, deprem bir doğal afettir. Fakat can ve mal kaybının bu ölçekte büyük olması kentleşme sorununun gündeme gelmesine ve sorgulanmasına neden oldu. Kalkınma planlarının uygulandığı dönemde düzenlenen 1975 tarihli deprem yönetmeliğinin ısrarla uygulanmaması çok ağır kayıplara neden oldu. Plansız bir şekilde yaşanan kentleşme, tarım sektörünün IMF eliyle küçültülmesinin ardından yaşanan ve ucuz işgücü için teşvik edilen iç göç büyük şehirlerde yığılmayı getirdi. Çarpık kentleşme beraberinde çok sayıda toplumsal sorun doğurdu. Aslında 1999 depreminde bir anlamda bu plansız programsız neoliberal politikaların yıkılışına şahit olduk.

EN TEHLİKELİ DOĞAL AFET DEPREM

Deprem, Türkiye’de doğal afet kayıplarında en büyük paya sahiptir. Can ve mal kayıp rakamlarında heyelan ve sel taşkınları depremin ardından ikinci ve üçüncü sıralarda yer alır. Türkiye coğrafi olarak deprem riski yüksek ülkeler arasında bulunuyor. AFAD raporuna göre 1900-2018 yılları arasında 4 ve 4’ten büyük toplam 11 bin 620 adet deprem gerçekleşmiş. Bu depremlerin 5’ten büyük bin 534 adet, 6’dan büyük 145 adet, 7 ve 7'den büyük 32 adet deprem gerçekleşmiş. Her 1.5 yılda bir 6 büyüklüğünde her dört yılda bir ise 7 büyüklüğünde deprem her altı yılda bir yıkıcı bir deprem gerçekleşiyor. Her yıl ortalama bin kişiyi depremler nedeniyle kaybediyoruz. Depremler sadece can kaybı değil altyapı ve üstyapı kaybı, işgücü kaybı gibi büyük mali kayıplara da neden oluyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye’nin büyük bir bölümü 1. derece deprem kuşağında bulunuyor. Ülke nüfusunun yüzde 70’i ve mevcut konutların yüzde 66’sı aktif fay hatları üstünde bulunuyor. Büyük sanayi merkezlerinin yüzde 74’ü enerji üreten tesislerin yüzde 31’i 1. ve 2. derece deprem riski taşıyan alanlarda bulunuyor.

Depremlerin tarihsel istatistikleri göz önüne alındığında şu sonuca ulaşılıyor; önümüzdeki 25 yıl içinde Marmara Bölgesi’nde büyük bir deprem olma olasılığı yüzde 65’tir ve bu olasılık her yıl yüzde 2 oranında artıyor.

MARMARA BÖLGESİ’NİN TÜRK EKONOMİSİNDEKİ ÖNEMİ

Marmara Bölgesi’nin Türk ekonomisinde çok önemli bir yeri var. Deprem riskinin bulunduğu bu bölge ekonomik anlamda Türkiye’nin can damarıdır. Türk ekonomisinin toplam ihracatının yüzde 67’si bölgeden yapılıyor. Sasvnayi faaliyetlerinin yüzde 52’si, sanayi sektörünün cirosunun yüzde 55’i Marmara Bölgesi’nde gerçekleşiyor. Toplam vergilerin yüzde 60’ı bölgeden tahsil ediliyor. Bankacılık sektörünün sağladığı kredilerin yüzde 60’ı bölgede bulunan şirketlere ve bireylere sağlanıyor. Marmara Bölgesi’nde 7’nin üstünde gerçekleşecek bir depremin Türk ekonomisinde çok yıkıcı bir etkisi olacaktır. 1999 depremi ile aynı oranda bir kaybın olacağını varsayarsak en az 50 milyar dolarlık bir maddi kaybın yaşanma ihtimali var. Böylesi bir maliyet Türk ekonomisine çok ağır bir darbe olacaktır.

DEPREME KARŞI KENTSEL DÖNÜŞÜME HIZ VERİLMELİ

Doğal afetler kaçınılmazdır ama alınacak önlemlerle kayıplar en aza indirilebilir. Dolayısıyla burada makro düzeyde planlara ihtiyaç duyuluyor. 1999 depremi sonrası devletin ilgili birimlerinde yeniden yapılanma ve koordinasyon sağlandı. 1999 öncesine göre devletin daha hazırlıklı olduğu söylenebilir. Fakat deprem kuşağında bulunan yapılaşma için aynı şeyi söyleyemeyiz.

Türk Çimento Birliği’nin yaptığı bir çalışma şunu gösteriyor; olası depremde İstanbul’da 48 bin bina yıkılacak ve 190 bin bina hasar görecek. Rapora göre İstanbul’da bulunan binaların yüzde 42’si az veya çok depremden etkilenecek. 1999 depreminden sonra çıkarılan ek deprem vergilerinden bugüne kadar 65-70 milyar TL kaynak sağlandığı tahmin ediliyor. Peki, bu kaynak nereye harcandı? Yıllar önce dönemin Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek kaynağın önemli bir kısmının altyapı yatırımlarına ve borçlanma faiz ödemelerine harcandığını ifade etmişti. Bununla birlikte vergilerin bir kısmı ile amacına uygun olarak kentsel dönüşüm yapıldı; 1.4 milyon konutun dönüşümünde kullanıldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın son yaptığı açıklamaya göre 2012’den bugüne kadar 1.4 milyon konut dönüştürüldü. Fakat halen 1.5 milyon adet konutun acilen dönüştürülmesi gerekiyor. Sadece İstanbul’da 48 bin binanın acilen dönüştürülmesi ve 146 bin 552 binanın güçlendirilmesi gerekiyor. Yapılacak toplam dönüşümün maliyetinin 57 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor.

AFET RİSKİNE KARŞI PLANLAMA ŞART

Kalkınma sadece GSYİH’da büyüme performansı göstermek değildir. Büyümenin katma değer yaratan bir kalitede olması ve yaşam standartlarının yükselmesi gerekmektedir. Doğal afetlere karşı can güvenliğinin sağlanması bu standartlardan biridir. Can güvenliği standardının sağlanması için ise tıpkı ekonomik kalkınmanın planlamasında olduğu gibi toplumsal hayatın planlanması ve örgütlenmesi gereklidir. Böylece doğal afetlere karşı vatandaşın güvenliği kadere bırakılmayacak ve doğal afetlerin yıkıcı etkisi en aza inecektir.