20 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Balzac’ın tefeci ve bankerlere attığı neşter

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

“Kim söylemiş ticarette şiir yoktur diye”

Balzac

“Ticaret Balzac’ta şiirsel hale gelmiştir.”

Taine

Ticari çıkarlar örümcek ağı gibi bütün toplumsal ilişkileri kuşattığı zaman, paranın insanın manevi dünyasını nasıl paramparça ettiğini Shakespeare’den sonra en güçlü şekilde betimleyen yazar Balzac’tır. Shakespeare, burjuvazinin serpilip gelişmeye başladığı kavşak noktasında, madeni paranın ışıltılı yüzünü betimledi. Balzac ise, devrimlerle alt üst olmuş bir toplumda madeni paranın ışıltısını kaybettiği, soğuk ve silik yüzünü betimledi. Siyasi iktidarı alan burjuvazinin yarattığı toplum da parası gibi soluk, renksiz ve soğuktur. Balzac’ın büyüklüğü bu soluk ve renksiz toplumu lirik bir dille şiirselleştirmesidir.

Balzac, paranın girdiği her cebi takip ederek burjuva toplumsal ilişkileri en karanlık noktasına kadar aydınlatır. Pis ve yoksul bir sokaktan göz kamaştırıcı, zarif bir mahalleye paranın, senetlerin, tahvillerin, bonoların izini sürerek, toplumu baştan aşağı bütün derinliğiyle betimler. Akşam evine ekmek götürmeyi büyük başarı sayan küçük esnaftan, onlarca uşağın çalıştığı malikanesine borsadan kazandığı milyonlarla dönen bankere kadar toplumsal sınıfların paranın iktidarı karşısındaki konumlarını gerçekçi şekilde ortaya koyar.

Balzac "César Birtteau’nun Yükselişi ve Düşüşü" eserinde, Paris’in sokaklarını bir kanal gibi birbirine bağlayan ticari ağın üzerinde Saint-Honoré Sokağı’nda parfümcü dükkânı işleten César Birtteau’nun trajik hayatını anlatılır. Balzac’ın burjuva toplumuna vurduğu keskin neşter darbeleri bu toplumun altındaki derin çelişkileri açığa çıkarır. Böylece sıradan bir tüccarın sıradan hayatından Antik Yunan tragedyalarına eş değer bir kahramanlık hikayesi ortaya çıkar: “Truva ve Napoléon birer şiirden başka bir şey değildir. İşte bu öykü de büyük bir yanı görülmediği için kimsenin anlatmayı aklından geçirmediği burjuvazinin uğradığı çalkantıların şiiri olsun. Bu çalkantılarda hiçbir büyüklük görülmez ama bu da öteki varlıklar gibi engin bir anlam taşımaktadır. Burada söz konusu olan tek bir adam değil, acılar içinde kıvranan bütün bir halk yığınıdır”.

CÉSAR’IN YÜKSELİŞİ

César Birtteau gecenin bir yarısı odasının ortasında durmuş, Figaro’nun Düğünü’ndeki genç uşak gibi, salonun uzunluğunu ölçmektedir. Bu sırada yatağında yalnız bıraktığı karısı Constance bir kabusun ortasında uyanmaya çalışmaktadır. Kadın rüyasında kendisini çift görmüştür, üstü başı yoksulluk içinde dükkândan içeri girerek, tezgahta oturan kendisinden sadaka istemektedir. Bu kabustan uyanma çabası içinde kadının bilinçaltını okura sunan Balzac, ilk sahnede burjuva toplumunda hakim olan korku ve güvensizliğin, yirmi yıllık evlilikte bile canlı biçimde var olduğunu gösterir. Bireyler birbirinden durmaksızın şüphelenir. Vahşi kapitalizmin ilk döneminde şüphe, bireylerin hayatta kalmasını sağlayan tek “erdemidir”.

Kadın korku içinde uyanıp César’ı salonun ortasında bulduğunda ne olduğunu anlayamaz. César vereceği balonun heyecanı içinde gözüne uyku girmemiş, salonu nasıl büyüterek daha çok konuğu misafir edebileceğini düşünmektedir. Balolar yüksek sosyetenin bir nişanıyken sıradan bir tüccarın balo vermek istemesine ancak Molière’in oyunlarında rastlanır.

César, Chinon yakınlarında soylu bir kadının bağında ortakçı olan babasıyla bu kadının hizmetçiliğini yapan annesinin üç çocuğunun en küçükleridir. Annesi César’ı doğururken ölür, babası da bu üzüntüyü kaldıramayarak vefat eder. Her şeye rağmen César, okuyup yazmayı ve hesap yapmayı öğrenip on dört yaşında memleketinden ayrılarak, cebinde yirmi frankla, yalın ayak yürüyerek, hayatını kazanmak için Paris’e gelir. Bir yakınının yönlendirmesiyle Bay ve Bayan Rogon’un parfümcü dükkânına çırak olarak girer. “Zaman zaman memleketinde adet olduğu gibi kendini tembelliğe verse de zengin olmak için yanıp tutuşmaktaydı; ince düşünceden ve bilgiden yoksundu ama yanılmaz bir içgüdüsü vardı ve yufka yürekli bir çocuktu”. Paris’in çetin yaşam kavgasını karanlık bir dükkânın içinde çalışırken öğrenmeye başlar.

Devrimin hızla ilerleyerek radikalleştiği Paris’te, bütün Fransa’nın olduğu gibi, César’ın hayatını da devrimin kaderi belirler. 1793’te Avrupa’daki krallıkların devrimi boğmak için Paris’e hücum ettiği sırada büyük seferberlik ilan edilir. 18-25 yaş arasındaki bütün erkeklerin vatan savunması için askere alınmasıyla işçilerin çoğu gittiği için, César ikinci tezgâhtarlığa yükselir ve sonra kasaya oturur. César’ın yükselişi böylece başlamıştır. Balzac, yükselmekte olan bu yeni sınıfa üye insanların nasıl ve hangi yollarla zenginleştiğini, neredeyse bütün eserlerinde takıntı derecesinde irdelemiştir. Krallık naibinin bir soyluyu dört kuşak geriye giderek takip etmesi gibi Balzac da yeni orta sınıfın şeceresini çıkarır. “1794 Vendemiaire ayında yüz altın vererek, karşılığında altı bin franklık assignats aldı. Paranın değerinin düşmesinden bir gün önce de otuz franklık tahviller satın aldı. Tahvil cüzdanını anlatılmaz bir sevinçle sakladı. Artık tahvillerde ve hazine değerlerindeki değişiklikleri, tarihimizin bu dönemindeki olayların elverişli ya da elverişsiz gidişine göre yüreği kaygıyla çarparak izlemekteydi”.

Balzac, burjuva sınıfının Devrim sırasındaki kıtlıktan yararlanarak nasıl zenginleştiğini yorulmaksızın anlatır. Goroit Baba, bir fırında çırakken kıtlık dönemindeki tahıl spekülasyonuyla zenginleşir. Mösyö Grandet, fıçı ustasıyken Devrim sırasında satışa çıkarılan kilise topraklarına dürüst olmayan yollarla sahip olur ve kasabanın en zenginleri arasına katılır. Kapitalizmin ilkel birikim dönemini Balzac kadar derinlikli şekilde betimleyebilen başka bir yazar daha bulmak zordur.

Devrim arabasının açtığı yolda yürüyen César, buna rağmen koyu bir kralcıdır. Mösyö Rogon, kraliçe Marie Antoinette’in parfümcüsüdür. Rogonlar, krallığa, soyluluğa ve kiliseye saygı gösteren burjuva sınıfına mensuptur. Bu ailenin kralcılığı “yaradılış gereği kralcı olan bu Touraineliyi büyülemiştir”. César’ın kralcılığı, Devrim hükümetinin “Le Maximum” uygulamasına karşı doruğa çıkar. “Le Maximum” ile hükümet tavan fiyatı belirleyerek yoksul sınıfı korumayı amaçlamıştı. Devrim hükümeti alt sınıfların yaşam hakkını savundukça, tüccar orta sınıfın öfkesi soyluluğun devrim düşmanlığıyla kaynaşmıştı. Ayrıca devrimden önce erkekler peruka takar ve pudra sürerdi. Parfümcü olarak César “Titusvari bir modayı benimsetmeye zorlayan ve pudrayı ortadan kaldıran bir devrimden de ayrıca nefret ediyordu. Yalnız mutlakıyet yönetiminin sağladığı yaşama ve para kazanma olağanı, onu bağnaz bir kralcı yapmıştı”.

Bourbon hanedanın bu sadık neferi, genç bir subayken kralcı ayaklanmayı bastırmak için görevlendirilmiş Napoléon’a karşı, Saint-Roche kilisesinin basamaklarında yaralanarak sadakatini bütün Paris’e kanıtlamıştı. Gecenin bir yarısı salonunu ölçen César, namuslu bir tüccar ve örnek bir kralcı olduğu için kendisine Kral tarafından verilen Légion d’honneur madalyasını kutlamak için balo vermek istemektedir. Restorasyon sonrası Krallığın Fransa’ya yeniden gelmesiyle yükselmeye devam eden César, önce Ticaret Mahkemesi yargıçlığına sonra da belediye başkan yardımcılığına kadar yükselir. Ticaret hayatı boyunca mütevazi şekilde yaşayan bu namuslu adam artık gözünü en yükseklere dikmiştir.

CÉSAR’IN KURTLAR SOFRASINA DÜŞÜŞÜ

“Bütün Avrupa başkentlerinin mağrur aristokratları alçak bir milyoneri aralarına almaya yanaşmasalar bile, Paris kollarını açar ona, şölenlerine koşar, yemeklerini yer, alçaklığına kadeh tokuşturur.”

Balzac

César, Paris’in yüksek sosyetesini misafir edeceği ihtişamlı balo için genç ve yetenekli bir mimarla anlaşıp evini yenilemek istemesi üzerine karısıyla tartışır. Sınırlı bütçelerini aşan bu maliyet karşısında, karısı felakete sürükleneceklerini sezer. Ne var ki César “ticaretimizi genişletip yüksek sosyeteye sokulalım” diyerek karısını “ Parisli bir kadın olduğun halde gözün hiç yükseklerde değil” diyerek eleştirir. César’ın hakkı César’a! Gerçekten de Constance “küçük burjuva kadın tipinin ta kendisiydi. Dar düşünceli bir insandı...aklı fikri mutfakta, kasadadır...yalnız en basit fikirlere aklı erer, ıvır zıvır şeylerle uğraşır, her şeyden korkar, her şeyi hesap eder ve hep geleceğini düşünür”. Yükselme hırsının bütün toplumu fethettiği bu dönemde Constance’in bu korkaklığı ona aynı zamanda güçlü bir sezgi yeteneği de kazandırır. Çünkü yükselmek kadar düşmek de bu dönemin başat özelliğidir.

César, parfümcülük yaparak hedeflediği şekilde toplumun üst noktalarına çıkamayacağının farkındadır ve arsa işine gireceğini söyler karısına. César hızlı ve kârlı arazi işine girerek politika yolunda ilerlemek istemektedir. Constance kocasını “parfümcüsün parfümcü kal, arsa alıp satmaya heves etme” diyerek sağduyuyla uyarır: “ Bu büyüklük merakı yok eder... bugün de politikayla uğraşmak kendini ateşe atmak demektir...zenginliği artırmak istiyorsan 1793’teki gibi yap” demesine rağmen, César kararlıdır ve Paris’in finans dünyasına çekinmeden adım atar.

Restorasyon sonrası Krallık “saygın ve köklü” kurumlarını yeniden inşa etmek istese de Fransa’da artık ticaretin yasaları gerçek hükümdardır. César, sınırlı zekâsı ve naif kişiliğiyle nasıl bir çevreye girdiğini ilk başta fark edemez. Balzac’ın dehası bu noktada kendisini gösterir. 1820’lerin Fransa’sında henüz tohum halinde olan toplumsal ilişkilerin nasıl evrileceğini öngörür. Tefecilerin, bankerlerin, spekülatörlerin 1860’larda Fransa’nın kaderine 3. Napoléon ile birlikte nasıl hükmedeceğinin kehanetinde bulunur Balzac. Özellikle 3. Napoléon döneminde Hausssmann tarafından Paris’in yıkılıp yeniden inşa edilmesinde, arazi spekülasyonunun toplumu fethetmesinden yarım yüzyıl önce Balzac, kötülüğün ilk filizlenişini tüm çıplaklığıyla ortaya serer.

İhtişamlı balosuyla Paris’in yüksek sosyetesinin salonlarında ismi anılmaya başlayan César, birkaç gün sonra yüksek maliyetli faturaların önüne gelmesiyle kendi sosyal sınırlarını aştığını anlar. “Parfümcünün yakasına kralın iliştirdiği uğursuz kırmızı kurdele bu kadar pahalıya mâl olmuştu” sözlerini Eski Rejime bağlı Balzac’tan duymak önemlidir. Burjuvazinin soylu sınıfı taklit ederek kendisini iflasa sürüklemesini birçok eserinde işleyen Balzac “aristokrasinin şapkasını takarak kendisini soylu sanan” bu sınıfın dramatik durumunu ince bir alayla anlatır. Balo sahnesinde aristokrat sınıfın zarif kadınları karşısında bu sonradan görme sınıfın kadınlarının bayağı zevklerini yerden yere vurur.

César yükselişine vurulan asıl darbeyi arazi işinde ortaklarından olan noterin kendisini dolandırmasıyla yer. Ticaret hayatı boyunca namusuyla yaşamış César bir anda kendisini büyük borç altında bulur. Böylesine saygın bir adamın bir gecede düşüşü Paris’in ticari hayatına hızla yayılır. İnsanların gözünde felaketi kendisi yapmıştır. Oysa Cesar’ın tek bir suçu vardır, bir an şüphe etmeyi unutmuştur. Alacaklılar tarafından sıkıştırılmaya başlayan César ilk kez yalan söyler. Namuslu bir adamın ticaret yasaları içinde yozlaşmasının kaçınılmazlığını dile getirir Balzac: “felaketin başında kimse dolandırıcılık yapmaz ama zorunluluklar altında bu yola sapar... kırk yıl namuslarıyla yaşamış bu insanlar şereflerini kurtarmak kaygısıyla, en azgın kumarbazların yolundan giderler; yapamayacakları şey yoktur bunların. Karılarını satarlar, kızlarını kiralarlar, en yakın dostlarının başını derde sokarlar”.

Tazı gibi peşine takılan alacaklılardan kaçmaya çalışan César kendisini kurtlar sofrasında bulur. Tefecilerin, bankerlerin yırtıcı pençelerine usulca boyun eğer. Bugün, küreselleşme çağında, paradan para kazanan, üretimden kopan burjuva sınıfının atalarının soy kütüğünü çıkarır Balzac. Anatomi dersindeki tıp hocası gibi, finans dünyasının ekonomi politiğini en ince ayrıntısına kadar didik didik eder. İnsanlık Komedyası’nın bu asalak sınıfını, oturduğu mahalleden, evinin dekoruna, jest ve mimiklerine kadar betimleyerek bu sınıfın ahlakını Rembrandt gibi resmeder.

Monlieux “yalnız Paris’te rastlanan gülünç bir rantiyeydi...parasını tahvillere yatıran tiplerden... düzenden yana burjuvadır...ama ruhu her zaman iktidara isyan halindedir, yine de boyun eğer ona...Papaz Meslier’in Sağduyu kitabını okur, deizmle Hristiyanlık arasında karar veremez”. Monlieux’un oturduğu mahalle yoldan geçenlerin romatizmaya tutulmasına neden olan küf kokulu Batave meydanındadır, “bu meydan ticaretin mezarıdır”. Monlieux, Paris’te birçok evi olan rantiyecidir, kiracılarına düşman gibi saldırır, onlar üzerine tahakküm kurmak hayatta aldığı en büyük zevktir. Ne yazık ki bu adam César’ın da ev sahibidir. Monlieux karakteriyle Balzac, küçük burjuva sınıfının çözümlemesini, Marx’ı hayran bırakacak şekilde, eksiksiz yapar.

Elindeki borç senetlerini kırdırmak için kapı kapı dolaşan César kendisini Grenétat Sokağı’nın girişinde bulur. Balzac okuru daha sonra tefeci Gigonnet ile tanıştırır: “Grenétat Sokağı, her binasında birkaç işyeri bulunan çirkin görünüşlü bir yerdi. Burada en çok göze çarpan, fabrikaların pislikleriydi. İhtiyar Gigonnet, her tarafı dökülen, küçük kirli pencereli bir evin üçüncü katında oturuyordu... Merdivenlerin basamakları, havanın durumuna göre, cıvık ya da katı bir çamurla kaplıydı, çöp içindeydi”. Tefeci Gigonnet milyonları olmasına rağmen bu yerden ayrılmaz. Karakterler, kişilikleriyle özdeşlesen mahalleler ve evlerle uyum içinde tasvir edilir.

Daha sonra tefeci ve rantiyeci sınıfın pis ve karanlık mahallerinde bu asalak sınıfın “soylu” kesimini temsil eden, bankerlerin görkemli sokaklarına adım atar César. Milletvekillerinin bile bürosunun önünde sıraya dizildiği, sadece Fransa’nın değil bütün Avrupa’nın para trafiğine hükmeden, bakanları düşürüp kamuoyunu manipüle eden kibar ve kültürlü liberal Keller sahneye çıkar. Kellerler’in gücü bankaların da üstündedir. Kendi halinde bir tüccar olan, ticaret mahkemesinde yargıçlık yapan César ilk kez bu dünyayı yakından gözlemler. Liberal Keller, kralcı César’ın düşüşünü keyifle dinler. Balzac “piyasa acıma diye bir erdem bilmez” diyerek César’ın bu yırtıcı hayvanların arasında vicdan kırıntısı aramasının trajik boyutuna dikkat çeker: “Ticaretin cellatlarıdır bunlar, çevirmedikleri alçakça manevra yoktur...Politika pisliklerini örtüyor bunların”.

YOZLAŞMAYA KARŞI CUMHURİYETİN ERDEMLERİ

Yok edici bencil çıkarların ortasında sıkışan César’ın ahlaken yozlaşmasını engelleyen ise eski tüccar yaşlı Pillerault’dur. Pillerualt, cumhuriyetin erdemlerine olan bağlılığıyla romanın ahlaki merkezini temsil eder: “Hiçbir zenginlik onunki kadar doğrulukla, onurla ve hak edilerek kazanılmış değildi...devrimin burjuvaziye kattığı emekçilerdendi...cumhuriyetin erdemlerine inanırdı”. Balzac gibi krallığın imgesine saygı duyan bir yazarın, ahlaki pusulasını şaşırmış bir toplumda örnek bir kişi olarak cumhuriyetçi bir karakteri, romanın merkezine yerleştirmesi çok önemlidir. Sade yaşamıyla, bencilliğin ulaşamayacağı kadar yükseklerde vicdana sahip Pillerault, César’ın düşüşünde onun yanlış yollara sapmasını engeller. César ve ailesi yaşadıkları felaketi Pillerault’dan aldıkları güçle vakur şekilde göğüsler. Çürümüş tefeciler bile bu soylu adam karşısında hizaya geçer. Balzac, Pillerault’yu bir filozof olarak sunar okura, elinden düşürmediği cumhuriyetçi gazetesiyle “geveze ve fahişe” Borsa Meydanı’nı erdemin ışığıyla aydınlatır.

César’ın bir türlü iflas içinde olduğu gerçeğini kabul etmeyerek koşullarını, kendisinin ve ailesinin onurunu tehlikeye atacak şekilde, zorlamasına karşı Pillerault, bilgece sağduyusuyla ailenin ahlaken düşüşünü engeller. Emekçi karakterindeki cefakar özellik, César ve ailesine namuslu şekilde çalışarak borçlarını ödeyip başı dik sokakta yürümesine örnek olur. Paris’te iflas eden bir tüccarın postunu yüzüp sırtına geçirmek isteyen bu asalak sınıfın pençeleri Pillerault çevik gibi iradesi karşısında amacına ulaşamaz. İflas sonrası mahkemelerde dönen entrikalardan Pillerault, César ve ailesini, cumhuriyetin kahraman bir generali gibi kurtarır.

Balzac, burjuva toplumuna sert ve uzlaşmaz eleştirileriyle saldırırken “yükseliş ve düşüş” metaforlarını tersyüz eder. Eğer César iflas etmeseydi, yüksek sosyete sınıfında kendisine bir koltuk kapacak, giriştiği arazi spekülasyonunda “yetkin” bir düzenbaz olacaktı. Yozlaşmış bu toplumda her basamağı tırmanırken kendisine yük olan erdemlerini yüreğinden yavaş yavaş elleriyle sökecekti. Constance ise, iflastan önce tek hayali kızını zengin bir noterle evlendirmek isteyen tipik burjuva ahlakına sahiptir. Düşüşle birlikte Constance, César’ın çırağı Popinot’nun gerçek değerini fark eder, kızını bu ilk Hristiyanların erdemine sahip çocukla evlenmesini ister. Elbette kızları Césarine de zengin bir kocanın parasıyla asalak ve entrikalarla dolu bir hayat yaşamaktan yine bu düşüşle kurtulur. César ve ailesinin düşüşü Pillerault sayesinde ahlaki ve insani bir yükselişe kavuşur, César borçlarını ödemeye başlayarak eski saygınlığının da üstüne çıkarak Paris’in en namuslu insanları arasında sayılır.

Balzac, burjuva toplumundan şiddetle nefret etmesine rağmen özel mülkiyeti hiçbir zaman eleştirilerinin merkezine koymamıştır. Ancak Balzac bu eserinde özel mülkiyetin temelini tartışmaya açar ve özel mülkiyetin meşruluğunun sınırına gelir: “Özel servetle ilgili bütün yasalar her zaman birtakım hilelerin geliştirilmesine açık kapı bırakır”. Ne var ki Balzac burjuva toplumunun temeli olan özel mülkiyet konusunda tartışmanın kapısını aralasa da bir adım daha atarak eleştirisini derinleştirmez. Para kazanma hırsıyla benciliğini bir veba gibi tüm dünyaya yayan burjuvazinin çıkış noktası olarak Fransız Devrimi’ni gören Balzac; devrimin, eşitliğin egemen olduğu bencillikten arınmış yeni bir toplum kuracak işçi sınıfının potansiyelini de ortaya çıkardığını aynı şekilde gözlemleyememiştir. Burjuva toplumundaki finans sınıfının tohum halindeki yıkıcı özelliklerini öngören Balzac, aynı derin bakışıyla işçi sınıfının tohum halinde taşıdığı yepyeni bir dünya kuracak ütopyalarını görmeyi başaramamıştır.