17 Mayıs 2024 Cuma
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bir fil hikayesi

Engin Ünsal

Engin Ünsal

Eski Yazar

A+ A-

Şahlar şahı Timur Şah hayvanları çok severmiş. Halkını da bu sevgiye ortak etmek için halkına bir fil hediye etmiş ve o fili çok sevmelerini, iyi beslemelerini istemiş. Gelin görün ki o fil çok oburmuş. Zaten geçimin sıkıntısı yaşayan halk şahın filini beslemekte çok zorlanmış. Ellerindekini, avuçlarındakini verdikleri halde fil bir türlü doymazmış. Geçim sıkıntısı canlarına tak edince halk ülkenin en bilge kişisine gitmiş ve “Üstad önümüze düş bizi bu filden kurtar” demişler. Bilge kişi, “Hep beraber şaha gidelim ve fili geri almasını isteyelim” demiş ve halkın önünde saraya doğru yürümeye başlamış. Saraya yaklaştıkca halk korkudan yavaş yavaş yürüyüş kolundan ayrılmış. Saraya yaklaştıklarında bilge kişi arkasına dönüp bakmış ki kimse yok. Saraydan içeri girmiş ve huzura alınmış. Şah, “Ey bilge nedir benden istediğin” diye sormuş. Bilge kişi, “Şahım halkımız verdiğiniz filden çok memnun, bir fil daha vermenizi istiyor” demiş.

HALKIMIZ BİR FİL DAHA İSTİYOR

İş sözleşmesi ile çalışan emekçilerin yarısından fazlası asgari ücretle çalışıyor. Beş milyonun üzerinde işsiz var. Ekmek aslanın ağzında değil, midesinde. Çarşı-pazar yangın yeri. Ayın sonunu getiremeyen insanlar kredi kartı batağına saplanmış durumda. Yerli ve yabancı sermaye yatırım yapmıyor, döviz akıl almaz düzeye yükseliyor, ülkenin iç ve dış borçları giderek artıyor. Bütün bunlara rağmen necip Türk halkı bütün bunların sorumlusu olan AKP’ye oy vermeye, tek adam diktasını desteklemeye devam diyor. İnanılır gibi değil. Anlaşılan halkımız pahalılığın, işsizliğin daha da artmasını, yolsuzlukların, soygunların sür git devamını istiyor. Demokrasilerde halkın isteğine şapka çıkarmaktan başka yapılacak bir şey yok.

İŞÇİLERİ-SENDİKALARI ZOR GÜNLER BEKLİYOR

AKP işçiden yana, sendika özgürlüğünden yana bir parti değil. 3656 sayılı Sendikalar Yasası’nın verdiği yetkiyle AKP’nin Çalışma Bakanlığı biat sendikacılığını gerçekleştirmek için hiçbir sınır tanımayacak. Türk-İş küçülecek Hak-İş büyüyecek. Memur-Sen AKP desteğine daha fütursuzca devam edecek. İşverenler toplusözleşme masalarında daha buyurgan olacak. Grev yapmak hayal olacak çünkü AKP en ufak grevi bile ertelemekte kendini çok rahat hissedecek. Sendikalaşma oranı düşecek, baskılar karşısında sendika üyesi olmak büyük cesaret isteyecek. Yargı reformu, yargının bağımsızlığı, yargıç güvencesi gerçekleşemeyeceğinden işçilerin ve sendikaların sorunlarını yargıda çözmesi olanaksız olacak.

BULGARİSTAN’DAN BİR ANI

1967 yılında Genel-İş’in Başkanı Abdullah Baştürk ile PSI Genel Kurulu’na katılmak üzere araba ile Bulgaristan’dan geçerek Viyanaya’ya gidiyoruz. Bir dağ başında çalışan işçiler bizi durdurdu. O zamanlar araba plakalarında şehir isimleri yazardı. Bizim Türk olduğumuzu anlamış olan Bulgar Türkleri bizimle konuşmak için bizi durdurmuşlardı. Bizim sendikacı olduğumuzu anlayınca, “Siz önemli insanlarsınız bize yardım edin” dediler. Türkiye’nin Bulgaristan ile bir göç anlaşması imzalamasını ve bizim bunu çabuklaştırmamızı istiyorlardı. Merak edip çalışma yaşamları ile bilgi edinmek istedim. 90 Leva aylık aldıklarını, beş Leva ev kirası verdiklerini, ilaç, sağlık hizmeti, okulun parasız olduğunu, evlerinde elektrik, su tuvalet olduğunu anlattılar. Tek şikayetleri ağır işlerde çalıştırılmaktı. Ben kendilerine Türkiye’de durumun pek parlak olmadığını, geçimlerinin çok zor olacağını, yaşam kalitelerinin çok düşeceğini anlattım. İçlerinden grubun sözcüsü olan işçi, “Olsun beyim biz her türlü eziyeti yaşamaya hazırız yeterki camiye özgürce gidelim, Müslümanlığımızı yaşayalım” dedi. Hiçbir şey söyleyemedim. Göç anlaşması imzalandı, çok gelen oldu ama buradaki yaşam onlara çok zor geldi ve çoğu geri döndü. Dindar insanlara saygım büyük ama sadece dinle yaşanmıyor. Öbür dünyada cennette yaşamak için bu dünyada insanlar ekmeklerinden vazgeçebiliyor. İşte bu çok düşündürücü.