09 Mayıs 2024 Perşembe
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bir ‘imkan’ olarak Cumhuriyet

Gaffar Yakınca

Gaffar Yakınca

Gazete Yazarı

A+ A-

Cumhuriyetimiz ilk 100 yılını geride bıraktı, hayırlı olsun. Zaman izafidir. Yüz yıl bir kedi için imkansız, bir insan için pek zor bir yaş olmakla beraber, örneğin bir çınar ağacı için ancak gençlik yıllarına denk düşer.

Devletlerin yaşam döngülerini ise doğadaki varlıklar kadar kesin sınırlar ile ifade etmek mümkün değil. Tarihte ömrü birkaç ay sürmüş devletler olduğu gibi bin yılı devirenler de var. Devletlere bir ömür tayin edilebilir mi? Veya devletlere neye göre yaşlı yahut genç diyebiliriz? Devlet doğal bir varlık olmadığına, insanlar tarafından inşa edilen bir yapı olduğuna göre, devletlerden ziyade onları kuran halklara ve düşüncelere odaklanmak daha doğru olur sanırım.

2200 YILLIK DEVLET GELENEĞİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 100. yıl mesajında geçen şu ifadeye dikkat edin: “Türkiye Cumhuriyeti, Cumhurbaşkanlığı Forsu’ndaki 16 yıldızda manasını bulan 2 bin 200 yıllık devlet geleneğimizin tüm birikimine sahiptir.”

Cumhurbaşkanı’nın 2 bin 200 yıllık Türk devlet geleceğine vurgu yapması boşuna değil. Ne diyordu Atatürk? “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Demek ki devlet, halkın hayatta kalma ve yükselme iradesinin bir sonucu olarak kuruluyor; o halka ait bir geleneğin, zamanı geldiğinden tekrar edilmesi anlamına geliyor.

O zaman ne zaman geliyor peki? Mevcut devlet yaşayamaz hale geldiğinde. Yani halk aynı halk, gelenek aynı gelenek ama bir şey değişiyor, işte o değişen şeye devletin kuruluş düşüncesi/felsefesi diyoruz. Bir önceki artık işlemez hale gelmiş ki halk, -geleneğe başvurarak- yeni bir kurucu felsefe inşa ediyor.

Daha açık ifade edeyim, Osmanlı Devleti’nin son iki yüz yılında tüm aydınların, askerlerin ve devlet adamlarının tartıştığı tek bir konu vardı:

“Devlet nasıl kurtulur?” Geri kalmışlık birden çok etkenle ortaya çıkan bir olgu, bunlar belki tek tek tamir edilebilirler şeylerdi, ancak tıpkı insan bedeninde peyda olan bir hastalığın başka organları da çalışmaz hale getirmesi gibi, bir süre sonra -özellikle de sanayi devrimi kaçırıldıktan sonra- Osmanlı bedeni tamir edilemez hale geldi.

Yeni kurulan devlet ise iyisi ile kötüsü ile Osmanlı mirası üzerine kuruldu. Zaten Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası anlaşmalar ile de bu devamlılığı kabul etmiştir. Misal, Duyunu Umumiye borçlarının son taksiti Cumhuriyet kurulduktan 25 yıl sonra, 1954’te ödendi.

Peki, Türk devlet geleneği dairesinde bakacak olursak, ‘100 yıl’ Türkiye Cumhuriyeti için ne ifade etmektedir? Eski büyük devletlerimizin giderek artan bir ömür sergilediğine ve Cumhuriyet’ten önceki son devletimiz de 623 yıl yaşadığına göre 100 yıllık bir devlet hala pek genç sayılabilir. Bire bir aynı şablonu uygulamaya kalksak, Osmanlı Devleti’nin ilk yüzyılda kuruluşunu tamamladığını, ikinci yüzyılında ise bir cihan devleti haline geldiğini görürüz.

İkinci yüzyılımızın başında önümüzdeki kritik soru da budur. Benzer bir durum Türkiye Cumhuriyeti için de geçerli olabilir mi?

‘ÇAĞA DEVRİMCİ HAMLELERLE HÜKMETMEK

Bu soruya yanıt vermeden önce birkaç noktayı tespit etmek gerekiyor. Birincisi, zaman bundan 700 yıl önce olduğu kadar yavaş akmıyor. İkincisi, 700 yıl önce ne kapitalizm vardı ne de onun en azgın hali olan emperyalizm. Üçüncüsü, bugün teknoloji ve bilimin ulaştığı seviye her ulusun önüne büyük fırsatlar getirdiği kadar büyük tehditler de getiriyor. Yani, fakru zaruret içinde kurulmuş ve ilk yüz yılını emperyalist düzenin türlü çeşitli tuzaklarını atlatarak tamamlayabilmiş bir devletin gelecek yüzyılı sandığımız kadar da kolay olmayabilir.

Ancak tarihinin önümüze koyduğu tüm riskler ve güçlükler karşısında bir de büyük avantajımız var. O avantaj, Cumhuriyet fikrinin artık Türk devlet geleneğinin bir parçası olmasıdır. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin belki de en büyük başarısı, cumhuriyet fikrini o 2 bin 200 yıllık geleneğin son merhalesi haline getirmesi, Türk devlet düşüncesini o düzeye taşımış olmasıdır. Bu sayede, bizzat Cumhuriyetin kendisi, devleti kuran halk için tarihsel bir imkana dönüşmüştür.

İşte ikinci yüzyılımızın bir altın çağa dönüşmesi de işte bu imkanı kullanma kabiliyetimizde saklıdır. Cumhuriyetin bir imkan olarak kullanılması nedir diyecek olursanız…. En sade özeti, çağı devrimci fikirlerle okumak ve o çağa devrimci hamlelerle hükmetmektir diyebiliriz.

Cumhuriyet 29 Ekim