19 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

'Coronacoma' ekonomisi notları!

Ufuk Söylemez

Ufuk Söylemez

Eski Yazar

A+ A-

“Coronacoma Economics”, Nobel ödülü de almış bulunan iktisatçı Paul Krugman’ın 31 Mart 2020 tarihinde New York Times gazetesinde yayınlanan yazısının başlığıydı.

ABD ekonomisinin, tıbbi koma benzeri bir coronakomaya gireceğinden bahsediyordu Krugman makalesinde.

Küreselleşmenin finansal-ticari-üretim boyutu, iş “can derdine” gelince tamamıyla iflas etmiş görünüyor gerçekten de.

Artık dünya sosyal dayanışmadan, yardımlaşmadan, sosyal devletten, önleyici halk sağlığından bahsediyor.

Sağlık-eğitim gibi insanların temel gereksinimlerinin, kamu tarafından güvence altına alınmasının önemi vurgulanıyor.

Yine ABD’de Afrika kökenli siyahi insanların, Kovid-19 salgınından ölme oranlarının çok daha yüksek olmasının ardında da işte bu sorun yatıyor.

Düzenli ve güvenli bir işe sahip olmayan, çoğunluğunu yoksul ve dar gelirlilerin oluşturduğu insanlar, ABD’de çok pahalı olan sağlık hizmetlerinden, anormal özel sağlık sigortası ödemelerinden dolayı, hastanelere başvurmaktan bile çekiniyorlar.

***

Her şerden bir hayır çıkarmak gerekirse, popülist-vahşi kapitalizm ve kumarhane kapitalizminin, miyop bakış açısıyla, kısa vadeli, finansal kardan başka gözü bir şey görmeyen anlayışı, bugün tam anlamıyla “Coronacoma” denilen koma haline girmiş vaziyette.

Uzaya-Mars’a giden, trilyonlarca dolarlık nükleer silahlanma yapan, tüket-daha çok tüket anlayışı, bugün ne üretebilen ne de tüketebilen bir “komaya” girmiş durumda.

***

Bu salgın eğer yeni bir ilaç ve/veya aşı bulunmaz ve de kontrol altına alınamaz ve önlemler yetersiz kalırsa, 1-2 ayda sonuçlanacak gibi görünmüyor ne yazık ki.

Bunun ani duruş (sudden stop) yaşayan, bütün ekonomilere büyük bir GSYH - milli gelir düşüşü olarak yansıyacağı hesaplanıyor.

Örneğin Krugman, yüzde 30’luk bir küçülme bekliyor ABD ekonomisi için.

Türkiye için tahmin yapmak bu aşamada zor olsa da, salgının ve önlemlerin en azından Haziran ayına kadar süreceği az-çok anlaşılıyor. Bu durumda bile Türkiye’de birçok sektörde daralma kaçınılmaz. Erken verilere bakıldığında, birçok ekonomist Türkiye’nin altı aylık süreçte en az yüzde 20 oranında GSYH - milli gelir kaybı yaşayacağını öngörüyor maalesef.

Belirsizlik, salgın ve önlemlerin üç ay sürmesi halinde farklı, altı ay veya dokuz aya uzaması halinde ise daha farklı ekonomik küçülme rakamlarına ulaşılacağı ihtimali açık tutuluyor.

Ekonomide kendi milli paramız cinsinden yani Türk lirası parasal genişleme yapılmasından başka bir acil çare ve yöntemin bulunmadığı konusunda görüş birliği var.

Ancak, iş döviz cephesine geldiğinde durum farklılaşıyor.

***

Önümüzde bütün sorunların önce bankalara ve TC Merkez Bankası'na, sonuç olarak da nihai olarak kamuya doğru yükleneceğine dair bir sürece doğru gidiliyor.

Devlet ister istemez, önemli sanayi ve üretim kuruluşlarını yaşatacak destekler vererek (sermaye benzeri kredi, geçici olarak hisse karşılığı finansman desteği vb.) bu kuruluşları yaşatmayı-yüzdürmeyi sağlamak durumunda kalacak gibi görünüyor.

Bankalar, bir yandan personel giderlerini, kiralarını, sabit masraflarını ve mevduat faizi ödemelerini aksatmadan sürdürürken, kredilerinden doğan alacaklarını, kredi kartı borçlarını tahsil edemeyecekleri için kamunun bankacılık sektörüne destek olması da gerekebilir. Türkiye’nin kısa vadeli yaklaşık 123 milyar dolar dış borcu bulunuyor. Vadesine bir yıl kalmış toplam dış borç tutarı ise, 173 milyar dolar civarında. Bunların yüzde 75’i reel sektör ve bankalara ait.

Bu borçların ödenmesi, yenilenmesi ve/veya ötelenmesi için ihtiyaç olan döviz girdisi kalemlerinde daralma yaşanıyor. Turizm, ihracat ve yurt dışı müteahhitlik gelirlerinde olduğu gibi.

O nedenle Türkiye’nin döviz sorunu henüz derinleşmemişken, bazı yeni mekanizmaları devreye sokması gerekir.

***

IMF ile bir stand-by yapılması söz konusu bile olamaz. Zaten koşullar istense bile bugün buna elvermez. Türkiye’nin IMF üyeliği nedeniyle kotasının yüze 150 fazlası ile hızlı Finansman Programından yararlanmak istemesi halinde azami 10 milyar dolarlık yüzde 1.5 faizli ve 5 yıl vadeli bir likidite sağlaması imkanı tartışılıyor. Ancak, 90’a yakın ülke salgın nedeniyle oluşan ve oluşacak ödemeler dengesi sıkıntılarını aşabilmek için IMF’ye başvurmuş durumda. IMF sadece Tunus, Arnavutluk, Kosova gibi birkaç ülkeye sınırlı likidite sağlamış durumda bugüne değin.

İktidar zaten IMF seçeneğini düşünmediğini açıklamış vaziyette. Onun yerine FED’den swap imkanı üzerinde durduğu anlaşılıyor.

Ancak FED, ABD tahvillerinin teminata verilmesi karşılığında swap yapıyor. Örneğin, Endonezya 30 milyar dolarlık ABD tahvili karşılığında 60 milyar dolarlık Swap yaptı FED’le.

Türkiye’nin elindeki ABD tahvillerini, Zarrab-Halkbankası krizi esnasında azalttığı ve 2-3 milyar dolara kadar düşürdüğü biliniyor.

Bu durumda, FED’in iktidarın istediği Swap likiditesi için, Türkiye’den nasıl bir teminat isteyip-istemeyeceği hususu henüz belirsiz.

Tabii ABD yine-yeniden fırsatçılık yaparak, dünya çapındaki bu salgın ve krizde bile kendi çıkarlarını gözeterek Türkiye’den olmayacak siyasi tavizler istemeye çalışmaz umarız.

***

Bunun dışında, Hazine borçlusu olmasa bile, reel sektör ve bankaların dış borç geri ödemelerinde yeniden yapılandırma görüşmelerinin, koordinasyonunu tek elden yürütmeye çalışırsa daha etkili olunacaktır.

Türkiye’nin CDS’lerinin 500-600 gibi çok yüksek seviyelerde gerçekleşmesi, dış borçlanma imkanlarını sınırlayan ve maliyetli hale getiren bir faktördür bugün için.

Tabii günün sonunda KYO kontrollerine başvurmak dahil, bir çok farklı düşünce, kısa ve uzun vadeli getirisi ve götürüsü ayrıntılı bir şekilde düşünülerek tartışmaya açılabilir. Ama toplumun halen oldukça sağduyulu davranması ve piyasalarda herhangi bir panik veya kaosun yaşanmaması, gayet olumlu bir husus an itibarıyla.

Akılcı-gerçekçi tespitler, ayrıntılı ve inandırıcı programlar ve uygulamalar, bu zor sürecin en az sıkıntı ve maliyetle aşılabilmesinin ön koşuludur.

Toplumsal mutabakatın sağlanması için elzemdir. Ekonomik Bilim ve Danışma Kurulu önerimizi yenilemek istiyoruz. Ancak böyle bir kurul meslek ve çıkar gruplarının taleplerini öne çıkarttıkları ve çekiştikleri bir kurul olmamalıdır. O işleri Ekonomik ve Sosyal Konseyde konuşmak gerekir.

Bizim söylediğimiz iktisat politikasının Türkiye ve dünya ölçeğinde oluşturulması takibi, alternatiflerin, çözüm önerileri ve politikalarının ortaya koyulacağı, kredibilitesi olan bir Ekonomik Danışma Kuruludur. Bugüne kadar yapılmayan bundan sonra yapılır mı onu da izleyip, göreceğiz…