14 Mayıs 2024 Salı
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Devrim doğum saati yaklaştığında engel tanınmıyor Hekimini, doğru lideri ve önderliği, iradeyi ve teşkilatını buluyor

Şule Perinçek

Şule Perinçek

Gazete Yazarı

A+ A-

Mehmet Emin Yurdakul: On dört asır evvel, Peygamber Muhammed'in Mekke duvarlarında kurduğu Hükümeti, bugün de Türk Milleti Ankara'ya kurmuştur

İktidara sahip olması gereken tarih sahnesine çıkıyor

Halk Fırkası Meclis Grubu 27 Ekim 1923 Cumartesi günü Gazi Mustafa Kemal Paşa başkanlığında saat birde toplandı. Meclis’te hizipler vardı.

Oysa Türkiye’nin önünde yeni gayeler vardı. Bu “yeni gayeleri takipte acz ve sapma göstermeyecek” güçlü bir hükümet olmalıydı.

Başvekil Fethi Bey İcra Vekilleri Heyeti’nin istifasını bildirdi.

“Riyaseti Celileye, Türkiye devletinin karşısında bulunan dahili ve harici mühim ve müşkül vazifeleri kolaylıkla neticelendirmeye muvaffak olması için gayet kuvvetli ve Meclis'in tam desteğine mazhar bir Heyeti Vekile'ye kati ihtiyaç bulunduğu kanaatindeyiz. Dolayısıyla yüce Meclis'in her suretle itimat ve desteğine dayanan bir Heyeti Vekile'nin teşekkülüne hizmet etmek maksadıyla istifa eylediğimizi büyük bir hürmetle arz eyleriz,

Efendim.” (ATABE, c.20, s.292)

İstifa saat beşte Meclis’te resmen okundu.

Hiçbir grup, bütün Meclis'çe kabule değer görülecek ve millet kamuoyunca iyi karşılanacak isimleri ihtiva eden bir aday listesi tespit edemiyordu.

Zaten ne zamandır Cumhuriyet’in ilanının artık ayak sesleri duyulmuştu.

Adı anılıyordu. Ama kuşkusuz bu sıradan bir “adını koyma” meselesi değildi. Devrimin atılımlarında, köklü değişiklikler yaşandığında iki çizgi mücadelesi gündeme geliyordu.

İstanbul basını da hemen devreye girdi.

Bazı “gayretli” gazeteciler, 28 Ekim sabahı erkenden "İstanbul'un yüzünü örten sabah sisinin ördüğü gaze (Kadınların yüzüne sürdüğü kapatıcı krem. ŞP) henüz sıyrılırken, deniz semadan, sahillerden akseden renklerle boyanmış, hareketsiz duruyorken" Marmara'nın sakin sinesini yararak ilerleyen Seyrisefain'in vapuruyla Kalamış iskelesine çıkıyor… Yolda Rauf Bey'e tesadüf ediyor… Ondan sonra “büyük bir bahçenin içinde, güzel Kalamış köşkünün, mükemmel bir surette döşeli ve süslü salonuna” dahil oluyor ve köşk sakininin muhtelif meseleler hakkında aldığı görüşünü, bilhassa "milli hâkimiyeti her şeye ve her şeye (!) karşı koruyalım. . . " diye yazıyordu. Mustafa Kemal, Nutuk’ta bunu böyle aktarmış ve bu arada “nasihatini yayımlamakla kamuoyunu aydınlatmaya hizmette üşenme göstermeyen” ve saltanatın ekmeğini kursağında taşıyan basın da eleştirilerden payına düşeni almıştı. (s.293)

GEÇMİŞE BORÇLU OLANLAR

Rauf Orbay da Vatan gazetesine verdiği demeçte Cumhuriyet’in ilanının kendisinden ve halktan gizlendiğini, bir emrivaki olduğunu söylemişti:

“Bu hususta öncesinde ciddi bir teşebbüsten haberdar değildim. Cumhuriyet şeklinin bir günde yerleştirilerek ilan edilmesi halk nezdinde gayr-i mesul zevat tarafından tertip edilen bir şeklin, emr-i vaki ile yapıldığı fikri ve endişesi hâsıl oldu…”

Endişeliydi. Çünkü kendisinin de ifade ettiği gibi, padişaha ve halifeliğe bağlı kalmak onun için borçtu. Ayrıca bu yalnızca kendisinin ve babasının yediği ekmek nedeniyle değildi. “Devletin birliğini nasıl koruyacaksınız saltanat ve halifelik olmadan…Araya nasıl bir mertebe koyabilirsiniz…” kabul etmesi zordu. Çocukluk arkadaşıydılar. Yıllardır birlikteydiler.

Ancak Atatürk’le Rauf Orbaylar arasındaki fark Türk Devrimi’nin ta Tanzimat’tan bu yana süregelen, bugün de ayırt edici olan iki çizginin bir ifadesiydi. Zaten her önemli karar aşamasında, her adımda ortaya çıkıyordu.

Devrimler kalan sağlarla ancak başarıya ulaşıyor ve ilerliyor.

Bir de paçasından tutup engellemeye çalışanlar var.

Doğum saati yaklaştığında engel tanınmıyor. Hekimini, doğru lideri ve önderliği, iradeyi ve teşkilatını buluyor. İktidar sahibi olan değil, kursağında büyük lokmalar olanlar değil; iktidara sahip olması gereken, zamanını yaratma mücadelesi veren birden ön alıyor.

İşte tarih bu dönemi gösteriyordu. Saat bu saatti. Namık Kemallerin emekleri başarıyı gösteriyordu.

Devrim doğum saati yaklaştığında engel tanınmıyor Hekimini, doğru lideri ve önderliği, iradeyi ve teşkilatını buluyor - Resim : 1

ARKADAŞLAR ERKENDEN BENİ TERK ETTİLER

Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda Cumhuriyet’le ilgili yapılan değişikliği Mustafa Kemal bir müsvedde kağıdına not düşmüştü:

"28/29 Teşrinievvel 339 [28/29 Ekim 1923] gecesi saat 12.00'den sonra not ettirdim. 29 günü malum şekilde kabul olundu. Evvela Fırka'da sonra Meclis'te. M. Kemal" (c.16, s.142)

Mustafa Kemal o günü şöyle aktarıyor:

"(…) Gece olmuştu. Çankaya'ya gitmek üzere Meclis binasını terk ederken koridorlarda beni beklemekte olan Kemalettin Sami ve Halit Paşalara tesadüf ettim. Ali Fuat Paşa, Ankara'dan hareket ederken bunların Ankara'ya ulaştıklarını o günkü̈ gazetede 'bir uğurlama ve bir karşılama' başlığı altında okumuştum. Henüz kendileriyle görüşmemiştim. Benimle mülakat için geç vakte kadar orada beklediklerini anlayınca akşam yemeğine gelmelerini Müdafaai Milliye Vekili Kazım Paşa vasıtasıyla tebliğ ettim. İsmet Paşa ile Kazım Paşa'ya ve Fethi Bey'e de Çankaya'ya benimle beraber gelmelerini söyledim. Çankaya'ya gittiğim zaman, orada, beni görmek üzere gelmiş Rize Mebusu Fuat, Afyon Karahisar Mebusu Ruşen Eşref Beylere tesadüf ettim. Onları da yemeğe alıkoydum. Yemek esnasında, 'yarın cumhuriyet ilan edeceğiz!' dedim. Hazır bulunan arkadaşlar derhal fikrime iştirak ettiler. Yemeği terk ettik. O dakikadan itibaren hareket sureti hakkında kısa bir program tespit ettim ve arkadaşları vazifelendirdim. (…)

“Efendiler, görüyorsunuz ki cumhuriyet ilanına karar vermek için Ankara'da bulunan bütün arkadaşlarımı davete ve onlarla müzakere ve münakaşaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü̈ onların zaten ve tabiaten benimle bu hususta hemfikir olduklarına şüphe etmiyordum. Halbuki o esnada Ankara'da bulunmayan bazı zevat, salahiyetleri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden ve görüş ve rızaları alınmadan cumhuriyetin ilan edilmiş olmasını gücenme ve ayrılık vesilesi saydılar.

“O gece birlikte bulunduğumuz arkadaşlar, erkenden beni terk ettiler. Yalnız İsmet Paşa Çankaya'da misafirdi. Onunla yalnız kaldıktan sonra bir kanun tasarısı müsveddesi hazırladık."

ARZIN TEMELLER KADAR SAĞLAM

Meclis’te 29 Ekim’de kanun tasarısı görüşüldüğünde milletvekillerinden yalnızca yarısı, 158 kişi vardı. O 158 kişi de eksiksiz yürekleriyle katıldılar.

İlk iki madde

Madde 1. — Hâkimiyet; bilâkaydüşart milletindir. İdare usulü halikın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstemittir. Türkiye Devletinin hükümet şekli Cumhuriyettir.

Madde 2. — Türkiye Devlerinin dini İslâm dinidir, resmî lisanı Türkçedir.

Şarkî Karahisar milletvekili Mehmet Emin (Yurdakul) Beyin şu sözleriyle çok daha anlam kazandı.

Gerçekten de “kursak” ve “lokma” önemliydi.

“On dört asır sonradır ki ey arkadaşlar! Allah, yine böyle bir ilahi hükümet kurdurmak, ikinci bir mucizesini yaptırmak için en müntehap, en büyük bir milleti intihab etmiştir, bu millet Türk Milletidir.
On dört asır evvel, Peygamber Muhammed'in Mekke duvarlarında kurduğu Hükümeti, bugün de Türk Milleti Ankara'ya kurmuştur. Şu aziz saatte ben, bu ihtiyar arkadaşınız, Allah'ımdan bu hükümeti takdis ederim. Bu hükümetin emellerinin, arzın temelleri kadar sağlam olmasını isterim. Ben, bu ihtiyar arkadaşınız, bu hükümetin hak ve adalet güneşinin büyük ve küçük bütün caniplere, zayıf ve kuvvetli bütün alınlara mütesaviyen nurunu saçmasını isterim. (Amin sesleri) Ve bu duamın kanatları altında, Cumhuriyetin ruhu önünde tazimen kıyam ederek üç kere: “Yaşasın Cumhuriyet” diye hükümetimizi taziz etmelerini muhterem arkadaşlardan temenni eylerim.”

(Yaşasın Cumhuriyet! Diye üç defa bağırıldı) (TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, c.3, TBMM Matbaası, Ankara, s.90-99)

Bugün de lütfen ayağa kalkınız!

Saat 14.00’te Ankara Ulus’ta Birinci Meclis’in önüne gidiniz!

“Yeniden Türk Devrimi’ne, Yine Ankara’ya” yürüyüşüne katılınız!

Milletimizle birlikte bin kez Yaşasın Cumhuriyet diye bağırınız!

Geleceğe yürüyünüz!

YENİ TÜRKİYE DEVLETİ TÜRK MİLLETİNİN DOĞRUDAN DOĞRUYA RUHUNDAN DOĞAN BİR HÜKÜMETTİR

VASIF Bey (Saruhan) — Arkadaşlar! Dört sene evvel güzel vatanımızın dört tarafı batıyordu. Memleketi istilâ etmek, esir etmek isteyen bu müstevli kuvvet, bu güzel diyarın Garp tarafını, müthiş bir ihtirasla yakıp yıkıyordu.

Memleket inliyordu, millet inliyordu. Herkesin kalbi kan ağlıyordu, yalnız bu fecaat manzarası karşısında bîhis kalan ve memlekete karşı hiçbir merbutiyet göstermeyen bir şey vardı. O da saray ve saltanattı. O saray ve Sultan; kendisine verilen, millet tarafından verilen tahtı kurtarmak için gözünün önünde çiğnenmiş olan namuslar karşısında duyulan vaveylalara karşı kulaklarını tıkamıştı. O sultan, gözünü önünde Kuranın, dinin, mabedinin çiğnendiği vakit gözünü kapamıştı, vicdanını tıkamıştı. O sultan gözünün önünde genç Türk kızlarının ismeti parçalanırken kalbi susmuştu. Ancak tahtını kurtarmak, yalnız kendi hayatını kurtarmak için bütün mukaddesatı feda etmişti. Fakat arkadaşlar bu güzel Türk diyarının içinde ağlayan, inleyen, ezilen bir Türk Milleti vardı. Bu millet asırlardan beri tarihte harikalar, mefharetler yaratmış ve daima efendi olarak yaşamıştı. Sultan ona ihanet etmişti. Bu millet altı asırdan beri kendi haşmetini yükseltmek için kanını, canını, malını verdi. O sultan ve saray vermedi. Fakat bunun karşısında milletin imanı sarsılmamıştı, ölmemişti. İmanın doğurduğu kuvvet, o ruhun doğurduğu kuvvet, nihayet Ankara'da teşkil ettiğiniz Meclisin temelini kurdu.

Arkadaşlar! Yeni Türkiye Devleti, herhangi bir kabile serdarının, herhangi bir kabile reisinin taca mazhar olmak için kurduğu bir devlet değildi. İstiklâlini kurtarmak isteyen, hür yaşamak isteyen Türk Milletinin doğrudan doğruya ruhundan doğan bir devlettir. Türk Milleti, asırlardan beri kendi ruhuna, kendi seciyesine tevafuk eden bir devlete ilk defa kavuşuyor.

Bununla daima iftihar edecektir!

ZATEN CUMHURİYET DEMEKTİ

Kanunu Esasi Encümeni’nin, Meclis’e sunduğu mazbatada şu vurgulandı:

“Milletimizi refahiyet ve saadete îsal ve tam istiklâle mazhar eden Mücahedei Hüdapesendanede millî hâkimiyet esası kesin surette kabul edilmiş ve daima buna riayet edilegelmişti.

“Bu usulün Türk Milleti necibesine ne azîm muvaffakiyet temin ettiği aşikârdır. Hâkimiyetin bilâkaydüşart millete aidiyeti ve idare usulünün mukadderatı milleti bizzat ve bilfiil idare etmek esasına müstenit bulunması zaten ‘Cumhuriyet’ demek olduğundan saltanatı terdiyeyi katiyen dâfi olan bu kelimenin istimali ve Türkiye Devletinin şekli Cumhur hükümeti olması hakkında Teşkilâtı Esasiye Kanununun özel maddelerinin bir fıkra ile tavzih edilmesi hukuken ve maslahaten münasip görülmüştür.” (TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, c.3, TBMM Matbaası, Ankara, s.90-99)

Cumhuriyet