16 Mayıs 2024 Perşembe
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Divan Şiirinde çağdaş hakikat

Seyyit Nezir

Seyyit Nezir

Eski Yazar

A+ A-

Arapça, Farsça ve Türkçeyle paçal Osmanlıca Divan şiirinin bir de her sözcüğe birkaç anlam yüklenişinden ötürü ne demeye geldiğinin uzmanlarca bile tam olarak anlaşılamadığı söylenedurur. Günümüzde bile nice edebiyat tarihçisi bu yargıda ısrarlı olup 30 yıldır anlamsız beylik imgeler etrafında dönüp duran postmodern zırvaları Divan şiiriyle kıyaslar. Oysa gerçek hiç de öyle değildir. Divan şiirinde zırva yoktur. Divan şairine göre zırva tevil götürmez.

Postmodern şiirde güzellik; sözcükler arasında gönderme ve çağrışım ilintisinin akıl ve anlamla değil, güdü ve saçmayla kesişmesinde aranır. Başka deyişle, Yeni Ortaçağ’da şiirin yalandan ibaret olduğu, sözcükler arası ilişkilerin çekiciliğine kapılan şairin her durumda gerçeklikten koparak çok farklı yönelimlere savrulduğu, uçucu imge köpüklerinin ardı sıra sürüklendiği genel kabulü özgürlük adına nesnel dünyadan uzaklaşma gibi bir övünme payıyla dile getirilir.

YALAN VE HAKİKAT

Divan şairi, sözün yalan olduğunu söylerken, yaşadığı gerçekliğin yalan dünya imgesine yaslandığı duygusunu içtenlikle yansıtır; yalanın kaynağı hakikatin özünde vardır çünkü: Ger derse Fuzûlî ki güzellerde vefâ var / Aldanma ki şair sözü elbette yalandır.

Nedîm; ölçüleri yerinde, yakışıklı bir beden karşısında gerçeği saklayabileceğini belirtir: Ben şâirim o kâmet-i mevzunu doğrusu / Sevmem desem de belki yalan söylerim sana.

Şeyh Galip, Fuzûlî’den iki yüzyıl sonra şiirin tükendiği sızlanmalarına karşı ne dese iyi:

Sermaye-i şâirân tükenmez

Dünya tükenir yalan tükenmez.

Şu da var ki, güzellerde hakikat yoksa şair ne yapsın? Azmî-zâde Hâletî’ye kalırsa, mecazi aşka gönülde hiç istek kalmayışının nedeni, hakikati güzellerin yitirmiş olmasıdır: Mecâzî ışka aslâ dilde şimden sonra niyyet yok / Nedür andan garaz çünkim güzellerde hakîkat yok.

ÖNCÜLÜK VE ÖZGÜNLÜĞÜN KAYNAĞI

Günümüz şairi özgünlük ve benzersizlik peşindedir. Ama bunu mutlaka başka şairlerle birlikte antolojide ve yıllıklarda yer alarak, ödül sırasına girip ödüllü şair olarak gerçekleştirmeye bakar. Şiirinde bedensel aşka yakınlık duyarak açık saçık şiirler yazdığı için başka şairlerce dışlanan, Tezkiretü'ş Şuara’ya seçilmeyen Nedim ise şöyle der:

Saymazsa hesaba n’ola ahbâb bizi

Biz zümre-i şâirânda müstesnayız

Nabî de az değildir. Şimdikilerin imge avcılığı peşinde sözlükler karıştırıp saçma sözler yakalama özentisiyle düştüğü gariplikleri şiir diye pazarlama gayretini 300 yıl önce alaya alır:

Ey şiir miyanına satan lafz-ı garîbi

Divân-ı gazel nüsha-i kaamûs değildir.

Şeyh Galip, öncülük ve özgünlük çabasını, “Tarz-ı selefe takaddüm ettim / Bir başka lisan tekellüm ettim” biçiminde vurgulayınca, hiçbir yenilik getirmediğini hasetle söyleyenleri yanıtlarken gelenekten kopuk bir yenilik olamayacağını da pervasızca vurgular:

Esrârını Mesnevî’den aldım

Çaldımsa da mîrî malı çaldım.

Orada kalmaz elbette; sandıkta yenilik arayıp bulduğunu, üstelik kullanılmamış söylem biçimlerini tükettiğini söyler ki, gelenek ve birikim düşmanı postmodern yaklaşımı şaşırtıcı biçimde önceler:

Gencînede resm-i nev gözettim

Ben açtım o genci ben tükettim.

Çocuk yaşta Türkçe öğrenip kısacık ömrüne (1842 - 1866) bir divan sığdıran, “Kendini biricik Avrupalı Asya şairi” sayan Parisli Fransız Verne, bu söylenenlere bakarak, dünya gözünde şairlerin kararsız göründüğünü, yürüyüşlerinin kervana uymadığını belirtir:

Çeşm-i cihâna hâletimiz bî-karârdır

Reftârımız bu âlem-i kervâna benzemez.

Cafer’e kefere fitnesi

Bağdatlı Rûhî, gerçekleri her ne pahasına yansıtırken günümüz gereksinimini karşılar, postmodern şaire karşıt konumda yer alarak dinleyenin içini yakan sözcüklerle veryansın eder:

Dünyâ talebiyle kimisi halkın emekte

Kimi oturup zevk ile dünyayı yemekte

Sıra ülkeye edilen kötülüklere gelince, varı yoğu peşkeş çekenleri, parayla kazanılan mevki ve onuru alıp satan her türlü alçağı en ağır ünlemlerle kınamaktan geri durmaz:

Zî-kıymet olunca n’idelim câh ü celâli

Yûf ânı satan dûna hirîdârına hem yûf

Ama şairlerle başa çıkılamayınca, XVI. yüzyılda 29 şair türlü nedenlerle öldürülür. Çelebi Cafer, Yeniçerileri sefer öncesi isyana kışkırttığı gerekçesiyle kâfir örgüt mensubu görülerek, danışmanı olduğu Yavuz Selim’in fermanıyla katli vacip kılınır. Ölümünden önce sayıkladığı rivayet olunan ama oğlu Caferî’ye ait olduğu da söylenen son beytiyse şöyle:

Şikâyetle asî deyüp leşker-i kefere

Sultanı düşman etti Çelebi Cafer’e.

Nice fitne fesada karışmış fâsıkların, inkılâb demleriyle gözü dönmüşlerin zevzekliklerine aman vermeksizin, sözü, günümüz şairine pek uyan ve de anlamı derin tavsiyesiyle noktalayalım İlhâmî’nin:

Böyle hezeyan söylemedense şâir efendi

Vallâhî sükût etmegimiş sana münasip