16 Mayıs 2024 Perşembe
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Fenerbahçe hangisinin oyuncağı olacak? (2)

Çetin Susan

Çetin Susan

Eski Yazar

A+ A-

Bakınız, Fenerbahçe 2013-14 sezonunda Ersun Yanal yönetiminde, haftalar öncesinden şampiyon olarak 3 Temmuz’un kısır döngüsünü kırmıştı. Ve sonra çok bilmiş başkanı, aniden hocaya yol verdi. Fenerbahçe’yi şampiyon yapanların hocalar olmadığını da ekledi. Ama o gün bugündür Fenerbahçe, aynı başkan fakat 4 değişik hocaya rağmen şampiyon olamadı. Nasıl yorumlanır bu durum? Sorumluluk kimin olabilir?

Başkana önüne gelene höt-zöt etme, hatta uluorta darp edecek gücü kendinde görme dokunulmazlığını sağlayan, bittabi 20 yıldır taşıdığı ‘Fenerbahçe Başkanlığı’ unvanı. Bu durum elbette sadece ona özgü değil, ‘futbol direktörü’ veya ‘milletvekili’ gibi ayrıcalıklı unvanlara sahipseniz de kendinizden geçip, şiddeti kendinize hak olarak görebilirsiniz. Neticede, ne yaparsanız yapın ters kelepçeyle tanışma ihtimalinizin olmadığı, mıh gibi çakılıdır kafanızda.

Rakibinizin başkanını tribünde tokatlayıp sonra da, “Böyle saçma bir şeyler görmedim ben ya... Ondan sonra, "Tokatladı" diyorlar. Yahu yaparım, daha çok da yaparım!” diyebilecek pişkinliğe taşır sizi koltuğunuz. Takımınızı şampiyon yapan teknik direktörü, gerekçesini açıklamadan kovar, ‘ahlaki neden’leri ima edip bir daha kulübün kapısından geçemeyeceğini söylersiniz. Ne yazık ki o antrenörler de, bunun hesabını soracak, “Kimsin ki sen, benim ahlakımı sorguluyorsun? Önce aynaya bak, sonra bildiğini anlat!” diyecek çapta değillerdir. Bu da cüretini katmerler hadsizlerin.

Sözlerinin ağırlığını sıfırlamak istercesine, kesinlikle satmayacağını söylediğin futbolcuyu 1 hafta sonra satar, almayacağını söylediğin hocayı alırsın. “Ben kaldıkça kalacak” dediğin adamı 1 yıl yaşatmaz, zorla, baskıyla gönderirsin. Başkanlığın 17.yılı dolarken, “Mayıs ayında bir 3 yıl için daha aday olurum, seçilirsek devam ederiz. Sonraki 3 yıllık dönemde aday olmayacağımı tekrar deklare ediyorum, herkes bilsin.” der, o 3 yıl dolunca bir bahane yaratıp bugün olduğu gibi yeniden aday olursun.

‘Hayatı Fenerbahçe’ olan birisi için bu sözlerini yalamak olağan olabilir de, Fenerbahçe’nin böyle patolojik bir ruh durumdan sıyrılması kolay olamaz. Bir türlü bitmez bu, ‘son 3 yıl’lar… Evet, bence sağlıklı bir hâl değildir insan hayatının bir kulüpten ibaret olması. Mesela, tribünlerde seyirci kalmasa da, taraftar ‘illallah’ dese de varlığınızdan, hâlâ vazgeçilmez olduğunuzu düşünürsünüz. Siz varken gelen 5 bin kişi ‘gerçek taraftar’dır ve siz olmadan gelecek 50 bin ‘çapulcudan’ daha değerlidir indinizde. Sonunda işi, “seyircisiz de oynanır bu meret” demeye vardırır patolojik ruh haliniz.

Hastalık kronikleşince; sizden başka ‘Atatürkçü’ de bulamazsınız kulüpte, başkanlık yapacak aklı başında adam da… Tipik İlhan Cavcav sendromu… Kim gelirse gelsin batıracağına inanırsınız. Oysa siz, 500 milyon doları aşan borç yapıp batıramadıysanız, batarı yok demektir! 16 milyon dolarla devraldığınız bütçeyi yedi kat büyüttüğünüzü ikide birde dillendirirken, borçlardan hiç bahsetmezsiniz nedense…

Bakın, kulübün borcu için Ali Koç ne diyor: “Fenerbahçe'nin borcunun tam olarak ne kadar olduğunu anlamak mümkün değil. Bu tespit edilemiyor. Geçen seneki raporda borç miktarında 'Batak' yazıyordu. Kulübe gelen gelirler kulübün kasasına girmiyor ki... Direkt olarak temlik, hisseler rehinli. Fenerbahçe'nin mali geleceği ipotek altına almış.”

Aziz Y.’nin bir dargın bir barışık olduğu yöneticisi Abdullah Kiğılı diyor ki:Ben bir tek Fenerium'dan sorumluydum 6 sene. Son dakikada bir gün karıştı, ben de 'Madem öyle sen bu işi de al' dedim. Baktım ki o daha iyi biliyor, 'Al sen devam et' dedim. Fenerbahçe'de her şeyi Aziz Yıldırım yapar.”

Eski futbolculardan Maldonado’nun başkanına övgüsü, Kiğılı’yı desteklerken, inkâr edilen gerçekleri ortaya koyuyor: “O müthiş biriydi. Hocamıza nasıl oynamamız gerektiğini söylerdi.” Kulüpte 1 sezon görev yapan Hollandalı teknik direktör Advocaat’a göreyse, “Fenerbahçe kurum değil, pederşahi bir yapı.”

Uzun lafın kısası, kulüple başkan birbirine kaynamış adeta. 20 yıl geçirince aynı yerde, kulübü malı, evi gibi gördüğü anlaşılıyor. Ama şöyle… Hani 4 masalı, 20 metrekarelik esnaf lokantaları vardır. Sahibi hem aşçılık yapar, hem garsonluk, hem kasada hesabı alır, kapatmadan önce de bulaşıkları yıkar. O hesap, Fenerbahçe Kulübü ile başkanının ilişkisi. Geri kalmış bir yönetim anlayışı her yönüyle… Bildiklerim var ama yerim yok, o nedenle uzatmayacağım.

Siyasetin, yaşamın her alanına hava gibi sızdığı malum. Spor kulüplerini bu saptamadan ayrı tutmak söz konusu değil. Ancak gazeteci Soner Yalçın örneğinde olduğu gibi kimileri, dengeyi sağlamakta sorun yaşıyor sanki. Fenerbahçe’ye, iştigal konusu spor olan bir demokratik kitle örgütü değil de, bir siyasi parti muamelesi yapıp, seçimler için Aziz Y. tarafında konumlanıyorlar.

Oysa 3 Temmuz’a direnirken taktirlerini kazanan Fener camiasını bir araya getiren, kulübün bir asrı aşan geçmişindeki sportif başarılarıydı. Milyonlar böyle böyle birikti o çatı altında, Kuvayı Milliye ruhuyla da beslendiler bir yandan. Aksini düşünenlere bir örnek verelim. Boğazın güneyindeki Fenerbahçe’den 1 yıl sonra, Anadolu yakasının kuzeyinde 1908’de kurulan Beykoz Kulübü’nün potansiyelini Fener’le kıyaslayamıyorsak bugün, sebebi sportif başarı farkı olmasın?

Gerçek şu ki; Aziz Beyin, işin lokomotifi olan futbol takımındaki performansı, rakiplerinin taraftar sayısının hızla artmasını sağlayacak, kendi taraftarlarını ise stattan bile uzaklaştıracak kadar kötü ve bu ivme 20 yıldır değişmedi. Ötesi başkanlarından sıtkı sıyrıldı Fenerbahçelilerin. Korkarım, 10 yıl sonra 3 Temmuz’un dayanışma ruhundan eser kalmayacak bu gidişle. 3 yıl daha bu erozyonun devam etmesi, Soner Yalçın’ı ilgilendirmiyor belli ki.

Mesele Yargıtay kararı çıktığında Aziz Y.’nin başkanlık zırhıyla zımnen korunuyor olmasıysa, bu hiç akılcı görünmüyor. 5-6 yılda çok şey değişti, yargıda da, siyasette de. Başkan, Cumhurbaşkanı’nın resmi gezilerine katılıyor, anlaşmalara imza koyuyor.

Kaldı ki, koskoca kulüpte, Aziz Beyin arkasında duracak dirayette insanlar yoksa, vay haline Fenerbahçe’nin… Yıldırım’ın aleyhine çıkacak karar, kulübün kumpas sürecine dönük tazminat beklentilerini de ortadan kaldırabileceği için, zaten herkes gereken duyarlığı gösterecektir.

Aziz gitsin Ali gelsin… O kadar bıkmış ki Fenerli, patron-pardon-başkanından; kırk katır-kırk satır ikileminin bile farkında değil. Ha Ali-Veli, ha Veli-Ali misali, ne fark edecekse?

Ali Koç’a gelince… Amuda kalkmış haldeki ülkede, neredeyse 1 Mayıs’ta alanlara çıkıp işçi sınıfıyla beraber pankart açacak, en büyük sermaye grubunun başındaki kişi… AKP sayesinde değeri hatırlanan ‘Atatürkçülük’, her kapıyı açan maymuncuk olup çıktı. Koçgiller, Gezi Direnişindeki tavrıyla iktidarın hışmına uğrasa da, çok ihtiyaç duydukları orta sınıfın kalbine yerleşti. Memlekette sap-saman birbirine karışmış görünüyor oysa sömüren-sömürülen taraflar ve sömürü aynen yerli yerinde…

Projelerinin ayrıntılarına dair sır vermeden adaylığını sürdüren Ali Bey de bir tuzu kuru olarak, mesela Pasolig’e karşı olduğunu belirtirken, “Zararı yok ama desteklemiyorum.” demeyi yeğliyor. Zararı yokmuş! Ona olmayabilir ama taraftara var, eziyetinin, maliyetinin, fişlenmesinin bedeli futbolsevere… Yandaşa akıtılan paralar da cabası. Lakin bunlar, başka bir sınıfın insanı olan Bay Koç’un umurunda değil doğal olarak.

3 Temmuz sürecinde 2012’de, yeni Fenerbahçe yönetiminde yer almayacağını açıklarken şöyle demişti Ali Bey: “Doğrusunu söylemek gerekirse, bu süreçten sonra ürktüm. Benim de gözümün üstünde kaşım var. Korkacak bir şeyin olması gerekmiyor. İnsan 30 kere düşünmek zorunda kalıyor.”

Kaybedecek çok şeyi olan Ali Koç, başkan seçildikten sonra da “ürkerse” bir şeylerden, nice olur Fenerbahçe’nin hali? Oy verecekler düşünmeli; sırtında yumurta küfesi olan bir insan, nasıl altından kalkacak böyle gözü kara, dimdik durulması gereken bir görevin? Siyasetin sınırsız iştahı ve pervasız halleri de ortadayken…

Fenerbahçe’nin kurumsal kimliğine, kulübün total performansına, gelişimine, finansal yapısına, demokratik kültürüne Ali Koç katkısının Aziz Yıldırım’dan fazla olacağı apaçık ortada. Sorun, yukarıda da kısmen değindiğim riskler ve Koç’un kırılgan görünen yapısında. Bu gözler, yürütmenin başındaki şahsın elini, tam 85 derece eğilerek sıkan Ferit Şah gibi parası çok Fenerlileri gördüğü için, çekinceleri hatırlatmakta fayda var.

‘Fenerbahçe Türkiye’dir’ deniyor ya, elhak doğru! Açmazları bile benziyor…