18 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Horasan erenlerinin ana yurdundan kültürel izlenimler-1: Hayyam ve Attar’ın selamlarıyla bir neyshabur akşamı

Latif Bolat

Latif Bolat

Gazete Yazarı

A+ A-

Hayyam, Attar, Shahriyar, İmam Rıza, Hacı Bektaş, Şah İsmail, Erdebilliler, Şeyh Safi, Aşık Hasan İskendari… Son bir haftadır bunlar aklımızdaki, gönlümüzdeki ve gözümüzün önündeki kişilikler. Çok hızlısından bir İran ziyareti, en ebedisinden bir hatıra biriktirme seyahati oldu.

Biz de memleketimizin hemen hiç değişmeyen siyasetinden, yani hiç durmayan enflasyondan, LGBT’nin günlük ilerleyişlerinden, birbirinden beceriksiz particilerinden uzaklaşıp, en yakındaki en uzak komşumuz diye de adlandırabileceğimiz İran’dan bazı kültürel izlenimler sunacağız. Önümüzdeki birkaç hafta değil, aslında kitaplar ve TV programları dolusu hatıra var anlatacak. Yine de bu kısa köşede, elden geldiğince ata yurdu İran ve özellikle de Horasan’dan arda kalan hatıralara dalacağız birlikte.

Birincisi, artık İran’dan bahsedildiğinde, “mollalar, gerici memleket” diyen kim olursa, bizden bir Osmanlı tokadı yiyeceğini ifade etmek isteriz. Nişantaşı’ndaki kafelerde bardağı yüz liralık frappucino tüketip, Bodrum’daki lüks otellerde viski masalarında, Alpaslanın, Tuğrul Beyin, Melikşah’ın, Şah İsmail’in, İbni Sina’nın, Hayyam’ın memleketi hakkında atmasyon hükümler verenler hakkında, biz de hüküm vermiş olacağız böylece.

Horasan erenlerinin ana yurdundan kültürel izlenimler-1: Hayyam ve Attar’ın selamlarıyla bir neyshabur akşamı - Resim : 1

AMBARGOLAR BİRER HEDİYE MİDİR? BELKİ DE!

Kırk beş senedir ABD ve Batı ambargosu altında nasıl yaşanabileceğinin çağdaş bir örneğidir İran bugün.  Daha iki sene önceki Covid salgınından bu yana, bir türlü disiplin sağlayamayan, fiyat artışlarını bir türlü durduramayan, hemen her gün kulaklara fısıldayan farklı danışmanların tercihlerine göre dış siyaset değiştiren Türkiye’den bakıp, tam tamına 45 senedir kendi yağı ile, bayağı da iyi şekilde kavrulan bir komşudan kötü şekilde bahsedenlere, “önce kendi evini düzene sok” demekten başka bir şey diyemiyoruz aslında.

Artık LGBT aşırılığına yükseltilmiş bir sözde feminizm ile ipin ucunu kaçıran Türk kadınının önemli bir kısmı ile karşılaştırınca, Meşhed’in, Tebriz’in, Neyshabur’un o mütevazı güzellikteki kızlarını ve kadınlarını sadece selamlayabiliyoruz buradan. Memleketimizde, artık görmekten bıktığımız mini etekli kadın bacaklarının, dekolte göğüslerinin, göbek deliklerinin hiç görülmediği bir ülkede, bir haftacık bile kalmış olmanın saadeti hala üzerimizde dolaşıyor. İstanbul havaalanına iner inmez, gözümüze birer diken gibi sokulan bu sözde çağdaş, ama kadını pazarlanacak bir “mal ve meta” gibi gören Batı medeniyetinin tuzağındaki kızkardeşlerimiz ve kızlarımıza, tevazunun aslında en seksi sunum olduğunu hatırlatmak istememize rağmen, çenemizi kapatmak zorunda kalıyoruz. Tebriz’li kara gözlü kadınlar, büyük ihtimalle İstanbul’dakiler gibi olma potansiyeline çok sahipler. Çünkü İran’ın kadınları Firdevsi’nin hikayelerinin, Binbir Gece Masallarının bitmek bilmeyen sayfalarının en çekici kahramanlarıdırlar. Ömer Hayyam’a, Hafez’a ve hatta Mevlana Celaleddin’e bile şiirler yazdıran güzellikleri ile, belki de dünyanın en cazibeli kadınlarıdır onlar. Bu şiirlerin bazılarında, İran’lı kadınlara duyulan aşk, “ilahi” bir metafor içinde kullanılıyor olsa bile, belli ki bu cazibe, kendi zamanlarının olduğu kadar tüm zamanların en büyük aşk şairlerinin özneleri olmuşlardır.

Horasan erenlerinin ana yurdundan kültürel izlenimler-1: Hayyam ve Attar’ın selamlarıyla bir neyshabur akşamı - Resim : 2

SONSUZ ÖZGÜRLÜK ALDATMACASINI KİM, NEDEN UYDURDU?

İşte bu kadınları, Batı zorlamaları ile, moda akımlarının pespayelikleri ile zehirleme imkanı bulamayan sistem, İran devletinin kültürel uygulamaları ve İran halkının kendi karakterinin direnci sayesinde, bizim Türk kadınının önemli bir kısmına uygulattırabildiği moda rezilliklerini, İran kadınına kabul ettirememiş görünmekte. Bunu bu son ziyaret ile, 5 defa İran’a gitmiş olan bizim sosyal bir gözlemimiz olarak ifade edelim.

Şimdi bize “ama kadınlar başlarını açamıyormuş orada” diye güya eleştiri getirenleri duyar gibiyim. Biz kendi gözlerimizle gördüklerimize mi, yoksa üçbeş tane önyargılı sözde solcu, ama özde hiçbir şeyci olan Kadıköy kalabalığına mı kulak vereceğiz? Baş açmanın, bacak ve göğüs sergilemenin, atalarımızın kitabını yazdığı “aşk” hikayelerini, kadın-erkek arasında bir aldatmaca yarışı haline getiren günümüz cinselliğini, kendi anne-baba ve özellikle de dede-nine nesillerine yutturamayan bir Türk sahte solcu kalabalığımız var memleketimizde. Onların tantanalı dilleri sayesinde, İran’ın gerçek yüzünü ve gerçek insanını bir türlü anlayamıyor bu ülkenin genel nüfusu.

Horasan erenlerinin ana yurdundan kültürel izlenimler-1: Hayyam ve Attar’ın selamlarıyla bir neyshabur akşamı - Resim : 3

KÜLTÜREL AÇIDAN ‘BIRAKINIZ YAPSINLAR’ OLABİLİR Mİ?

Evet, İran’ın bazı kadınları da dudaklarını “ördekleştirme” modasına girmiş durumdalar. Küreselci kültürün yaratıcıları, 30 sene önce bunu yaratırken, zaten bu sonuçları amaçlayarak bir ideoloji üretmişlerdi. Devletler bile, en etkin araçlarını kullanarak, bunun etkilerinin tam önüne geçemiyorlar.  Ama durum böyle diye, her şeyi tamamiyle serbest bırakıp, “bırakınız yapsınlar-bırakınız geçsinler-bırakınız çürüsünler” liberal ideolojisini hakim kılmak mı gerek, Türkiye’nin yaptığı gibi bugün?

Kişisel olarak, kadınların da erkeklerin de kılık kıyafeti konusunda dinsel hiçbir problemimiz olamaz. Biz sosyalist insanlarız ve feminizmin de, devrimciliğinde en âlâsını ve en iyisini biliriz. Bir erkek olarak, ve özellikle de bir erkek sanatçı olarak da, kadın güzelliğinin ve cinsel çekiciliğinin oldukça farkında olduğumuzu da belirtmek isteriz. Bizim burada tartıştığımız, kadın karşıtlığı veya kadını eve hapsetmek türünden gerici önermeler değil. Biz burada, birer kadın olarak, annelerimiz ve ablalarımızın, dolayısı ile tüm kadınlarımızın, yani nüfusumuzun tam da yarısının, “onuru, vakarı, itibarı, asaleti” konusunda bir düşünce öne sürmekteyiz. Kadını metalaştıran bir kültür savaşının kaybeden tarafında değil, kazanan tarafında olmanın yollarını bulmaya çalışmaktayız. Bunun için de, gittiğimiz hemen her ülkenin kültürü ile Türkiye’yi karşılaştırıp, dünya ahvaline karşı “nerede ve nasıl” durduğumuzu bilmeye odaklanmaktayız.

HAYYAM’IN BAHSETTİĞİ ŞARAP, SİZİ SARHOŞ EDEN O KIRMIZI SU OLMAYABİLİR Mİ?

Bir ülkenin rejimini belirlemek, onlara ne yapmaları gerektiğini söyleyip dayatmak, hiç kimsenin harcı da değildir, görevi hiç değildir ve gerekli de değildir aslında. Her millet, kendi geleneği ve göreneğine göre siyasi tercihler yapar, ve bu tercihlerin sonuçlarına, mutlu ya da mutsuzlukla katlanır. Bu, onların kendilerinin bileceği bir şeydir.  Nişantaşı kafelerinde, ya da Bodrum meyhanelerinde, İran kültürü ve insanı konusunda olumsuz edebiyat parçalamak, en basitinden ayıptır ve aptalcadır. Büyük İranlı şair Ömer Hayyam’ın, sadece “şarap”tan metaforik bir şekilde bahseden şiirlerini, kendi rakı sofralarına meze yapanlar da, bu aymazlığı sürdürenler sınıfındandır. İran’a dair ilk yazımızı, sıcak mı sıcak bir Neyshabur Temmuz’unda, mezarı başında tefekküre daldığımız Ömer Hayyam ile bitirelim:

Açılmaz kapıları açmanız mı gerek? Dünyada insanca yaşamanız mı gerek?

Bırakın öyleyse iki dünyayı birden: Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek!