30 Nisan 2024 Salı
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İlhami Bekir Tez’i tanımak

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Ali Özgentürk’ün “At” (1981) filmini seyretmiş olanlardan anımsayanlar vardır mutlaka... Oğlu Ferhat’la birlikte köyünden kalkıp İstanbul’a gelen; daha iyi bir yaşamın, oğlu için bir okulun peşindeki gariban Hüseyin’in trajik öyküsü anlatılır filmde. Baba-oğul, Haydarpaşa’da trenden inip kendilerine yardımcı olacak köylülerini bulmak için vapurla karşıya geçmektedirler. Denize, İstanbul’a bakarlar uzun uzun. O sırada yorgun görünümlü, üzerinde eski bir ceket ve elinde bazı kitaplar bulunan, yaşlı bir adam şiir okumaya başlar yolculara hitaben.
Şiir bitince, “İlhami Bekir’in şiirleri... Hediyesi çok ucuz. Ucuz...” der yorgun bir sesle.
Türk şiirinin önemli adlarından, çileli bir yaşam sürmüş olan İlhami Bekir Tez’dir görüntüdeki adam. Gerçekten de o yıllarda vapurlarda şiir kitaplarını satmaya çalışarak ayakta durmaya çalışmaktadır. Satacak başka şeyi yoktur çünkü. Okuduğu, “Unuttum” şiirinden bir bölümdür.
İlhami Bekir Tez’in adını ilk kez, Hukuk Fakültesi’nin amfilerinden birinde, o günlerdeki şiir zevkimi biraz olsun inceltmek isteyen, “Nazım’dan başka şairler de tanısan iyi olur” diyen bir arkadaşımdan duymuş, 1940 Kuşağı’nın bu çok çekmiş temsilcisinin dizelerinden çok etkilenmiştim.
Sonra “merak dönemi” başladı... Kimdi, başka kitapları var mıydı, yaşıyor muydu, neredeydi İlhami Bekir Tez...
Epeyce bir zaman sonra izini Bağcılar Huzurevi’nde buldum. 1984’ün çok soğuk ve karlı bir Mart gününde gidip tanıştım. Ziyaretimden çok mutlu oldu. Yatağının yanındaki dolabın üstündeki valizi gösterdi, “Yazdığım her şey orada, başka da bir şeyim yok” dedi. 10-15 gün sonra ikinci gidişimde yatağı boştu. 1905 Trablus doğumlu İlhami Bekir Tez, 29 Mart 1984’te bu dünyadan ayrılmıştı.
Ali Özgentürk gibi, Refik Durbaş’ın ve Eray Canberk’in de Tez’i tanıyıp sevdiklerini öğrendim, hakkında yazdıklarını okudum yıllar sonra. Durbaş’ın 1997’de yayımlanan “Mektup Var İlhami Bekir’den / Hayatı, Şiiri, Anılarıyla İlhami Bekir Tez” adlı kitabı, çok değerli bir çalışmadır örneğin. Kitaptaki söyleşisinde şöyle der usta şair: “Materyalistim ben. Fakat her şair gibi inanmak ihtiyacını duyuyorum. Yani ölümden sonra bir hayatın olması gerektiğini düşünüyorum (...) Ölüm düşüncesi bana acı vermiyor. Hakaretten korkarım ben. Bütün isteğim öldükten sonra aleyhime bir şey söylemesinler. Ne söyleyeceklerse şimdi yaşarken söylesinler ki ben cevabını verebileyim.”

KARA BİR DAM ALTI
Berfin Bahar dergisi Haziran 2016 sayısının kapağını İlhami Bekir Tez’e ayırmış. Mehmet Ergün’ün “İlk kitabına yenik düşen şair: İlhami Bekir” başlıklı uzunca yazısından epeyce yeni bilgi edindim. Eray Canberk ve Osman Serhat’ın yazılarıyla tamamlanan dosya, özellikle şiir tutkunu gençler tarafından tanınmasını, bilinmesini, okunmasını çok arzuladığım İlhami Bekir Tez’e “varmak” için iyi bir başlangıç adımı niteliğinde.
Ben de ardından aleyhinde tek bir söz bile edilmemiş olan sosyalist şairi, ruhunu en iyi yansıtan şiirlerinden biriyle sevgiyle, saygıyla anmış olayım:
“Kara bir dam altı, / çok şey istemiyorum, / ta kenar mahallelerde / kara bir dam altı... / Görmesin zararı yok / göğü caddeyi denizleri / Bir ev ki her karışında parmak izleri, / bir ev ki / kapısı kalın tokmakla çalınır. / Masamda isli bir lamba yansın, / masamda, açık kapalı kitaplarım tozlansın. / Siz bana odaların birinde / eski bir şilte serin / buna baş konur diye / patiska kılıflı bir yastık verin. / Hele sonra, / Hele sonra, / Benimki şöyle uzansın yanımda. / Ben onun nefeslerini duyayım canımda. / 24 saat, 360 gün,
50 sene. / Ama benimki olsun o / benimki olsun o / benimki. / Başka şey istemem...”