16 Mayıs 2024 Perşembe
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İptal Kültürü ve Otosansür

Kemal Cem Yılmaz

Kemal Cem Yılmaz

Eski Yazar

A+ A-

İlk 2 yazımda kendi yaşadıklarımdan örnekler vererek Alman medyası ve kurumlarındaki liberal-sözde sol hegemonyasından ve oto sansürden bahsetmiştim. Bugün bu fenomenlerin ulaştığı toplumsal boyuta değinmek istiyorum.

BİLİM ÖZGÜRLÜĞÜ AĞININ MANİFESTOSU

Aybaşında 70 Alman profesörden oluşan bir grup, bilim özgürlüğü-ağı (“Netzwerk-Wissenschaftsfreiheit“) adı altında bir manifesto yayınlamıştır:

“Bilim özgürlüğü ağı, araştırma ve eğitim özgürlüğünü ideolojik motivasyonlu engellemelere karşı korumak ve özgürlükçü bir bilim iklimini güçlendirmek amacıyla gerçekleşmiş bir bilim insanları birleşimidir.

Anayasal güvence altında olan araştırma ve eğitim özgürlüğüne gittikçe ahlaki ve siyasi şartlar koyulmaya çalışıldığını gözlemliyoruz. Artarak şunu kabul etmek zorundayız; geçerli kanunların koyduğu sınırlandırmaların öncesinde, araştırma ve eğitim özgürlüğüne bilimdışı sınırların koyulmaya çalışılması. (...)

Böylece araştırma ve eğitim, ideolojik olarak tek tipleştirilmeye ve siyasi olarak kullanılmaya çalışılmaktadır. Bu oyunu oynamayanların, itibarlarının sarsılmasını hesaba katmaları gerekmektedir. Bu şekilde, gittikçe artarak, bilimsel tartışmaları daha kökünden kurutan konformist bir baskı oluşturulmaktadır.

Yüksek eğitim mensupları, araştırma ve eğitim özgürlüklerini esas alırken; ahlaki, siyasi ve ideolojik kısıtlamalara boyun eğmeleri için yoğun baskı altındadırlar. (...)

Ayrıca, bazı dünya bakış açılarına uymayan araştırma projeleri engellenmeye ve istenmeyen sonuçlara varan yayınlar önlenmeye çalışılıyor.

Bu baskı önlemlerinin dolaylı etkileri özel bir önem taşır: gelecekte, araştırma ve eğitim özgürlüğünün 'tartışmalı' kullanımından vazgeçmenin daha iyi olacağı sinyalini verir. "Tartışmalı" etiketlemesi, dışlanmanın ilk adımıdır.

“Böylece, söylem, konu seçimi veya etkinliklerle, kişisel olarak itibarsızlaştırılmayı bekledikleri için, yüksek eğitim mensuplarının, araştırma ve eğitim özgürlüklerini kendi kendilerine kısıtladıkları bir ortamın oluştuğunu gözlemliyoruz.”

OTOSANSÜR

Kanunen koruma altında olan eğitim özgürlüğünün, otosansür olarak tanımlanabilecek şekilde bu tarz kendince kısıtlanması, ideolojik baskılarla ve kampanyalarla karşı karşıya kalan eğitim mensuplarının sessiz kalan diğer bilim insanlarından destek görmemeleri neticesinde daha da artmaktadır. Manifestoda bu korku düzeni böyle özetlenmektedir:

“Bilim topluluğunun üyeleri, sosyal ve mesleki bedeller ödeme korkusuyla, araştırma alanlarından uzak durur veya tartışmalardan geri çekilirlerse, özgür bilimin ön koşulları erozyona uğrar. Böyle bir gelişim, yüksek okulların kabiliyetliliğini ve böylece bilim merkezi Almanya’yı ve Almanya’nın uluslararası itibarını olumsuz etkilemektedir.”

BASKIYA KARŞI DİRENİŞ

Ödül törenlerinden davetiyeleri iptal edilen sanatçılar, işten atılma korkusuyla kendi aralarında bile açıkça tartışamayan gazeteciler, her taraftan ve her türlü görüşe sahip kamuoyunun ilgisindeki kişilere yönelik ölüm tehditlerine varan tehditler, görevinde engellenen öğretmenler ve memurlar, evleri, parti binaları ve araçları tahrip edilen veya, daha dün gerçekleştiği üzere, hastanelik edilene kadar dövülen siyasetçiler… Türkiye veya Rusya’da görüldüğü veya görülmek istendiği zaman bütün batı medyasının büyüteçle üzerine atladığı bu tür hadiseler, kendi toplumlarında görüldüğünde henüz aynı ilgiyi görmese de, bu gidişata direnen sesler yükselmeye başlıyor.

Almanya’da, 70 profesörün yanında bu totalitarizme açık gelişmelere karşı konumlanan bir diğer önemli isim, zayıflamış “geleneksel-sol“ un günümüzdeki beyin takımının öncülerinden, tiyatrocu Bernd Stegemann’dır. Stegemann, “Kamuoyu ve düşmanları“ adlı yeni kitabını tanıttığı radyo söyleşisinde, tiyatro alanında karakterleri özgün kılan bazı sözcük ve terimlerin kullanılmasının yasaklandığını ve yayınlarda alıntı yapmanın zaman zaman imkansız hale geldiğini vurgulamaktadır.

Devlet Radyosu ve Televizyonu için çalışan ve kendisi de bu durumdan nasibini almış popüler mizah sanatçısı Dieter Nuhr belki de en net şekilde ifade ediyor bu durumu: “Cancel Culture (İptal Kültürü) insanların sosyal imhasını hedeflemektedir.”

İngiltere birçok konuda olduğu gibi bu konuda da kıtasal Avrupa’dan bir adım ilerde. “Susturulmayı ve sansürü kabul edilemez“ bulan eğitim bakanı Gavin Williamson, “İptal Kültürü“ ve benzeri fikir özgürlüğü kısıtlamalarından mağdur kalan kişilere hukuki yoldan tazminat davaları açabilmelerini sağlayan hukuksal zeminini hazırlamak istiyor. Williamson, öngördüğü yasayla yüksek eğitim alanındaki tartışma ve söylenebilirlik sınırlarının, kanunların koyduğu çerçeveye kadar mümkün olmasını, koruma altına almayı hedefliyor.

DURUM BU. YORUM SİZİN.

NOT: Geçen hafta Mehmet ve Mustafa’nın ilginç hikayelerinin yanına eklediğim görseller için, Max Behrendt ve fotoğrafçı Mike Meier’a, bu görselleri ve bilgileri paylaştıkları için teşekkürlerimi sunuyorum.