20 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kriz nasıl aşılır?

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

Kriz, yaşadığımız zamanın en ihtişamlı fenomenidir. Gündelik hayatımızda kriz sözcüğünün geçmediği bir an bile yoktur. Ekonomiden kültüre, dış politikadan spora, bilimlerden dine her yerde ansızın karşımıza çıkar kriz sözcüğü.

Mekan ayrımı, zaman farkı gözetmeksizin tüm dünyaya hızla yayılan kriz sözcüğü, ilk olarak güvensizlik duygusunu çağrıştırır. İnsanın var oluşundaki geleceğe dair belirsizlik, güvensizlik hissiyle derinleşerek kaygılar ortaya çıkmaya başlar.

Kaygılar yavaş yavaş kişiliğin parçası haline gelir, umutsuzluğun karanlığı koyulaşır ve kriz karşısında insan eylemsizleşir.

Ancak kriz sözcüğünün, modern insanın gündelik hayatında deneyimlediğinden çok farklı tarihsel anlamı vardır.

‘Krisis’ sözcüğü, Antik Yunancanın temel kavramlarının başında gelir.

Ayırmak, seçmek, karar vermek, hüküm vermek anlamlarına gelen ‘krino’dan türetilen ‘Krisis’ boy ölçüşme, kavga etme, dövüşme imalarıyla nihai, geri alınamaz bir karara işaret ediyordu.

Krizin, Antik Yunan’dan erken modern döneme tıbbi alanda da karşılığı vardı. Hastanın, ölüm ile yaşam arasında mücadele ettiği o belirsizlik durumuna, belirli bir anda müdahale anlamına gelmekteydi.

Tıp dilinde ‘Krisis’ yine erken modern dönem boyunca, Latince’de sözcük ve kavram varlığını korumuştu. Teolojinin diline girerek ‘Judicium’ yani hüküm anlamını kazanmıştı.

Krisis sözcüğü, teolojide Judicium (hüküm) anlamını içerecek şekilde genişlerken, Judicium’un da modern hukukun temel kavramı haline gelecek şekilde hüküm verme, karar verme, yargılama kavramını kapsayacak şekilde anlamı genişlemişti.

Görüldüğü gibi, krizi kavramı geçmişte, öngörüde bulunup, geri alınamaz nihai kararla müdahale ederek, kopuşa işaret etmekteydi.

Öyleyse tartışılması gerek nokta, neden bugün içinde bulunduğumuz krizi bir kopuş hissi olarak değil de, hiç sonlanmayan, sonsuza kadar devam eden belirsizlik hali olarak hissetmekteyiz.

Neden deneyimlemekte olduğumuz krizi, sürekli maruz kalınan belirsizlik, karar verilememe halinde yaşamaktayız?

Neden kriz karşısında kararlı biçimde meydan okuma, kavga etmek yerine, iradesizce Tanrı’nın son yargısını bekler gibi, eyleme geçmemekteyiz?

Bugün değişen krizin anlamı mı, yoksa değişen krizi algılayış biçimimiz mi?

Bugün kriz karşısındaki kararsızlık, eylemsizlik belki de, yaşadığımız sürekli krizin belirsizliği, krizin kriz olarak kavranmasını engellemektedir.

NİETZSCHE VE ANLAM KRİZİ

Bugün insanların kriz karşısındaki eylemsizliğinin birincil nedeni, yaşamakta olduğumuz anlam krizidir. Anlam krizi de, doğrudan içinde bulunduğumuz eylem krizini tetiklemektedir. Diğer bir deyişle, bu iki kriz halinin arasında döngüsel ilişki vardır.

Anlam ve eylem krizini tetikleyen olay, 19. yüzyılın son çeyreğinde patlak veren ekonomik krizin hızla toplumsal krize dönüşmesiyle ortaya çıkmıştı.

Kapitalizmin tarihinde yaşadığı en derin krizle birlikte, İngiliz Devrimi’nden itibaren burjuva toplumunu ayakta tutan, ‘ilerleme’ kavramına olan inanç sarsılmıştı.

Kriz nasıl aşılır? - Resim: 1

Aydınlanma’nın mirası ‘ilerleme’ kavramının sorgulanmasını, aklın ve aklı referans alan tüm rasyonel felsefi geleneğin yadsınması izlemiştir.

Kriz döneminin düşünürü olarak Nietzsche felsefede, aklı ve onun kavramsal mantığını hedef alarak, yaşadığımız anlam krizini başlatmıştır.

Nietzsche, aklı "sefil, geçici, amaçsız ve hayalperest" olarak görür. Ona göre insan zekası özünde her şeyi olduğundan başka türlü gösteren, bize dünyanın doğru bilgisini sunduğunu iddia ettiği halde aslında sunmayan bir güçtür.

Aklın eleştirisinden Nietzsche, aklın mantığından türeyen kavramların eleştirisine geçer: “Her kavram, temsil ettiğini beyan ettiği şeyin yanlışlanmasıdır.” Kavramlar bize gerçekliğe ilişkin doğru, sahici bir bilgi vermezler. "İnsanın asli yetisi olan fantezisinden gürül gürül fışkıran imgeler yığını" olan kavramlar, soyut matematik mantıkla kesinlik iddiasında bulunur.

Nietzsche “Doğa yasalarının doğada bulunduğunu düşünürüz, oysa aslında bu yasalar doğaya insanlar tarafından dayatılırlar” diyerek bir adım daha atar, aklın kavramları gibi doğa yasalarını da yadsır ve bilimsel düşüncenin nedenselliğini hedef alır. İnsanın rasyonel bir varlık olduğu dahi tartışmaya açılır.

Kavramlar insanların fantezisi, bilimsel yasalar kurgu olduğu zaman, hakikat denen şey de yanılsamadan öteye geçemez. Böylelikle insan gerçekliğe hiçbir biçimde ulaşamaz. Gerçekliğin yeryüzünden kovulduğu bu anda, nihilizmin karanlığı insanlığın ufkunu karartmaya başlar.

Hakikat yanılsamaya dönüşüp, gerçekliğe giden yollar imha edilirse, bilimin nesnelliği gibi kavramların da bilgisinden söz edilemez.

Böylece insanların tartışıp üzerine anlaşabileceği kavramların kesin ‘anlamlar’ içermesinin yadsınmasıyla, toplumsal hayatın da ‘anlamı’ reddedilir.

Kavramların anlam bütünlüğünün parçalandığı yerde, toplumları birlik içinde tutacak tüm toplum sözleşmeleri de askıya alınır.

NİHİLİZM VE EYLEM KRİZİ

Nietzsche, "Eylem adamı sürüklenmekten ve kendini yitirmekten kaçmak için hayatını akla ve aklın kavramlarına bağlar" derken, ironik biçimde anlam ile eylemin ayrılmaz birliğini en açık biçimde dile getirmiştir.

İnsanın kavramlara verdiği anlamla "kendi hayat ve eylem gemisini onlara bağlayabilmiştir" derken Nietzsche, neyi hedef aldığının farkındadır.

Aklın ve kavramların yadsındığı noktada insanlar kavramların anlamı üzerinde uzlaşamaz, birlikte hareket etmeleri imkânsızlaşır ve eyleme geçemez. Böylece eylem krizi ortaya çıkar.

Kaldı ki, her toplumsal sistem "kavramlardan oluşan büyük bir yapı" ise, kavramların gerçek bilginin anlamından yoksun olduğunu bilmeyen insan eyleme geçer.

Nietzsche’ye göre eyleme geçen insanlar, "yanılsamaya ve rüya görüntülerine fena halde batmış durumdadırlar; gözleri şeylerin sadece yüzeyine bakar ve biçimler görür; duyumları onları hiçbir yerde hakikate götürmez.”

Yeryüzündeki hiçbir eylem insanı hakikatin kapısına götüremeyecekse, Nietzsche ‘ahlaki tutarlılık’ adına, “her türlü sistem istemi bir dürüstlük eksikliğidir” diyerek, eylemsizliği yüceltir.

Eylemsizlik halinde insanlar yaşadıkları kriz karşısında harekete geçemeyerek, daha iyi bir sistem için karar alamaz, daha adil ve eşit bir toplum için kavgaya girişemez, sürekli krize maruz kalarak bireysel kaygılarının karanlığında sürüklenir.

Gelinen noktada, koronavirüs kriziyle hayata dair bütün kavramlar alt üst oldu, anlamların üzeri geleceğin belirsizliğiyle kaplandı. Tüm dünya evlerinde eylemsizliğin içine hapsedildi.

Kriz karşısında yaşadığımız ataletten kurtulmak, eyleme geçerek kapitalizmin belirsizliğinde sürüklenmeye son vermek için, öncelikle yaşadığımız krizin anlamı kavranmalıdır.

Yaşadığımız kriz, neoliberalizmin yarım yüzyıllık krizi ve taşlarını Nietzsche’nin döşediği postmodernizmin krizidir. Yani deneyimlemekte olduğumuz kriz, kökleri 19. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan krizin krizidir.

18. ve 19. yüzyıl devrimler çağıdır. Savaşların, devrimlerin, iktidar değişimlerinin yaşandığı bu çağa, aynı zamanda ‘kriz ve eleştiri çağı’ denilmektedir.

Krizler, var olan normları yıkıp istisna durumunu ortaya çıkarır, işte bu anlarda sistemleştirilmiş eleştiriyle başlayan karar verme, hüküm verme sürecini, müdahale etme, meydan okuma, boy ölçüşme izleyerek toplumsal devrimlerin yolu açılır.

Hegel’in Hukuk Felsefesi eserinde dediği gibi “Kavramak, nesnede delik açmaktır.”

Devrimci eleştirel düşünceyle krizin kavranması sonucu, neoliberalizmin duvarlarında açılan delikte, devrimci pratiğin gerçekleşebileceği alanlar açığa çıkar. Böylelikle krizi, kopuş anına dönüştürmek mümkün olabilir.

Kriz karşısında, teori ile pratiğin bütünleşmesiyle, hakikatin aydınlığı insanlığın ufkunda yeniden gözükebilir.

Kriz nasıl aşılır? - Resim: 2