Recep Tayyip Terim...
Kaybederken çirkinleşmenin en seçkin örneklerini Fatih verdi her daim. Mersin maçı sadece son örnek, bana göre azmettirici rolünde olduğu İsviçre maçı daha yıllarca anımsanacak. Savunması hep aynı gizemli cümlelerle oldu: "Gizli gündemler", "Oynanmak istenen oyunlar" falan... Şimdi yenisi eklendi: "İtibarsızlaştırma operasyonu"... Çirkinleşmenin son gerekçesi bu! Tıpkı başbakanın, her muhalifine "darbeci", her muhalif eyleme "ideolojik" yaftalamasını andıran sanal, belirsiz ifadeler.
Net ifadesi de var: Hislerini belli edermiş, kendisi buymuş... Bir de kıvırtma sıkıştırıyor araya; faul yapan oyuncusuna sinirlendiğinden yere vurmuş topu meğer... Fatih cin, âlem sersem ya!.. Şu oyunun kuralları, kendilerinin "hislerine" göre ayarlansa ne iyi olur! Hızını almışken salvoyu sürdürüyor: "Borçlu kalmayı sevmem, eski cezamı da ekleyin!" Breh, breh... Bunu, cezanın ertelendiği geçen sezon Saraçoğlu’nda oynanan son Fenerbahçe şampiyonluk maçınızdan önce söyleseydin de, alkışlasaydık. Şimdi söylemek, tilkilik kokuyor.
Ayrıntılara girmek gereksiz de; 4.hakemlere "kulübe bekçisi" yakıştırması yapan Fatih haklı, çünkü sahayı babasının arazisi gibi kullanan bir antrenör var hakemlerin karşısında, kulübe bekçisi olmayıp da ne yapsınlar? Topu yere vururken bile kendi alanının dışında. Aslında bıraktığı genel izlenim, "futbolu" da, babasının malı gibi gördüğü...
Gerçekte; çarpık futbol düzenimizin, İstanbullu üçüzlere sağladığı ayrıcalıkların gücünü arkasına alıp heyheylenmektir yaptığı. Ceza affıyla, ertelemesiyle, geçiştirmeleriyle, çifte standart torpilleriyle yüz bulup astarını istemektir.
Hani öyle bir hâli var ki, sütten çıkma ak kaşık bir adamı yoldan çıkartmışlar dersiniz. Acaba öyle mi, hatırlayalım. 28 Eylül 2000’de Floransa’da oynanan Fiorentina-Tirol UEFA Kupası maçının hakemi Orhan Erdemir anlatıyor:"10.dakikadan 80.dakikaya kadar bana küfür edildi. 4.hakemim en az 20 kez Terim’i uyardı. Ben de 2 kez yanına gittim. İkincisinde ‘Hocam rica ediyorum, aşırı küfür ediyorsunuz, sizi atmak zorunda kalacağım’ dedim. Bana, açıklayamayacağım ağır bir laf etti, oyundan atmak zorunda kaldım."
Aradan 8 yıl geçiyor, bir başka vukuatı üzerine Hürriyet yazarı Yalçın Doğan şunları yazıyor: "Küfürbaz Terim’in eleştirilere karşı hazımsız olduğunu bilmeyen yok. Sık sık medyaya sataşması onun alışkanlığı. Sataşma şimdi geride kalıyor, şimdi terbiye sınırını aşıyor, küfürbazlık dönemine giriyor."
Akşam gazetesinde Şansal Büyüka, şöyle tanımlıyor Fatih’i: "Fatih Hoca ile ilişkileri sürdürmek pek kolay değildir. Biat edilsin ister, ne diyorsa yapılsın ister. Herkes ekseni etrafında dönsün ister."
Fatih’in şu özellikleri bana birisini çağrıştırıyor fena halde. Gerginlikten haz eden, beslenen yapı; muhalefetten, eleştiriden nefret; monarşik anlayış; her şeyi ben bilirim havası; kendi selinde boğulacak bir özgüven; patlayası şişmiş ego; hegamonik anlayış; üstten bakış; özürden, geri adımdan kaçış; sanal düşmanlar yaratmak; kontrolsüz öfke; kin tutma; çevresinde aslâ "veliaht" olabilecek birisini barındırmama; sindirmeye yönelik buyurgan, tehditkâr konuşmalar; husumetle ve saldırgan bir üslupla medyayı baskılama, korkudan aykırı soru soramaz hâle getirme...
Anımsayamadınızsa bir-iki ipucu vereyim. "Kanka Mourinho"nun yerine "Özlenen Obama"yı koyun meselâ... Ya da basına karşı sarf edilen "Utanmazlar!" lafının yerine, "Tasmalarınızı ben çıkardım"ı monte edin, hepsi ağır hakaret değil mi sonuçta?.. Yine bir şey belirmediyse zihninizde, siz, "kifayetsiz muktedirler" ülkesinden değilsiniz demek ki…