19 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Washington Pekin'i neden 'saldırgan' görmek istiyor?

Ali Develioğlu

Ali Develioğlu

Site Yazarı

A+ A-

Avrupa, Amerika, Çin ve Rus medyası haftalardır iki konuya odaklandı: Korona salgını ve hızla tırmanan ABD-Çin gerginliği. Washington geçmişte Çin'e bazen sertleşip bazen görece yumuşamışsa da, hiç bu kadar saldırganlaşmamıştı!

ABD'de 4.5 milyona yakın koronalı sayısı her gün yeni rekorlar kırarken, ülke içte, bir yandan sertleşen seçim kampanyaları, şiddet olayları, ırkçı gelişmeler, protesto gösterileri ile Trump'ın epidemiyi hiçe sayan, insan hayatı yerine tekellerin çıkarlarını yeğleyen politikaları, tırmanan işsizlik ve düşen dolar arasında, siyasal istikrarsızlığa sürüklenmekte.

İşte Beyaz Saray'ın Houston'daki Çin konsolosluğunu ajanlık, ispiyonluk iftiralarıyla kapatması, Güney Çin Denizi'ne yeni savaş gemileri göndermesi, Hong Kong'da Turuncu Devrim kışkırtması, Çin'in dev şirketi Huawei'in kovulması için AB'ye baskısını artırması ve Dışişleri Bakanı Pompeo'nun dünyayı Çin'e karşı birleşmeye çağırması, ABD'nin bu dönemine denk düştü.

Çin Hükümeti bu saldırganlığa Çongtu'daki Amerikan konsolosluğunu kapatarak cevap verdi. Çin medyasına göre Pekin, Amerikan saldırganlığının başkanlık seçimleri dönemiyle sınırlı kalmayıp savaşa dönüşebileceğinden endişe ediyor. Nükleer caydırıcı gücünü artırmayı planlıyor. Ama barışçı diplomasi Pekin için hala bir numara. Korona salgınına karşı mücadeleyi ve yeniden ekonomik büyümeyi esas alıyor. Ekonomik büyüme ve refahın ancak barışla mümkün olabileceğinin farkında.

Avrupa'da durum: Bir süre önceki Brexit yazımda Amerikancı Boris Johnson Hükümeti'nin başına gelecekleri ve küçülen AB'nin zorluklarını da özetlemiştim. Pompeo, Londra'ya giderek Johnson'a baskı yaptı ve İngilizlerin Huawei'ye verdikleri izni iptal ettirdi. Ama Brexit nedeniyle İngiltere AB'de olmanın ekonomik olanaklarını yitiriyor, son pazarlıklarda ABD'nin vadettiği ticari imkanlar da fos çıktı, üstüne bir de ağır bir korona krizi bindirdi. Johnson Hükümeti fazla yaşamaz. Ayrıca Londra'nın Çin'le ticarete ve Çin pazarına olan ihtiyacı, düşmanlığı tırmandırmaktan çok daha büyüktür.

Brüksel ise Brexit yarasını tedaviye, daralan imkanlarına rağmen daha büyük bir bütçe ve daha sıkı siyasal-askeri güç oluşturmaya çabalarken, bir de korona kriziyle sarsıldı. Geçenlerde gece sabahlara kadar toplanıp kavgalar ederek 1 trilyonluk bir bütçe ve 750 milyar avroluk bir 'korona fonu' oluşturmayı zar zor başarabildiler. Bu fon aslında başlayan ekonomik krize yönelik. Aynı 2008 sonrası gibi, batabilecek tekellere ve bankalara garantör olacak, işten atmaları frenleyecek ve yeni Brexit'leri önleyecekler.

Beyaz Saray'ın Avrupa politikası artık, baskı, ekonomik korumacılık, AB'yi bölme ve Çin ve Rusya gibi 'saldırgan ortak düşman' göstererek kendi yanına çekmeye yönelik. Pompeo, geçen günlerde Brüksel'e geldi, 'saldırgan Çin'e karşı ortak tavır almaya çağırdı. Ama aynı günlerde Beyaz Saray, Rusya'dan Avrupa'ya inşa edilen Kuzey Akımı-2 projesine karşı tavrını da sertleştirdi. Bu projeye katılan AB şirketlerine yaptırım uygulanacağını ve projenin Avrupa için çok tehlikeli stratejik sonuçları olacağını açıkladı.

Bu her iki istek de Brüksel üzerinde aksi tesir yarattı. AB'den sert tepkiler yükseldi. Ne ABD'nin ne Çin'in yanındaydılar, dünyada gerilim istemiyorlardı, kimse onlara kendi politikalarını dikte ettiremezdi, Kuzey Akımı-2 projesi iç işleriydi ve vazgeçmeyeceklerdi.

Pompeo hatta, aynı günlerde Rusya'yı da Çin'e karşı ABD ile ittifaka çağırdı! Kremlin bu içi boş çağrıyı elinin tersiyle itiverdi. Putin'in sözcüsü Peskov, ABD-Çin gerginliğinin ne Rusya'nın ne de başka ülkelerin çıkarlarına uygun düştüğünü, çözümün diplomaside olduğunu, Rusya'nın, komşu ülkeleriyle yıllardır oluşturmaya çalıştığı anlaşmalara sahip çıktığını ve Çin-Rusya ortaklığının 'çok özel' olduğunu açıkladı.

BRZEZINSKI STRATEJİSİ YERİNE KONAN YENİ ÇİN POLİTİKASI

70'lerden Trump'a kadar Pentagon'un neocon küresel politikası, baş düşman Rusya'yı tecrit etmek, Çin'i ise tarafsızlaştırmak şeklindeki 'Brzezinski Doktrini'ne dayalıydı. Daha 6-7 ay öncesine kadar Trump'ın neoconlar tarafından 'Rusyagate' komplosuyla sıkıştırılmasında bile, Rusya'nın temel hedef olduğunu gördük. Ancak 2008 sonrası değişen dünya dengeleri, Çin'in dev bir ekonomi haline gelmesi ve Amerikan ekonomik yayılmacılığına darbe vurmasıyla, Brzezinski stratejisinden vazgeçtiler. İki yıl önce Pentagon Ulusal Güvenlik raporunda Rusya ve Çin'i ABD'nin baş düşman olarak gösterecekti. Çin'i tarafsızlaştırma politikası bitmiş, yerini Rusya ve Çin'i birlikte hedef alma ve aralarına kara kedi sokma politikası almıştı. Rusya Pompeo'nun ittifak çağrısının içi boş bir bölme taktiği olduğunun tabii ki farkındadır.

Kısacası ABD, son haftalarda Çin`i yalnızlaştırma ve ortak bir karşı cephe oluşturma çabalarında umduğunu bulamadı, aksine kendisi yalnız kaldı.

ABD, Çin'e karşı neden saldırganlaştı? Anketler, seçim kampanyasını Biden'in önde götürdüğünü ve Trump'ın, özellikle koronaya karşı 'önlemsizlik' nedeniyle, geride kaldığını gösteriyor. Neocon medya (New York Times, CNN...) Trump'ı son haftalarda özellikle bu konuda sıkıştırıyor. Rusyagate konusu bir kenara atıldı. Trump ekibi, 'agresif bir Çin' hedefi etrafında seçmeni kazanma politikasına yöneldi. Murdoch'ın FOX TV'sinde sürekli Çin'in saldırgan olduğu, Amerikan halkına işsizlik ve hastalık yaydığı iftirasını yayıyorlar. Korona kriziyle zaten kabuslar gören Amerikan halkının dikkatini asıl sorunlardan çekerek, dışa yöneltmek, yıllık 660 milyar dolar hacmindeki Amerikan-Çin ticaretinde Çin'in haksız kazanç sağladığı iddiasıyla seçmeni yanına çekmek ve bu 'yapay' düşmana karşı 'kahraman görünerek' oy toplamak amacındalar. 'Saldırgan' Çin imajı, kendi saldırganlıklarını 'meşrulaştırır' hesabındalar.

Bu seçim taktiği onlara Avrupa'yı yanlarına çekme umudu da veriyor: Ortak düşman Çin'e karşı Atlantik Paktı'nı tamir etmek! AB ve Çin arasında artan karşılıklı yatırımlar, Washington'un gözüne batıyor. Bu taktikle AB-Çin ekonomik yakınlaşmasını baltalamayı da amaçlıyorlar.

ÇİN'E SALDIRGANLIK KASIM SEÇİMLERİYLE DURACAK MI?

Amerikan seçimlerinin en sert geçeceği, son üç aya giriyoruz. Bu şu demektir: Çin'e karşı Trump-Pompeo ekibinin saldırganlığı tırmanacak, yaşanmamış boyutlara ulaşacaktır. Ancak kasımdaki başkanlık seçimini kim kazanırsa kazansın Çin'e karşı saldırgan politika, önce biraz durulsa da, sonra yine tırmanarak devam ettirilecektir. Biden'de gelse sonuç değişmeyecektir.

Çünkü uluslararası ve emperyalist Amerikan tekelleri (Özellikle ihracatçı kesimi ile silah ve enerji sektörü) açısından, kendilerine daralan dünya pazarlarını yeniden paylaşım mücadelesi, gün geçtikçe daha büyük önem kazanıyor, giderek varoluş mücadelesine dönüşüyor.

2008 krizi sonrası ABD'nin kontrolündeki pazarlar daraldı, para ve ihracat malları hızla Çin'in etrafında toplandı, bu ülke ABD kadar gelişmiş bir teknoloji ve ekonomiye sahip oldu, Yuan, Dolar'ın pazarlardaki etkisini zayıflatarak yayılıyor, İpek Yolu projesi Asya'yı birleştiriyor, Rus petrol ve gazı ABD'nin pabucunu dama atıyor.

Şu anda ABD ve Batı başta olmak üzere dünya tehlikeli ve yeni bir küresel ekonomik krize girmekte! Sonuçlarını önümüzdeki dönem daha net göreceğiz.

Dünyadaki tüm malların yarısından fazlası, dünya nüfusunun sadece yüzde 1'ine ait! Bu yüzde 1, 2008 öncesi tüm dünya malının yüzde 42.5'una sahipti. Ama krizden sonra daha da zenginleşti, iflaslar oldu, tekelleşme ilerledi; şimdi yüzde 51'ine sahip! Yaklaşık 22 trilyon dolarlık bir zenginleşme! Milyarlarca insan ise daha da yoksullaştı. Alım gücü düştü. Dünyanın tüm mallarının toplam bedeli yaklaşık 300 trilyon dolar! Yüzde 1'in serveti ise neredeyse 160 trilyon! Geliri daha da azalan yoksul milyarların artık eskisi kadar satın alamaması da pazar daralmasının önemli bir belirtisi.

Ayrıca, 90'lı ve 2000'li yıllarda özellikle Batı, üretimin dijital devrimle yeniden yapılanmasına tanık oldu, işletmeler devasa yatırımlarla üretim sürecini yenilediler. Buna karşılık yüz milyonlarca insan işten atıldı, zamlar birbirini izledi, iflaslar aldı yürüdü. Bu gelişme de pazar daralmasına yol açtı.

Korona salgını bütün bu gelişmelerin üstüne tuz biber ekti: toplu işçi çıkartmalar, sinek avlayan mağazalar, yolcusuz ulaşım araçları, seyircisiz ya da kapalı sinema ve tiyatrolar, boş otel ve lokantalar, hayalet meydanlarına dönüşmüş havaalanları... Tüketicinin davranışı da değişti, yalnızlığa, karantinaya, önleme ve gıda stokuna yöneldi. Gecen yıl yüzde 2.3'e düşen ABD ekonomisi büyüme oranı, IMF'ye göre bu yıl sonunda yüzde 8 daha düşecek. 600 dolarlık korona işsizliği yardımına bir kaç ay önce 26 milyon Amerikalı başvurdu, bu ödeneği hükümet şimdi 200 dolara indirmeye çalışıyor. İşsizlik oranı yüzde 23, yani 1929 büyük ekonomik krizine çok yakın:tarihi 1929 krizinde işsiz oranı yüzde 24.9 olmuş, ardından savaşlar ve toplumsal devrimler patlak vermişti.

ÇİN NÜKLEER SAVUNMASINI ARTIRACAK

Bununla beraber yeni başlayan küresel krizin temel nedeni korona değildir. Kriz, korona salgınından önce zaten başlamıştı. Tabii ki korona durumu vahimleştirdi. Ekstra bir etken oldu.

Küresel pazarların daralması ve pazar savaşının şiddetlenmesine yukarıdaki faktörler yol açtı. Asya'nın ayağa kalkışı ve Çin'in devleşmesi baş faktördü.

İşte bu nedenlerle, Trump kazanamayıp Biden de gelse, Beyaz Saray'ın Çin düşmanlığı tırmanmayı sürdürecek. Çin'i de 'diktatör rejimler' kategorisine sokan Washington, çok kutuplu yeni dünyada, dünya egemenliğini kaybetmemek için uğraşmaktaydı. Bu gelişmenin kuşkusuz ülkemiz üzerinde de kaçınılmaz etkileri olacaktır. Son günlerde Çin medyasında bu gelişmelerin bir 'sıcak savaşa' dönüşebileceği endişesi sıkça paylaşılır oldu. Bu nedenle Pekin daha sıkı bir anti-ABD cephesine ve nükleer silahlanmaya yöneliyor. Diplomasiyi ikinci plana atmadan...

Dünyanın bugün yaşadığı fırtınadan önceki sessizlik mi? Deprem veya yanardağı patlamasından önce de her şey yerli yerinde, durgun ve sakindir.

Yaşam hep aynen öyle sürecekmiş gibi görünür. Ama bir gün bir şey olur!