18 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yeni cinsiyetler uydurup Tanrı’cılık oynamak

Latif Bolat

Latif Bolat

Gazete Yazarı

A+ A-

Hayırlı olsun! Nur topu gibi yeni bir evladımız oldu! 75 senedir NATO, 40 senedir PKK, 20 senedir FETÖ, son iki senedir Covid ile uğraşıp dururken, şimdi de LGBT problemini kucağımıza verdiler. Başka işimiz yokmuş gibi, bununla da oynayın dediler. Geçim derdi, eğitim derdi, işsizlik derdi sanki yetmiyormuş gibi, artık bu yeni “problemli evladımıza” zaman ayırıp, kafa patlatmamız da gerekli hale geldi. O zaman patlatalım, memnuniyetle.
Tam otuz dokuz sene önce, eğitim için ABD’nin San Francisco şehrine gittiğimde, orada gördüklerimin, Türkiye’nin başına ileride bir gün bela olacağını, hiç te düşünmemiştim doğrusu. Çünkü o yılların Türkiye’si, gelenekleri ve töreleri ile barışık, özellikle de kırsal kesimdeki insanlarımızın ata yadigarı kültürü bir kıymetli hazine gibi sakladığı ve koruduğu bir memleket idi. Biz, bir temmuz günü İstanbul’dan SAS Havayollarının uçağı ile Kaliforniya’ya doğru yol alırken, geride bıraktığımız ülke, hâlâ Yunus Emre’nin, Mevlana’nın, Nazım Hikmet’in, daha da önemlisi Mustafa Kemal’in, nispeten fakir, ama kültürü ve bin senelik gelenek mirası ile kıvanç duyan bir toprak idi. En küçüğünden bir örnekle, kalabalık bir otobüste veya dolmuşta, gençlerin hala ağabeyleri ya da amca-teyzelerine hemen yer verdikleri nezakette bir toplum idi. Böyle bir toplumda, LGBT türünden bizlere tamamen ters ve aykırı bir tartışmanın ve zorlamanın yapılabileceği ve bir “sorun” haline getirilebileceğini, rüyamızda bile görsek inanmazdık.

‘GAY’ ve ‘LEZBİYEN’
BAŞKENTLERİ KARŞI KARŞIYA

Böyle bir ruh hali ile, San Francisco State Üniversitesinde mastır yapıp, hemen karşı sahildeki Berkeley şehrinde de hayatımızı geçirmekteydik. Böylece başlayan bir yirmi sene hem öğrencilik hem de iş dolayısı ile ABD’nin bu en “ilerici, devrimci ve aykırı” iki şehrinde geçmiş oldu. Bu konunun LGBT ile ne ilgisi var diyeceksiniz. Hemen gelelim konuya: AIDS krizinin şiddetinin daha başlangıcında vardığımız San Francisco, dünyanın “gay” merkezi sayılıyormuş meğerse. Bunu hem devam ettiğimiz üniversitede hem de San Francisco sokaklarında gözlemleyebildik bu sürede.
İşin ilginç olan bir tarafı da, yaşamımızı geçirdiğimiz karşıdaki “ilerici” Berkeley şehri de, lezbiyenlerin ve hatta “dyke” denilen aşırılarının merkezi idi. Yani, LGBT’nin temellerinin atıldığı ve gözlerimizle nasıl geliştirildiğine şahit olduğumuz bir merkezde, yirmi kadar sene geçirdik. Her iki cinsel eğilimde de bir “elitizm ve özel olma” psikolojisinin var olduğunu hemen görebilmekteydik.
Biz “normal” bir erkek olunca, sanki biraz daha aşağılarda gibi davranış görüyorduk. Tabiatın bize doğuştan verdiği cinsiyette takılıp kalmış ta, bu yeni eğilimin “ilericiliğini” kaçırmış gibi hissettiriliyorduk. Ama çevremizde oldukça çok sayıda “gay ve lezbiyen” arkadaşımız da vardı. Çünkü hem nüfus yoğunluğu hem de San Francisco ve Berkeley bölgesinin esnek kültürü, böyle bir durum yaratmaktaydı. Bu arkadaşlıklarda, aslında LGBT konusunda hiçbir tartışma bile olmazdı. Çünkü hiç kimse diğerlerinin tercihlerine zaten karışmazdı ki! Yani şimdilerde olan LGBT zorlamaları, aslında sonradan bu konunun keşfedilip kuvvetli bir silah haline getirilmesinin bir ürünü gibi görünmekte, şimdi geriye dönüp bakınca.

ABARTILMIŞ GERÇEKLİK: LGBTQ+

Tarihi olarak, bur tür değişik cinsel tercihler, dünyadaki hemen her ülkede, belki de insanlığın ilk gününden beri var sayılır bilimsel araştırmalara göre. Bunu konserlerimiz nedeni ile ziyaret ettiğimiz Hindistan, Endonezya, Şili, Arjantin, Singapur ve hemen elli kadar ülkede, hiç te yoğun olmayan bir şekilde gözlemleyebiliyoruz. Bu seyreklik sebebi ile de bu tür tercihe sahip insanlar, gittiğimiz her toplumda, bir şekilde normal bir yaşam sürdürebilmekteler. Buna, kendi ülkemiz de dahil. Zaten normal cinsel tercihe sahip olanlar bile, mevcut cinselliklerinin reklamını yaparak ve bu tercihi apaçık afişe ederek yaşamak gibi bir yol hiçbir zaman izlemiyorlar ki!
Farklı tercih sahiplerinin de halihazırda yaptığı ve yapması gereken şey, aynen herkes gibi hayatlarını normal şekilde yaşayıp gitmeleri. Onun yerine, küreselleşmeci LGBT ideolojisinin peşine takılıp ta, bunu içinde bulunduğu topluma zorla kabul ettirmek, amaçladıklarının tam tersi reaksiyon yaratacaktır ve aynen de böyle olmaktadır hemen her ülkede.
Aslında, LGBT’nin bu aşırı teşhirci ideolojisi ile küreselleşmecilerin, özellikle de dünya kadınları üzerinde uyguladığı başka türlü bir teşhirciliğin ilişkisi de açıktır. Sosyal medyayı ortaya attıklarından beri, Beverly Hills’in aşırı botokslu kadınlarından, yüzde yüz Müslüman Endonezya veya Türk köylerindeki o doğal kadınlarımıza kadar, bir teşhircilik salgını da ortaya çıktı. Facebook bir yandan, Instagram öte yandan, özellikle de TikTok türü uygulamalar, tüm bu toplumların geleneksel kumaşını perişan etti ve bitirme noktasına da getirdi çok kısa bir zamanda.

UYDURULMUŞ MODERNLİK VE KÜLTÜR CİNAYETLERİ

Bu, insanlık tarihinde çok yeni bir salgın hastalık olduğu için, Covid salgını sırasındaki, en azından bazı ülkelerin hemen aşı bulup, salgına karşı savaşmasının tersine bir durum yaşamaktayız. Ülkelerin çoğu ve hatta insanlığın büyük bir kısmı, küresel kültür saldırısı sonucunda olan bitenin farkında bile değil. Hatta büyük bir iştahla, bu kültürün bir parçası olmak ve mümkün olan en büyük kişisel tatmini elde etmek için kahramanca savaşmaktalar.
Umarız bir gün, insanlık bu küresel saldırıda kaybettiklerinin farkına varmaya başlar ve eskiyi geri getiremese bile, elde kalan değerlere sahip çıkmanın yolunu bulur. İşin garip ve en ilginç tarafı ise hemen her ülkede, bu tür geleneklerin kaybolmasına karşı sesini yükseltenler “sağcı, muhafazakâr” siyasiler olurken, kendisini halkçı, devrimci ve anti-emperyalist diye etiketleyen sözde “solcu ve ilerici” çevrelerin çoğunun, büyük bir ihtiras ile küreselciliğin bu yıkıcı ideolojisinin sonuçlarını alkışlaması.
Türkiye’de bunun en net ve açık örneklerini, Kadıköy iskelesinde vapurdan indiğinizde görürsünüz. Aklınıza gelecek her kelimeden oluşturulmuş dernek ve parti isimleri ile gösteri yapan ve pankart taşıyan “solcularımız”, büyük bir yanılgıyla, modernlik adı altında, kozmopolit ve küresel kültürün günümüzdeki gönüllü avukatları haline gelmişlerdir. Ne diyelim, insan köklerinden uzaklaştıkça, esen rüzgârın önünde nereye gideceği belli olmayan bir kuru yaprak haline geliyor galiba!