20 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Yeni toplumun dini sanat, azizleriyse sanatçılardır’

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

Napolyon’un Waterloo Savaşı’nda yenilmesiyle birlikte Fransız Devrimi’nin vaatlerinin gerçekleşmeyeceğine dair karamsar inanç, toplumda hakim kanı haline gelmişti. Başta sanatçılar olmak üzere, devrimin sloganlarının arkasından giden halk, burjuvazinin tereddüt etmeden devrime ihanet ettiğine tanık oldu.

Burjuvazinin ihaneti karşısında sanatçılar, 1820’lerin sonu ile 1850 yılları arasında burjuva topluma karşı mevzilenirken, toplumcu ideallere sahip olmalarını sağlayan en önemli etken 1830 ve 1848 devrimleriydi. Devrimci halk hareketleri ve onların güçlü yeni toplum istekleri, burjuva toplumunun açmazlarına rağmen sanatçıların duygularını dalgalandırmaya devam ediyordu.

Hubert%20Robert%2C%20Louvre%E2%80%99un%20m%C3%BCze%20olarak%20d%C3%BCzenleni%C5%9Fi%2C%201796.
Hubert Robert, Louvre’un müze olarak düzenlenişi, 1796.

ÜTOPİK SOSYALİZM VE SANATIN MİSYONU

Özellikle 1830 Devrimi sonrası ortaya çıkan Ütopik Sosyalist hareketler sanatın ve sanatçının konumunu bir kez daha güncellemişti. Sanatın özerkliği sorunu, Saint Simon’un önderlik ettiği fikirlerle yeniden tanımlanmaktaydı.
Kant’ın, sanatın hiçbir işlev ve yarar görmeksizin, sanatın dışarıdan dayatılan her anlayıştan bağımsız olması gerektiğine dair yaklaşımı, sanatın özerkliğinin kuramsal temellerinin atılmasını sağlamıştı.
Saint Simon ise, Kant’ın tam tersi bir yaklaşımla, sanata toplumsal bir misyon biçerek, sanatı toplumsal ilişkilerin merkezine yerleştirip sanatı politikleştirmişti. Sanayileşmenin ilk evresinde kapitalizmin atılımlarla birlikte yaşadığı çatışmalara karşı Simon, Fransız Devrimi’nin demokratik amaçlarını güncelleyerek burjuva toplumuna karşı alternatif bir toplum önerdi.

Saint Simon, sanatçıları yeni topluma önderlik edecek öncüler, avangardlar ilan eder. Simon’a göre, sanayileşmeyle birlikte gelişen teknolojik atılımlar insanlığın Aydınlanma’dan itibaren takip ettiği akılcılığın ve ilerlemenin meyveleridir. Burjuvazi bu meyvelerin değerini bilebilecek donanımdan ve geniş bakıştan yoksundur. İnsanlığın bu kutsal gelişmeleri dar kafalı sınıfın eline bırakılamaz. Bundan dolayı toplumun sanatçılar ve bilim insanları tarafından yönetildiği yeni toplumsal ilişkiler tasarlanır.

Simon, sanayicilere “Sizin avangardınız biz sanatçılar olacağız. Çünkü en ani ve en hızlı etki eden güç, sanatın gücüdür [...] İnsanların hayal gücüne, duygularına seslendiğimiz için, her zaman en kuvvetli ve en kararlı etkiyi biz yaratırız” sözleriyle bu birlikteliğe çağırmıştı.

Avangard sözcüğü ilk olarak askeri amaçla, ordunun en önünde, tehlikeleri ilk göğüsleyen birlikler için kullanılmıştı. Simon da sanatçılara avangard misyonu vererek, sanatçıların modernizmin bilinmeyen topraklarını keşfe çıkmasını, insanlığın ufuk çizgisini genişletmesini, bilinmeyeni zengin hayal gücüyle göğüslemesini istemektedir. Kuşkusuz sanatçılar bilinmeyeni keşfederken, yabancı topraklara inançlarını yaymak için yolculuk eden keşişler gibi sunulur. Bu anlamda Simon’un ütopyası, Platon’un filozofların yönettiği ideal devletten farklılaşır.

Simon sanatçıya yarını kuracak avangard misyonu biçerken diğer taraftan, burjuva toplumunu bir arada tutacak ideolojik harcın eksikliğini de gidermek için sanata başvurur. Simon’a göre “Yeni toplumun dini sanattır. Yeni toplumun azizleriyse sanatçılardır.” Daha sonraları, sanatçıların yaratımlarının ilahi deha örnekleri olarak kutsanmasının kültürel tohumları bu fikirlerle ekilir.
Bu bağlamda en kışkırtıcı konuysa, Simon’un büyük ölçekli düşünsel normları gündeme getirmesidir. Büyük boyutlu kamusal projelerle, insanlığın daha eşit ve özgürce yaşayacağı, burjuva sınıfının değerlerinden arındırılmış büyük ve yeni kentler tasarlanır.

Simon’dan sonra Ütopik Sosyalizm’in başka bir temsilcisi olan Fourier’in işçi sınıfının konut sorununu çözmek için tasarladığı ‘falanster evler’ ütopyası da bu dönemin en çarpıcı fikirlerindendir.
Aynı şekilde Engels de, Ütopik Sosyalistlerin şehre dair düşünsel mirasından yola çıkarak ‘Konut Sorunu’ eserini kaleme almış, sanayileşme ve eşitsizliğin neden olduğu büyük kentlerdeki sefaletten, barınma sorunundan işçi sınıfını kurtarmayı amaçlamıştı.

Saint%20Simon
Saint Simon

SANATIN İKTİDARI MÜMKÜN MÜ?

Sanatçıların Simon’un bu çağrısına ne kadar istekli şekilde cevap verdikleri ayrı bir tartışmadır fakat, Simon’un hareketi içinden büyük sanatçıların çıkmaması üzerinde durulması gereken konusudur.
Eski Simoncu Charles Duveyrier’in arkadaşına yazdığı mektup bir anlamda 20 yıllık hayallerin dramatik muhasebesi gibidir: “Bu kadar derin bir hareketten geriye ne kalacak? 19. yüzyıl insan aklının tarihine hizmet edecek birkaç kitap, birkaç ilginç müsvedde. Bu muydu azizim, hayal ettiğimiz?”

Simon’un hayal ettiği, sanatın iktidar olduğu, iktidarın estetikleştiği yeni toplum hayalleri 1848 Devrimi’nin barikatlarında yenilgiye uğramıştı.
Burjuvazi tarafından halk sınıflarının acımasızca ezilmesi karşısında sanatçılar, burjuva toplumuyla olan tüm düşünsel ve duygusal bağlarını koparıp atacaklardı. Sanatçıların burjuva toplumunun içinden çıkabilecek herhangi bir güzelliğin, yeniliğin olabileceğine olan inançları yıkılmıştı.

Burjuva toplumuna diş bileyen sanatçılar, artık toplumu topyekun yadsıyan sanatçılara dönüşeceklerdi. Kant’ın sanatın özerkliğine dair görüşleri, 1848 yenilgisi sonrası toplumla olan bağlarını koparmış sanatçılar tarafından nihilist havada, bambaşka zeminde yeniden gündeme getirilecekti.

Bu sanatçılara göre, hastalıklı, kangren olmuş toplumu, sanatın hiçbir erdemi iyileştiremezdi. Öyleyse tüm insanlığa kendi pisliğiyle yaşamayı dayatan burjuvaziye karşı yıkıcı ve provokatif sanat performansları düzenlenmeliydi. Sanat artık iyileştiren değil, burjuvazinin pisliğini onun yüzüne vuracak şekilde ellerini kirleterek, insanlara kötüyü, bayağı olanı göstererek onları sarsmayı amaçlayacaktı.
Simon ve Fourier sonrası modern sanatın izleyeceği yol ‘karanlık’, ‘çirkin’ ve ‘sarsıcı’ olacaktı.

Simoncu sanatçı ve bilim insanları ise 1848 yenilgisi sonrası ya modern sanatın bu toplum karşıtı yolunu takip ettiler ya da kapitalizmin büyük, merkezi projelerinde yer aldılar.
III. Napolyon’un hükümet darbesi sonrası Paris’in başına geçen Baron de Haussmann’ın Paris’i yıkıp yeniden inşa edeceği, 20 yıl sürecek projelerinde görev aldılar. Haussmann, eski sosyalist bu mimar ve mühendislere hiç güvenmediğini ama onların dışında büyük ölçekli düşünebilen insanların Avrupa’da bulunmadığını her fırsatta III. Napolyon’la konuşmalarında dile getirmişti. Simon’un avangardları, Haussmann’ın teknokratları olmuştu.
20. yüzyılın modern şehirlerine damgasını vuran Fransız mimar Le Corbusier de gençliğinde modern avangard akımların içinde yer almış ve Ütopik Sosyalizm’in kent hayallerinden derinden etkilenmişti. Le Corbusier de bazı Simoncu sanatçılar gibi, kendisini kapitalizmin sermeye birikiminin kentsel köklerine yeni alanlar açan ‘öncüsü’ olarak bulacaktı.
Sanatın iktidarıyla toplumu dönüştürme hayalleri, 1917 Devrimi ile birlikte, güçlü biçimde sesini yeniden duyursa da, Simoncu sanatçılar gibi Rus avangardları da, çok farklı nedenlerle, aynı hayal kırıklığını yaşamaktan kaçınamamıştır.

Geçmişteki tüm hayal kırıklığına, radikal muhalif çizgiden sistemin teknokratı konumuna düşmesine rağmen sanatçı, kendisini ve toplumu hapseden postmodern ideolojinin duvarları çatlarken, tarihsel misyonunu yeniden hatırlamalıdır.

Şehirler bugün de, devrimci fikirlerin ve hareketlerin kuluçka yeridir. Şehrin sokaklarındaki illüzyonlarla cesurca yüzleşebilen, yeni toplumun hayallerini kurabilen sanatçı, sanatı ve toplumu özgürleştirecek ütopyalarıyla insanlığa yeniden taze soluk verebilir.

Böylelikle şehrin çamurlu sokaklarında kutsal halesini kaybetmiş modern sanatçı, yeniden azizlerin katına yükselebilir!
Her ütopya içinde hayal kırıklıklarını barındırır, yaşanan her hayal kırıklığıysa yeni ütopyaların ufuk çizgisini belirler. Sanat da bu çelişkilerin yatağında beslenerek, sanatçının hayal gücünü tetikler.