27 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ne öküz kımıldıyor ne de dünya sallanıyor

Doğu Perinçek

Doğu Perinçek

Gazete Yazarı

A+ A-

Teori dergisinin Eylül sayısı, bizim entelektüel âlemde kimsenin ilgilenmediği bir konuyu gündeme getirdi. Hadi sağ kesimi anladık, onlar hâlâ dünyanın öküzün boynuzları üzerinde durduğuna inanıyorlar. Üstelik sonsuza kadar durmaya devam edecek.
NASRETTİN HOCA EŞEKTEN DÜŞTÜ AMA DÜNYA ÖKÜZÜN BOYNUZUNDAN DÜŞMÜYOR
Peki Sol geçinenlere ne demeli? 19. Yüzyılda çırpınmaya devam edenlerden söz ediyoruz. Üstelik Türkiye toprağında da değil, Avrupa’da. Onların gündeminde bugüne ya da 21. Yüzyıla ilişkin bir şey yok. Onların dünyası da öküzün boynuzları üzerinde durmaya devam ediyor. Ne öküz kımıldıyor, ne de dünya sallanıyor!
Nasrettin Hoca gibi iyi bir binici bile eşekten düştü ama dünya milyarlarca yıldır öküzün boynuzundan düşmüyor.

Ne öküz kımıldıyor ne de dünya sallanıyor - Resim : 1

TEORİ DERGİSİNİN AÇTIĞI SAYFA
İnsanın Yapay Zekâ teknolojisini geliştirmesine öküz ilgi duymayabilir. Kuyruğuna konan bir sinektir en sonunda. Ancak bilim, siyaset ve felsefe dünyası için aynı değerlendirme yapılamaz. Konu, kaçınılmaz olarak Türkiye’nin de gündemindedir.
Teori dergisi, Yapay Zekâ dosyasıyla bir sayfa açtı. 12 Eylül 2018 günü konuya bu köşede bir giriş yaptık. “Yapay Zekâlı kazmayla hangi mezar kazılıyor” başlıklı yazı geniş ilgi uyandırdı. Yapay Zekâyı 11 Eylül günü Ulusal Kanal’da Sedat Sami Ömeroğlu ve Seyyit Nezir ile tartıştık. 24 Eylül Pazartesi günü yine Ulusal Kanal’da bilim emekçileriyle tartışmaya devam edeceğiz. Belki başka gazete ve televizyonlar da konuyla ilgilenecektir. Bu gündemin dışında kalma olanağı yok çünkü.
AKILLI KAZMANIN KAZDIĞI MEZAR
En çok tartışılan konu, “Şu Akıllı Kazma dediğimiz Yapay Zekâlı Robotla hangi mezarı kazıyoruz” sorusu.
Dikkat buyurulsun: Mezarı kazan Yapay Zekâlı Robot değil, çünkü o kazmadır. Peki sapı kimin elindedir ve teknolojideki bu görülmemiş sıçrama, hangi toplumsal-ekonomik gelişmelere eşlik edecektir?
KUTSAL TEORİ YOK
Bu sorunun yanıtını 19. yüzyıl veya 20. Yüzyılın kitaplarında bulma kolaylığı yok. Gelişmeleri dünün teorisiyle açıklayamıyoruz, günün pratiğine bakmak zorundayız. Doğrudur, teori pratiğe yol gösterir. Ancak o yol gösteren teori, eskiyen teori değil, pratiğe göre kendisini yenileyen teoridir. Elimizde bir Kutsal Teori bulunmuyor. Başka deyişle günün pratiğini dünün teorisiyle yola getirme şansımız yok. Her zaman pratik, teoriyi yola getirmiştir. İşte o yola getirilen teoridir ki, pratiğe ışık tutabiliyor. Bu konulara ayrıca gireceğiz.
SORULAR SORULAR
Kendi adımıza konuşalım, Yapay Zekâ teknolojisi hakkındaki bilgilerimiz sıradan düzeyde. Ama Yapay Zekâlı Robotun üretim süreçlerine girmesiyle birlikte neler olabileceği konusunda birikimimiz var. Yapay Zekânın teknolojide yol açacağı gelişmelerden çok, toplumsal-ekonomik-siyasal ilişkilerde tetikleyeceği süreçlerle ilgileniyoruz. Toplumun merâkı da daha çok buraya odaklanıyor. Sorular ve eleştiriler şimdiden gelmeye başladı. Bugün Kubilay Kızıldenizli arkadaşımızın Teori dergisinde yayınlanan yazımla ilgili görüşlerine yer veriyoruz.
“1. Son yüz yılda endüstri öyle bir noktaya geldi ki ‘üretim araçlarının kapasitesi’ nedeniyle aslında ‘bolluk toplumuna’ ulaştığımızı söyleyebiliriz. Kapasitelerine ulaşamamalarının nedeni içinde yaşadığımız rekabetçi sistem nedeniyle pazar sıkıntısı çekmeleridir.
“2. ‘Bolluk Toplumu’ ile ‘Üretim Fazlası’ ayrı ayrı tanımlanıyor ama ben ikisini de aynı anlamda kullanıyorum. Kastettiğim “üretim fazlası’ lokal bir alanda yapılan üretimin o alanda yaşayan insanların ihtiyacından fazla olması değil. Kastettiğim ‘fazlalık’ küresel düzeydedir ve tüketileceği pazarı aramaktadır. Bu nedenle Dünya Ticaret Örgütü diye bir örgüt var ve bu akışı düzenleyen kurallarını oluşturmuştur.
“3. Kapitalizmin ilk yıllarında aynı ülkede faaliyet gösteren şirketler arasında yaşanan rekabet, emperyalizm döneminde şirketlerin devletler aracılığıyla yürüttüğü rekabete dönüşmüştür. Düşünülenin aksine yaratılan ‘üretim fazlası-bolluk’, önce ticaret savaşlarıyla başlayan savaşlara ardından da silahlı savaşlara neden olmaktadır.
“4. Günümüzde o kadar fazla üretim fazlası var ki kapitalist şirketler ve Çin’deki şirketler de dahil, bu ürünleri satacak yer bulamıyor. Aynı özellikte ürün üreten ve dünya çapında faaliyet yürüten yüzlerce şirket var ama bu bolluk küresel düzeyde gerilimleri azaltmadığı gibi artırıyor. Aslında Emperyalizm Çağı’nda gerilimlerin nedeni üretim azlığı değil ama üretimin fazlasıdır. Bu gerilim doğal kaynaklar üzerinde başlayan hakimiyet savaşlarıyla başlayıp, üretilen ürünün pazar bulmasına kadar sürmektedir.
“5. Benim çalıştığım ilaç şirketinin dünyada sadece birkaç üretim tesisi var. Ancak bunlar entegre ve devasa üretim kapasitelerine sahipler. Şirket, dünyayı birkaç parçaya bölmüş ve her tesis kendine ayrılan belli ülkelere ürünleri gönderiyor. Bugün çok uluslu olarak tanımlanan her şirketin durumu aynıdır. O kadar büyük üretim kapasiteleri var ki, kendilerini sınırlayan tek şey rakipten alamadıkları pazar paylarıdır. Sadece bu nedenle ‘tam kapasite’ çalışamıyorlar. Rakipleri pazardan çekildiği anda havanın boşluğu hızla doldurmaları gibi üretimlerini artırarak doldurmaktadırlar.
“6. Kanımca Yapay Zekâya dayalı üretim araçları yaygınlaştığında bile insanlar/sınıflar arasındaki çelişmeler çağına uygun olarak devam edecektir. Çünkü bu üretim araçları hakim sınıfların kendi nizamlarını sürdürmelerinin bir aracı olmaya devam edecektir.
“7. Doğu Perinçek’in makalesi elbette ‘kendiliğindenciliği’ öngörmüyor ama Yapay Zekâya kanımca kaldıramayacağı bir anlam yüklüyor. Yapay Zekâlı üretim araçlarına yönelim, emekçiler bol zamana sahip olsunlar gibi ulvi bir amaçla değil, üretim maliyetlerini düşürdüğü için şirketler tarafından fonlanıyorlar. Böylece kâr oranlarını artırarak, bir yandan şirket hisse senetlerini değerini artırıyor diğer yandan rekâbette fiyat ve kalite açısından avantaj elde ediyorlar.
“8. Gerçek şu: Bugün üretim araçlarının kabiliyeti insanlığın ihtiyaçlarını karşılayacak düzeydedir. Makalede geçtiği için yazıyorum, başta Körfez Ülkeleri olmak üzere dünyada bir çok ülke örneğin BEA, Suudi Arabistan, İsrail gibi ülkeler deniz suyundan tatlı suyu da elde ediyorlar ve bu sular tarımda ve insanların günlük ihtiyaçları için kullanılıyor.
“9. Sorum ise: Doğal kaynaklar ve üretilen malların satılacağı pazar gibi iki alanda müthiş bir rekâbet var. Bunların biri diğerinden önemsiz değil. Robotların üretime dahil olması, insanlığa boş vakit yaratması kapitalist-emperyalist sistemi nasıl gereksiz kılacak?”