27 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Robotlara ceza geliyor

Seyyit Nezir

Seyyit Nezir

Eski Yazar

A+ A-

Marshall McLuhan, eski Yunanlıların matbaayı icadın tam eşiğinden şaşırtıcı biçimde dönüşlerine dikkat çekmişti Gutenberg Galaksisi’nde (YKY, 2001). İşin sırrı şu ki, teknolojinin belli bir aşamasında her uygarlık, üretici güçlerin gelişmesini durdurmak gereğini duyuyor. Teknoloji ve insan arasındaki karşıtlık, toplumsal bir isteksizlik ve yorgunluk üretiyor. Yunanlıların bilim ve felsefede, güzel sanatlarda yaratığı o görkemli aşamada zorbalığın demokrasiye üstünlük sağlaması ve Sokrates’in ölümü karşısında sessiz kalışını açıklamak, bilinç yetersizliği ya da yokluğuyla değil, gelecek tasarımının yitirilmesi ve varoluş isteğinin tüketilmesiyle açıklanabilir. Nitekim insan, köleliği yıkma sürecine girmiş ve mücadelesini Spartaküs’le doruğa taşımışken, varoluş çabasının olağanüstü güçlüğü karşısında iktidara teslimiyeti ve mucizeyi seçerek yazgıcılık ve çilecilik mevzilerine çekilmiş, onurlu varoluş kavgasını gündelik yaşamın güdüsel çerçevesinde kalmayla sınırlamış, bin yıllık Ortaçağ karanlığı sürgününe boyun eğmiştir.

KURTUBALI İBNİ RÜŞT’ÜN AYDINLIĞI

Çağdaşı Muhyiddin-i Arabi’nin İbn-i Rüşt için hüzün verici sözleri, Ortaçağ karanlığını sergilediği kadar, tek kişi bile kalsa, insanın hiçliğe rıza göstermeyip direnişinin anlamını da taçlandırıyor: Katırın bir yanına tabutu, öbür yanına İbn-i Rüşd’ün kitapları yüklenmiştir. “Bir cesedi dengeleyen, ona eşitlenmiş bir sandık kitap!”

İbn-i Rüşt, insanlara Hıristiyanlıkla yitirdikleri aydınlığı yeniden bulup geri veren insandır; Gazâlî’nin kuşkudan kurtarmak üzere, üstelik yine akla dayanarak, insanı iman ve akıl çelişkisinden imanın bağnazlığına ittiği bir tartışmada, felsefeyi dinsel kuşatmanın dışına çıkararak bu dünyanın sorunlarına yöneltişiyle Rönesans’ın ilk ateşini yakan kişidir. Şöyle diyor: “Ey insanlar! İlahi ilim dediğinizin yanlış olduğunu söylemiyorum, fakat ben, beşerî ilmin âlimiyim, söylediğim budur.” (İletişi Y., İslâm Felsefesi Tarihi, 1986)

Dinle bilimin, ahretle bu dünyanın ayrılmasını öneren tutumuyla Ortaçağ’ın sonunu öngören İbn-i Rüşt, düşüncenin önünü açıyor, Descartes’e, “Düşünüyorum, öyleyse varım!” dedirtiyor, insanlığa laik bir gelecek tasarımı sunuyor, aydınlanmanın öz ilkesini veriyor, aklın ve ilerlemenin mutlaklığını Yeniçağ’ın evrensel hakikati olarak sezdiriyordu.

AYDINLANMANIN DİJİTAL UFKU

İnsanın düşünsel gelişiminde bir küçük sıçrama, yüzyıllar gerektiriyor. Marx, aydınlanmayı ve kapitalizmi insanlığın sınıfsız topluma ilerleyişinde zorunlu bir aşama ve sonsuz imkânlar bütünlüğü olarak görüp göklere çıkartırken, sermayenin koyu karanlığıyla yeryüzünü toptan tüketme tehdidini eleştirmekten de geri kalmamıştı. “Bugünün Distopyası”nı okurken (Cogito, YKY, S: 90, Bahar 2018), yazılarda gördüğüm çok önemli saptamalar, “kapitalizmin sadece şimdiyi değil, geleceği de sömürgeleştirdiği bugünde”, insanı, “tarihin sonu”nda gelinen noktayı yeniden sorgulamaya itiyor. Sunu’daki şu cümle, tehdidi apaçık vurguluyor:

“İnsanı özgürleştirmek için insan hizmetine verilen teknolojinin [aynı zamanda] insanların hizaya sokulması, denetlenmesi için kullanılması, özgürleşmenin değil, tahakkümün aracı olması, geç kapitalizmin cilvesi, onun diyalektiği.”

MAFYOKRASİYE KARŞI

Bu saptama doğrultusunda, Elifsu Tanyeri’nin Stigler’den aktardığı görüş ve belirlemeler konuya ilişkin kuramsal çerçeveyi oluştururken tartışmayı açımlama yönlerini de gösteriyor (s. 62): “Gelecek yok!” Çünkü dijital toplum, şu anki durumuyla, “genelleşmiş bir kayıtsızlık” ve “genelleşmiş proleterlik” üretiyor. Robotlarda biçimlenen yapay zekâ, arzuyu ve hazzı yitirmiş insanlar dünyasında çok daha üstün konumda. Yakında robotların hukuku da yasalarda yer alacak... Peki, “Robotu üreten mi yargılanacak, robotun kendisi mi?”

Buradaki “geç kapitalizm”i Marx, insani gelişmeyi teknolojik donanımla durduran gericilik ve karşıdevrim zorbalığı olarak tanımlamıştı. Mafyokrasi, genel isteksizlik ve kayıtsızlıktan yararlanarak toplumu tümüyle yönetişimin dışına itmeyi, dijital tekniklerle (yapay zekâyla) denetip yönetmeyi kurguluyor. Bu koşullarda toplumu savunacak birikim en örgütlü, etkili ve saydam biçimde Vatan Partisi’nde bulunuyor. Birikimin değerini en iyi bilmesi gerekense yine VP değilse başka hiç kimse değildir.