AKP ve yetkilileri 15 Temmuz'dan ders aldılar mı?

15 Temmuz kanlı darbe girişimi, Türkiye`de yeni bir siyasi ortama gidilebileceği umudunu ve beklentisini beraberinde getirdi. Cumhurbaşkanı, Hükümet, AKP ve muhalefet partileri arasındaki çoğu zaman kısır çekişmeler bırakılarak, ülkenin temel sorunlarının çözümünde, uzlaşma, birlik ve beraberlik ruhu ve anlayışıyla yeni politikaların izleneceği dileği yaygınlık kazandı. Çünkü Türk halkı artık ülkeye yarar sağlamayan, karşılıklı sataşma ve çekişmeleri içeren tartışma ve sürtüşmelerden bıktı.

Hiç kuşkusuz, ülke yararına olan temel konularda uzlaşma ve anlaşabilme konusunda hükümet partisi, TBMM'sinde çoğunluğa sahip olduğundan, muhalefet partilerinden gelen önerileri, dikkate almıyor ve sürekli reddediyordu. AKP siyaseti uzlaşma kültürünü tanımıyor ve buna gerek görmüyordu.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından bir milat olarak görüldüğü söylenen 15 Temmuz darbe girişimi sonrası, artık siyasetin tek taraflı dayatmalarla yapılmaması gerektiğini gösteriyordu. CIA güdümlü FETÖ'nün devletin tüm birimlerinde oluşturduğu büyük tehdit ve terörün tırmanışı, özellikle bu sorunların ivedi olarak çözümünde uzlaşma ve anlaşmayı zorunlu kılıyordu. Uzlaşma ve anlaşma konusunda da ana sorumluluk, tabii ki Cumhurbaşkanı ve hükümetin yeni yaklaşımlarıyla mümkün olabilecekti. 3 Temmuz tarihli "Empati birlik ve beraberliğin önkoşuludur" başlıklı yazımda, bu konuyu el almış ve alışılagelmiş dayatmacı AKP politikalarının sürdüğünü, bazı örnekleriyle irdelemiştim.

ÖZELLİKLE ANA MUHALEFET PARTİSİ CHP`YE DÜŞEN BÜYÜK GÖREV

Empati, kendinizi başkalarının yerine koyarak, karşı tarafın düşünce, görüş ve yaklaşımlarını göz önünde tutmaktır. Yani AKP hükümeti ve devlet yetkilileri, alacakları kararlarda, muhalefetin görüşlerini, düşünce ve önerilerini gereğince dikkate almaları ve buna göre karar vermeleri demektir.
Bu empatiyi hükümet, TBMM'si Başkanı ve Cumhurbaşkanı göstermemekte ve eski siyasi anlayışlarını ne yazık ki sürdürmektedirler. Buna muhalefet partileri, özellikle de ana muhalefet partisi olarak CHP ve sivil toplum kuruluşları kararlılıkla karşı çıkmalıdırlar.
Milli Eğitim Bakanlığı 2016-2017 eğitim öğretim yılı programında, ilkokul ikinci sınıflardan başlanarak Arapça dersi verilecek ve yanı sıra "kısa ayetler, hadisler ve güzel sözler" işlenecek. Din Öğretim Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan programda, dördüncü sınıftan itibaren de, eğitim sisteminin din ağırlıklı öğeleri taşıyacağı görülüyor. Dersin seçmeli olacağı belirtilse de, 2. ve 3. sınıflarda Arapça yerine alternatif bir seçenek bulunmamaktadır. Uygulamalardan da bildiğimiz gibi, seçmeli olduğu söylenen din dersi yerine bir başka dersi seçen çocuklara bu olanak genellikle verilmemektedir.
İleri sınıflarda isteyen çocuklara Arapça'yı seçme olanağı verilmesi anlaşılabilir. Ancak ikinci sınıftan itibaren çocuklara Arapça ve yanı sıra ayet ve hadislerin öğretilmek istenmesi, kabul edilebilir bir eğitim politikası değildir.Amaç bellidir. Eğitim sistemini daha 7. yaştan başlanarak din ağırlıklı bir içeriğe sokmaktır.Oysa dini eğitim veren gereğinden daha fazla imam hatip okulları bulunmaktadır. Bunlarda yetmiyormuşçasına, tüm eğitim sistemini din ağırlıklı konuma getirmek, tamamen ideolojik bir politikadır. Hükümet empati göstermiş olsaydı, böyle bir uygulamayı gündemine alamazdı, almamalıydı.
Özellikle Ana Muhalefet Partisi'nin, bu din istismarcı ideolojik politikalara karşı aktif bir tavır sergilemesi gerekir. Bu konuda CHP'nin dine karşıymış gibi gösterileceğinden CHP çekinmemelidir. Bunu dini siyasetin, ticaretin, halkı aldatmanın aracı olarak kullanan siyasi partiler ve AKP başından beri zaten yapmaktadırlar. Bir zamanlar yalnızca üniversitelere başörtülü kızlarında gidebilmesini isteyenlerin, gerçek amaçları yaşanarak gün ışığına çıkmıştır. Başörtüsü ilk okullara ve mecliste bakanlara kadar taşınmıştır. Laikliği savunan siyasi partilerin ve kişilerin, din tüccarlığı yapan siyasi görüşlerle yarışma şansları yoktur. Aksine dini siyaset ve ekonomik çıkarları için kullananların, Türkiye'yi nereye getirdiklerine vurgu yaparak, laikliği inançla ve kararlılıkla savunmalıdırlar.
Devletin temel görevi olan ücretsiz eğitim sistemi, günümüzde büyük ölçüde özelleştirilmiştir. CHP ve diğer muhalefet partileri eğitim sisteminde yapılması gerekli reform önerileriyle halka gitmeli, köklü değişikliği ısrarla zorlamalı ve halkı paralı/özel eğitme karşı seferber etmelidirler.

TBMM BAŞKANI BU GÖREVE LAYIK DEĞİLDİR

TBMM Başkanı İsmail Kahraman uzlaşma ve anlaşma kültürüne en uzak kişidir. Hatta o uzlaşmayı asla istemekte olduğunu sürekli kanıtlamaktadır. Meclis Başkanı, Osmanlı Devleti'nin çöküşünü hazırlayan ve tarihimizin ünlü yurtsever, yazar ve düşünürlerini, Namık Kemal, Ziya Gökalp, Mehmet Akif, Mustafa Kemal Atatürk`ü zindanlara attıran, Mithat Paşa'yı öldürten, ilk meclisi kapatan, Cumhuriyet düşmanı olan ve 33 yıl despot bir yönetim uygulayan, Padişah II. Abdülhamit`i anma toplantıları düzenliyor.

Azerbaycan tarafından ipek halıya dokunarak Türkiye'ye hediye edilen Atatürk`ün Mareşal üniformalı tablosu, asılı olduğu meclis Mareşal Locası salonundan kaldırılmıştır. Despot II. Abdülhamid`i anma, Atatürk`ün tablosunu uzaklaştırma kararlarını Meclis Başkanı, diğer partilerden oluşan başkan yardımcılarının onayı olmadan nasıl alabiliyor? Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır? Buna diğer partiler nasıl sessiz kalırlar?
Dost ülke Küba'nın ulusal kahramanı ve emperyalizme karşı savaşın idolü olan Che Guevara'yahakaretler yağdıran birisinin, Türkiye çıkarlarına ve uzlaşma kültürüne büyük zarar verdiğini ve bu göreve laik olmadığını kendisi yeterince kanıtlamıştır. İstifası istenmeli, bunda ısrar edilmelidir!