Almanya'nın asıl seçimi: Avrasya mı, Atlantik mi?


Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nın konusu ve öznesi hep Almanya idi.

Aslında birincisinin daha çok Osmanlı idi ama yine başrolde Almanya vardı.

Almanya, Avusturya Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları dönemin Avrasya güçleriydi.

Çarlık döneminde Atlantik/Avrupa gücü olan Rusya, Sovyet Devrimi sonrası Avrasya gücü oldu.

Almanya ise Hitler felaketi sonrası, 1945 itibarıyla bir Atlantik gücü haline geldi.

Ama bir koşulla, ikiye bölünerek ve ordusuz, istihbaratsız kalarak.

Federal Almanya ile Demokratik Almanya, soğuk savaşın küçük bir modeliydi.

John Le Carre’nin ünlü İngiliz casusu Kim Philby’yi anlattığı “Köstebek” isimli kitabı bir kurgudan çok bir belgeseldir.

Belgesiz hiçbir şey yazmayan, Türkiye’nin belki de tek araştırmacı-gazetecisi rahmetli Uğur Mumcu’ya kulak verelim isterseniz:

UĞUR MUMCU: GEHLEN ÖRGÜTÜ

15 Mayıs 1988 Cumhuriyet gazetesi

“Son yüzyılın en önemli casuslarından biri olan Kim Philby Moskova'da öldü; Philby, İngiliz istihbarat örgütünde yıllarca KGB ajanı olarak çalışmış; durum anlaşılınca da KGB tarafından Moskova'ya kaçırılmıştı. Philby, İngiliz istihbarat örgütündeki KGB ajanlarının ne ilki ne de sonuncusuydu. Philby'den sonra da İngiliz istihbaratında KGB ajanları yakalandı. Her devletin istihbaratı vardır. Gizli haber alma, güç geçtikçe karmaşık yapılara bürünen bir sanat halini aldı. Hem bir sanat halini aldı hem de istihbarat örgütleri yoluyla hükümetler devrildi; yapay kargaşalar yaratıldı ve terör yöntemlerine başvuruldu.

İstihbarat örgütlerinin en önemlilerinden biri "Gehlen Örgütü" olarak bilinir.

Reinhard Gehlen, 2. Dünya Savaşı yıllarında Alman ordusunda görev yapan bir generaldi. Alman Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Servisi'nde çalışan Gehlen, savaş bitiminde istihbarat arşivi ile birlikte Amerikan Silâhlı Kuvvetleri'ne teslim olmuş; o tarihten sonra da CIA emrinde çalışmaya başlamıştır. General Gehlen, CIA emrindeki çalışmalarından sonra, Federal Alman İstihbarat Servisi (Bundesnachrichtendienst)'ni kurmuş, kısa adıyla BND olarak bilinen Alman istihbaratını 1968 yılına kadar yönetmiştir. Alman istihbarat örgütü, 1953 yılına kadar CIA emrinde "Gehlen Örgütü" olarak adlandırılmış, bu tarihten sonra örgüt federal hükümet denetimine geçmiştir.

General Gehlen, ClA'nın, Sovyetler Birliği üzerindeki istihbarat çalışmalarının kilit adamlarından biriydi. Bu eski Nazi generali, "The Service" başlığı ile İngilizceye çevrilen anılarında, Sovyet rejiminin ancak ve ancak Sovyet toplumundaki milliyetçi akımlar canlandırılarak yıkılabileceği görüşünü savunmaktadır. Gehlen'in İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi generali olarak savunduğu bu düşünce, bugün CIA tarafından benimsenmiş durumdadır. Anti-Sovyet siyaset, Gehlen'in 1940'lı yıllarda savunduğu görüşlere çok, ama çok benzemektedir. Bu Nazi generali, İkinci Dünya Savaşı boyunca Alman Genelkurmay Başkanlığı kanalı ile gerek Türkiye'de gerekse Sovyetler Birliği'ndeki Özbekler ile ilişki kurmuştur. Özbek kökenli Ruzi Nazar'ın General Gehlen'in Sovyet ordusundaki kaynaklarından biri olduğu sanılır. 2. Dünya Savaşı'na Sovyet subayı olarak katılan Ruzi Nazar, savaş sırasında Alman ordularına teslim olmuş; savaş sonrasında da tıpkı General Gehlen gibi Amerika'ya gitmiş, daha sonra da ClA'ya girmiştir. Ruzi Nazar, 27 Mayıs 1960 tarihinden 12 Mart 1971 tarihine kadar Türkiye'de CIA görevlisi olarak bulunmuş; 1971 yılında da Bonn'a yerleşmiştir. Gehlen, "The Service" başlıklı anılarında BND'den ayrılacağı günlerde İstanbul'a, Türk istihbarat servisindeki arkadaşlarına ‘Allahaısmarladık’ demek üzere geldiğini de anlatmaktadır.”

ALMANYA YENİK BİR ÜLKE OLARAK ABD GÜDÜMÜNDE

Evet, Mumcu bu yazısında ABD ve Alman istihbaratının Türkiye ile bağlarını ortaya koyarken, aslında Batı Almanya’nın, 2. Dünya savaşı sonrası, ordusuz ve güvenlik örgütü olmadan yenik bir ülke olarak nasıl Amerikan sömürgesi olduğunu da anlatıyor.

Nazi ve insanlık suçlusu Rudolph Gehlen’in hiç ceza almadan CIA’ye transfer olmasının da “Hür Dünya’nın Temsilcisi” Sam Amca’nın, nasıl bir güzel Hitler’in çizmelerini giydiğinin de sembolik bir kanıtı.

Almanya seçimlerine hala gelemedim ama meselenin özüne girdim.

Almanya’da 24 Eylül’de yapılacak genel seçimler, Türkiye’ye yönelik düşmanca bir propagandanın gölgesinde yapılacak.

Aslında Almanya, gerek Federal Almanya, gerekse 1989 sonrası birleşmiş Almanya olsun, ABD ve NATO sisteminin sıkı kontrolü altında yönetilen bir ülke.

Almanya’nın sadece askeri ve güvenlik yapısı değil, ekonomik yapısında da büyük miktarda Atlantik sermayesi mevcut.

Bunun sayesinde de dolaylı bir Atlantik örgütü olan AB’nin abisi olarak, euronun kaymağını yıllardır yedi durdu.

Neticede muhteşem bir sanayisi ve dış satımı var.

Ancak bugün şunu söylemek fazlasıyla mümkün ki, tüm çıkarları Avrasya’da.

ALMANYA ESASEN BİR AVRASYA GÜCÜDÜR

1998 – 2005 yılları arasında Almanya Şansölyesi (Başbakanı) olan Gerhard Schroeder bunun gayet iyi farkındaydı.

Schroeder’in bir ilginç özelliği de, Sosyal Demokrat partiden olmasıydı.

Çünkü Almanya’da sosyal demokratlar, Hristiyan Demokratlardan çok daha Amerikan yanlısıdır.

Hristiyan Demokratlar, nispeten daha bağımsızlıkçı bir çizgi izler.

O ve dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile üçlü bir görüşme mekanizması geliştirmişlerdi.

Avrupa’nın 3 büyüğü sürekli temastaydı.

Soçi, Kaliningrad, Moskova, Paris, Berlin…

İran’ın nükleer programı, ABD’nin Irak işgali, Avrupa, Füze savunma kumpasları gibi en kritik konularda bu üçlü mekanizma etkili oluyordu.

ABD bu gelişmeden müthiş rahatsız oldu ve Schroeder’in yerine Atlantikçi Merkel’i, Chirac’ın yerine de Amerikancı Sarkozy’yi getirdi.

DİNLEYEN CIA VEYA NSA DEĞİL BND İDİ

Fakat sonradan CIA’nın çatı örgütü NSA’nin, Merkel’i dahi dinlettiği ortaya çıktı.

Ne de olsa hem Doğu Almanya kökenli, hem de Hristiyan Demokrat’tı.

Wikileaks kurucusu Julian Assange, Der Spiegel dergisine verdiği demeçte, ABD istihbaratının Almanya Başbakanı Angela Merkel'i dinlediğini gösteren bilgi ve belgeleri Alman makamlarının talep

etmesi durumunda paylaşabileceğini söylemişti: "Elimizde Alman siyasetçilerin, özellikle de başbakan ve dışişleri bakanının dinlendiği gösteren belgeler var. Bunlar arasında, bir süre önce yayımladığımız, Merkel'in yakın çevresindeki 56 üst düzey kişinin telefonlarının bulunduğu liste de bulunuyor. Kaynaklarımızı açıklayamayız, ama bu belgelerin gerçek olduğunu gösteren nedenleri onlara anlatabiliriz."

Der Spiegel dergisinde yer alan habere göre, dinlemeler asıl olarak ABD’nin Berlin Büyükelçiliği ve Frankfurt Konsolosluğu çatısına yerleştirilen özel antenler sayesinde yapıldı.

Aslında bu biraz durumu kurtarmak için yapılan bir şeydi.

Dinlemeleri bizzat BND içindeki CIA unsurları yapıyordu.

Merkel, 2002’den beri dinleniyordu.

“Bild dam Sonntag” gazetesinde yer alan habere göre Obama 2010’dan beri Merkel’in dinlendiğinden haberdardı.

Amerikan kocakulağının dinlediği bir diğer isim ise Atatürkçü olarak bilinen Türk dostu Steinmeier idi.

Wikileaks belgelerine göre, ABD, Almanya'da Başbakan Angela Merkel'in ardından Dışişleri Bakanı Steinmeier ve Dışişleri Müsteşarı olmak üzere toplam 20 üst düzey kişiyi daha dinlemişti.

Steinmeier bugün Almanya Cumhurbaşkanı.

ALMANYA VE TÜRKİYE

Bu seçimlerde muhtemelen Merkel kazanacak.

Almanya’nın Atlantikçi Türkiye düşmanı politikaları kısa dönemde fazla değişmeyecek.

Neticede Almanya’nın PKK’ya, DHKP-C, ASALA’ya olan destekleri 40-50 yıllık maziye sahip.

Selefi Cemalettin Kaplan ve türevlerine, FETÖ’ye olan katkıları ve hoşgörüsü de soğuk savaşın kalıntıları.

ABD, FETÖ’ye sahip çıkma işini Almanya’ya havale etmiş görünüyor, ilticalara bakılırsa.

Ancak bu sürdürülebilir bir şey de değil.

Berlin’de hakimler varsa, Almanya’da siyasetçiler varsa, Avrasya rotasına dönmeleri gerekiyor.

Türkiye’deki siyasi iktidar, demokrasi ve rejim tartışması işin bir yanı, ama jeopolitik olarak Avrasya’da yerini alan Ankara’nın dostluk ve işbirliği Berlin için vazgeçilmezdir.

Bunu anlamsız, boş ve kısır bir AB çekişmesine sokmak büyük bir aldatmaca.

Türkiye’nin dünya yıkılsa AB üyesi olması mümkün değil, bu her dönem ve iklimde geçerli bir kuraldır.

Türkiye’nin AB adaylığı ABD tarafından tezgahlanmış bir aldatmacadır.

Ankara’yı kapıya bağlı bir yarı sömürge olarak susta tutmak amaçlıdır.

Artık hem Türkiye’nin hem de Avrupa’nın bunu gündemden düşürmesi gerek

Hristiyan Demokrat Merkel’e göre, Sosyal Demokrat Dışişleri Bakanı Sygmar Gabriel çok daha Amerikancı, rakibi Sosyal Demokrat Partili Martin Schultz ise tam Atlantikçi.

Seçimlerden birinci parti çıkması beklenen Angela Merkel liderliğindeki CDU/CSU’nun seçim bildirgesinde Türkiye ile yakın işbirliği ihtiyacının altı çiziliyor.

3 Temmuz'da kabul edilen bildirgede, Türkiye'nin Avrupa için taşıdığı stratejik ve ekonomik önem ile iki ülke arasındaki çok yönlü ilişkilere vurgu yapılıyor.

Almanya, ABD boyunduruğundan bir an önce çıkmalı, asıl seçimini Avrasya’dan yana yapmalı ve orada Türkiye ile buluşmalıdır.

Her konuda Türkiye’den ileri olabilir Berlin ama bu konuda epey geride kaldı.