Batı Asya denizlerinde emperyalist oyunlar-II

9 Temmuz 1984’de Sovyet Knud Jespersen kargo gemisi, Süveyş Kanalı’ndan güneye doğru seyrederken altında meydana gelen patlamayla hafif hasar aldı. 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşlarından kalma, gözden kaçmış kayıp bir demirli mayın olamayacağı açıktı. Çünkü demirli mayın olsaydı, bordadan hasar alırdı. Üstelik, 1967 ve 1973 üretimi dip mayınlarının kısıtlı pil ömürleri nedeniyle aktif hâle gelmeleri olanaksızdı.

Konu, gizemiyle birlikte soğumaya bırakıldı. Fakat, aynı bölgede, ilk olaydan 18 gün sonra, yani 27 Temmuz’da 3; 28 Temmuz’da yine 3 ve 29 Temmuz’da da 1 ticaret gemisi daha, sığ su geçişleri sırasında altlarındaki dip patlamalarıyla hafif hasar alınca, Süveyş Kanalı güneyinde canlı bir mayın sahasının varlığından emin olundu. 31 Temmuz-1 Ağustos tarihlerinde rapor edilen 3 ilave hafif hasarlı patlama haberi ise, Süveyş Körfezi’nde değil, Kızıldeniz’in güneyinden geldi. Batı medyası “Kızıldeniz’de patlayan mayınlar” haberleri ile çalkalanıyordu. Süveyş Kanalı gelirlerini kaybetmekten korkan Mısır, 31 Temmuz 1984’te ABD ve İngiltere’yle danışma mahiyetinde görüşmelere başladı.

Panikleyen bir ülke daha vardı: Suudi Arabistan. Suudiler, 4 Eylül’de başlayacak Hac ziyareti için, Cidde ve Yenbu’ya feribotla gelmeyi planlayan on binlerce hacı adayının derdine düşmüştü. 2 Ağustos’ta, Kızıldeniz’in güney girişindeki Babelmandep Boğazı’nı geçmeye çalışan 3 ticaret gemisinden alınan hafif hasar haberi, gerginliği artırdı. Aynı gün, kimin tarafından beslendiği meçhul bir terör örgütü olan “Al Jihad”, Kızıldeniz’e 190 mayın döktüğünü iddia ederek olayların sorumluluğunu üstlendi. Fakat, mayın döküşü, bu örgütün boyunu aştığından hiç kimse tarafından da inandırıcı bulunmadı.

EMPERYALİZMİN TUZAĞINA DÜŞEN MISIR VE SUUDİ ARABİSTAN

Mısır ve Suudi Arabistan, Batı ülkeleriyle acil görüşmelere başladı. 3 Ağustos’ta Tang He isimli Çin konteyner gemisinin de hasar aldığı haberinin alınması üzerine toplantılar, jet hızıyla karara bağlandı. 5 Ağustos’ta Mısır, 6 Ağustos’ta da Suudi Arabistan, resmen Batı’dan yardım istedi.

Toplamı 26 olan İngiliz, Fransız, Hollanda ve İtalyan mayın avlama gemilerinden başka, ABD’nin USS La Salle ve USS Shreveport doklu amfibi gemilerinde taşınan mayın tarama kabiliyetli helikopter filoları Kızıldeniz’e gönderilmişti.

ABD, Süveyş Körfezi’nde kendisine tahsisli sahada, helikopterlerine dayandırdığı mayın arama harekâtını rekor bir hızla tamamlamıştı. Hatta, yaptığı aramanın güvenilirliğini ispatlamak amacıyla, 19 Ağustos’ta uçak gemisi USS America’yı, 2 helikopterinin refakatinde Süveyş’ten geçirdi. ABD’nin mayın aramadaki hızından başka, sorgulanması gereken çok önemli bir konu daha vardı. Sorun dip mayınları idi, ama ABD’nin envanterindeki Sea Batallion RH-53D helikopterleri, demirli mayınları taramak için tasarlanmışlardı ve dip mayınlarına yönelik bir yeteneği bulunmuyordu. O dönemde, ABD helikopterlerinin bu eksikliğinden habersiz olan Mısırlı yetkililer, ABD’nin bu dümenini çözemediler.

Cidde, Yenbu ve Cizan yaklaşma sularından sonra Süveyş Körfezi’nde de mayın arayan Hollanda ve İtalyan gemileri, Ekim sonuna kadar yaptıkları çalışmalarda tek bir mayın bile bulamamışlardı.

Suudi sularında yaptıkları aramalardan eli boş dönmekte olan Fransızlar, Süveyş Körfezi güneyinde son bir gayretle yaptıkları aramada 10 adet dip mayını bulunca heyecanlandılar. Fakat, bunlar da önceki Arap-İsrail savaşlarında dökülmüş ve çalışma özelliğini kaybetmiş durumdaki KMD2/500 tipi mayınlardı. Yani, aradıkları mayınlar, bunlar değildi.

İngiliz mayın avlama gemisi HMS Gavinton, 12 Eylül 1984’te, Süveyş Kanalı’nın güney çıkışında, 42 metre derinlikte, yarısı dip çamuruna saplanmış bir dip mayınını tespit etti. Uzaktan kumandalı sualtı cihazı, arkasından dalgıç marifetiyle yapılan incelemelere göre bu mayın, 720 kg patlayıcıya sahip bir Sovyet mayınıydı. Bu teşhisten sonra, İngiliz dalgıçlar taraftan dipte patlatılan Sovyet mayını da denkleme uymamıştı. Çünkü, böylesi yüksek miktarda patlayıcıya sahip bir mayının infilakı, ticaret gemilerine hafif hasar vermekle kalmayıp batırırdı. Üstelik, Kızıldeniz’deki patlamalarda zarar gören ticaret gemilerinden ikisi Sovyet, bir başkası da Doğu Alman bayraklıydı. Bu nedenle, bulunabilen tek mayın olan ve patlamaya ayarlanmamış bu Sovyet mayını ile yaşananlar arasında bağlantı kurulamadı.

BATI, GÜNAH KEÇİSİNİ BULUYOR: LİBYA

Emperyalist Batı medyası, suçu ilk olarak İran’a atmayı denedi. Gerçekte, Irak ile savaşta olan İran, o tarihlerde Basra Körfezi’nde bile mayın dökme yeteneğinde değildi. Çünkü envanterinde mayın yoktu. Kuzey Kore mayınlarından tersine mühendislik ile kopyaladığı SADAF serisi mayınların üretimine 1985 ortalarında (yani 1 yıl sonra) başlamış, fiilî olarak ilk defa 16 Mayıs 1987’de (yani 3 yıl sonra) Kuveyt sularında kullanmıştı.

CIA, o dönemde İran’ın Süveyş Kanalı’nı en çok kullanan 4. ülke olması nedeniyle, olayın sorumluluğunu İran’a yükleyemeyeceğini anlayınca suçu, Kızıldeniz’i kullanım seviyesi düşük olan Libya’ya atmayı denedi. CIA’ye göre, güya Libya Donanması’nda mayın döküş birimlerinde görevli Yüzbaşı Suheir Adham’ı taşıyan Libya bayraklı Ghat Ro-Ro gemisi, 6 Temmuz 1984’te, Süveyş Kanalı üzerinden Kızıldeniz’e çıkmıştı. Etiyopya’nın Assab Limanı’ndan yük alan Libya gemisinin, normalden 7 gün daha fazla Kızıldeniz’de kalarak 21 Temmuz 1984’te Süveyş Kanalı’na dönmüş olması, -Babelmandep Boğazı’ndaki mayınları dökmüş olabileceğinden- şüpheli bulunmuştu. ABD’ye göre, Libya’nın Ghat Ro-Ro gemisi, dip mayınlarını 27 Temmuz’da aktif hâle gelecek şekilde, zaman ayarlı olarak dökmüştü; 9 Temmuz’da patlayan mayın ise zaman ayar mekanizmasındaki arıza nedeniyle erken patlamıştı. Delillere dayandırılmayan, fazlasıyla zorlama bir suçlamaydı.

23 Ağustos 1984’te Marsilya Limanı’na giren Ghat Ro-Ro gemisi, Fransız yetkililerce -ticari bir anlaşmazlık bahanesiyle- birkaç saatliğine alıkondu. Bu işlem sırasında, gizlice çekilen fotoğraflar incelendiğinde, kıç rampanın köşesinde hafif bir aşınma, mayın döküş emaresi olarak yorumlandı. Hâlbuki, kapağı aşınmayan bir Ro-Ro gemisi bulmak neredeyse imkânsızdır. İnandırıcılığı olmayan bu gülünç iddialar, Libya’ya sorulduğunda Kaddafi, suçlamayı sertçe reddetti. 1983-1984 döneminde Batı kamuoyu, Sudan’daki darbe girişimini destekleyen, Çad’ı işgal eden, Yukarı Volta’daki darbecilere malzeme desteği sağlayan, İngiltere ve Zaire’deki bombalı saldırının arkasında olduğuna inanılan, Sudan’a hava saldırısı yapan, Libya’da İngiliz vatandaşlarını tutuklayan ve Tripoli’de bir Norveç ticaret gemisine el koyup personelini casusluk suçlamasıyla tutuklayan Libya’yı, Kızıldeniz’deki mayın hadisesinde günah keçisi ilan etmeye çoktan hazırdı.

Diğer taraftan, ortada yalın gerçekler vardı: Kızıldeniz’de 1984’te gerçekleşen mayın infilaklarında 17 ticaret gemisi hafif hasar almıştı; ama tek biri bile batmamış, ağır veya orta seviyeli hasar görmemiş; tek bir kişi bile ölmemiş ve yaralanmamıştı. Mayınların patlayıcı miktarı, sanki korkutacak miktarda bırakılmış gibiydi. Emperyalist Batı’nın 4 ay boyunca yaptığı mayın aramalarında, bu olaylarla ilgisi olabilecek tek bir mayın bile bulunamamıştı. Güya dünya denizciliği paniğe kapılmıştı, ama gerçekte panikletilen Mısır ve Suudi Arabistan’dan başkası değildi.

KARADENİZ, KIZILDENİZ’E DÖNÜŞMEMELİ

Roma hukukunda cinayet failinin bulunmasında “cui bono”, yani “kimin yararına” ilkesi ile hareket edilmekteydi. Kızıldeniz’in en güçlü iki devleti iken, Batı’nın mayın tezgâhına düşen Mısır ve Suudi Arabistan, 1984’ten sonra Kızıldeniz’in jeopolitik gücünü Batı’ya kaptırdılar. Kızıldeniz’in kıyıları, Afrikalıların ve Arapların kalmıştı; ama, 1984’ten sonra Afro-Arap eklemini oluşturduğu için eşsiz bir jeopolitik gücü temsil eden Kızıldeniz, ABD’nin öncülüğündeki emperyalist Batı’nın oluvermişti. Bugün, hâlâ öyle olmakla birlikte; Husilerin Yemen sularını geri almak için zayıf bir çabası var.

NATO aşkıyla yanıp tutuşanlara, 2022’den sonra Karadeniz’e düzenli olarak bırakılmakta olan serseri mayın meselelerini, 1984 Kızıldeniz mayın meselesi üzerinden dikkatlice düşünmelerini öneririm. Karadeniz’deki mayın meselelerinde, Karadeniz’in gücünü elimizden almak isteyen Batı’nın parmağı olduğunu hâlâ göremiyorlarsa, “Allah, akıl fikir versin.” demekten başka ne diyebilirim ki…