Bir Efsane İki Roman: Sodom ve Gomore!

Bugün LGBT üzerinden tartışılan eşcinsellik, yabancılaşma meselesi romanların da konusu oldu.

Dini kitaplarda geçen Sodom ve Gomore efsanesi çeşitli dönemlerde yeniden işlendi. Özellikle modern çağın ilk dönemlerinde, hazcılığın yeniden yükselmesiyle bu efsane gündeme gelmiştir. Akla ilk De Sade’ın Sodom’un 120 Günü gelir. Sade’ın eseri tam bir yabancılaşma “ütopya”sıdır.

Dünya edebiyatının önemli isimlerinden Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde: Sodom ve Gomorra adlı eseri tam olarak Sodom ve Gomore olayını gözler önüne serer.

Türk edebiyatının büyük yazarlarından Yakup Kadri, Proust’un bu eserini dilimize ilk çeviren kişidir.

Bununla birlikte kendisi de İşgal İstanbul’unu konu edinen Sodom ve Gomore adıyla bir roman yazar. Bu roman İşgal İstanbulu’nu Sodom ve Gomore’ye benzetirken, Sodom ve Gomore’nin yıkılışı da Kurtuluş Savaşı’nın başarısıyla gerçekleşir.

Kitab-ı Mukaddes’in Yaratılış Kitabı’nda Sodom ve Gomore ve Tanrı’nın neden bu şehri yok ettiği detaylıca anlatılır.

Tanrı, Sodom ve Gomore’yi yıkmadan önce İbrahim’e bilgi verir: İbrahim ise kentlerin yıkılmaması için yalvarır. Tanrı 10 tane düzgün insan bulması karşılığında kenti yıkmayacağını söyler.

Başlıca sebepler arasında, putperestlik, hazcılık ve eşcinsellik vardır. İnsan ile Tanrı arasındaki “ahit” bozulmuştur.

PROUST’UN SODOM’A BAKIŞI

Valentin Louis Georges Eugène Marcel Proust, Fransız romancı, deneme yazarı ve eleştirmen

Proust’un Sodom ve Gomore eseri bireyi merkeze alan bir tutum içerisindedir. Yazar, romanın girişinde Sodom ve Gomore’nin bireysel felsefesini yaparak başlar:

“Bitkiler âleminde her yasa, kademe kademe yükselen yasalar tarafından yönetilir. Bir çiçeğin döllenmesi için genellikle bir böceğin ziyareti, yani bir başka çiçeğin tohumunun getirilmesi gerekiyorsa, kendi kendine döllenme, çiçeğin kendini döllemesi, tıpkı aynı ailede aile içi evliliklerin tekrarlanması gibi, sonunda yozlaşmaya ve kısırlığa yol açacağı, buna karşılık, böceklerin gerçekleştirdiği melezleştirme, aynı türün daha sonraki nesillerine, atalarında görülmemiş bir dirilik kattığı içindir. Bununla birlikte, bu gelişme aşırı da olabilir, tür, ölçüsüz bir biçimde gelişebilir; o zaman tıpkı bir panzehirin hastalığa karşı savunma sağlaması, tiroit bezinin sağlığımızı düzenlemesi, yenilginin gururu, yorgunluğun da hazzı cezalandırması ve uykunun yorgunluğu gidermesi gibi, istisnai bir kendi kendine döllenme eylemi de, sırası gelince, normlardan aşırı derecede sapmış olan çiçeği dizginler, frenler, yeniden kurala uydurur.” S.(9)

Proust M De Charlus ile Jüpien arasındaki eşcinsel ilişkiyi şöyle betimlemektedir:

“M. de Charlus'le “yelekçiyi böyle oyalayan husus ne olursa olsun, aralarındaki anlaşma sağlanmış gibi görünüyordu; bu gereksiz bakışlar, kararlaştırılmış bir evliliğin öncesinde verilen davetler gibi, âdetten olan birer giriştiler sanki. Doğaya daha da yakın bir biçimde –bu karşılaştırmaların çeşitliliği de, aynı insan, birkaç dakika boyunca incelendiğinde, sırasıyla bir erkek, bir kuş-erkek, bir balık-erkek, bir böcek-erkek gibi göründüğünden, doğaldır– adeta biri erkek, biri dişi, iki kuşu andırıyorlardı; erkek yaklaşmaya çalışarak hamle yapıyor, dişi ise –Jupien– artık bu oyuna herhangi bir işaretle cevap vermiyor, ama yeni arkadaşına, şaşkınlık belirtmeden, erkek ilk adımı attıktan sonra şüphesiz daha kışkırtıcı ve tek etkili tarz olduğunu düşündüğü, aldırışsız bir ısrarla bakıyor, tüylerini düzeltmekle yetiniyordu.” (s.12)

Tekvin’e atıf yapan Proust, Sodomistlerin hiçbir zaman Sodom gibi bir şehir kurmayacağını ve bütün sodomasitlerin Avrupa başkentlerine yayıldığını söyler:

“İlerideki sayfalarda kendilerini daha derinlemesine ele alacağız; ancak, şimdilik, ölümcül bir hataya, tıpkı Siyonist hareketin desteklenişi gibi, sodomist bir hareket başlatıp Sodom'un baştan kurulması hatasına karşı bir uyarıda bulunmak istedik. Çünkü böyle bir şehir kurulsa, sodomistler, daha gelir gelmez, öyle değillermiş gibi görünmek için, şehri terk ederler, bir kadınla evlenirler, istedikleri her eğlenceyi bulacakları başka kentlerde metresler tutarlardı. Sodom'a sadece çok gerekli olduğunda, kendi şehirleri boşaldığında, kurtların açlıktan şehre indikleri durumlarda giderlerdi. Yani sonuçta her şey Londra'daki, Berlin'deki, Roma'daki, Petrograd'daki ya da Paris'teki gibi cereyan ederdi.” (s.39)

Proust, temelde Sodom ve Gomorra efsanesini bireyin gözünden ele alır ve Modern zamanların ortasına oturtur. Proust için Sodomlu ya da Gomoralı olmak bir çürüme sebebi de değildir. Doğadaki üremeye yaptığı atıf bunu gösterir. Onun için Charlus ve Jüpien ve Vagoubert gibiler “Yıldırımdan kurtulan Sodom sakinlerinin torunları olan kadınlar ve erkeklerdir.”

Proust'un  yedi ciltlik Kayıp Zamanın izinde eserinin birisi de Sodom ve Gomorra'dır

Ters ilişki yaşayan Vagoubert çiftini anlatan Proust şu sonuca varır:

“Sevilmemenin, erkek olmamanın üzüntüsü onu erkekleştirir. Ele aldığımız durumun dışında bile, en normal çiftlerin dahi, sonunda ne kadar birbirlerine benzediklerini, hattâ bazen özelliklerini karşılıklı takas ettiklerini farketmeyen var mıdır?” (s.55)

Proust Vagoubertleri bir yabancılaşma unsuru olarak göstermek yerine onların doğanın bir parçası olduğunu kanıtlamaya girişmiştir. Bilineceği üzere eşcinsellik de bir anomaliden ziyade doğanın bir parçası olarak tanımlanmaya çalışılıyor.

YAKUP KADRİ’NİN SODOM İMGESİ

Yakup Kadri romanlarıyla Türkiye'nin Tanzimat'tan başlayarak Cumhuriyet dönemine kadar olan dönüşümünü incelemiştir

Proust’un Sodom Gomore’sini dilimize ilk çeviren isim Yakup Kadri’dir. Yakup Kadri yalnız bir çeviri yapmamış bu isimle de bir roman yazmıştır.

Peki Yakup Kadri Sodom ve Gomore’yi hangi bakış açısıyla ele almıştır?

Dini kitaplarda geçen Sodom ve Gomore yalnız bir çürüme, günah öyküsü değildir. Aynı zamanda ibret dersidir. Sodom ve Gomore temasında, yangın yani felaket söz konusudur.

Günahkârlaşan, kendi cinsine, bedenine, toplumuna yabancılaşan insan bu durumdan kurtulmak için önce felakete maruz kalır.

İngilizlerin İstanbul işgali de böyledir. Yok olmaya yüz tutmuş ve türlü “günahların” içine düşmüş bir millet bir yangınla kurtulur.

Fakat bu yangın ilahi bir yangın değildir Yakup Kadri’ye göre Kurtuluş Savaşı’nın başarısı ve Anadolu halkının zaferidir.

Roman, işgal İstanbul’unda Necdet ve Leyla- Captain Jackson Read üçgeninde yaşanır. Milli haysiyetin kaybedilmesi, eşcinsel ilişkiler, türlü eğlence partileri olay örgüsü içinde anlatılır.

Yakup Kadri romanının her bölümüne Tevrat’tan ayetlerle başlar. Özellikle Major Will’in seks partileri Sodom ve Gomore manzarasını çizer.

Cemil Kâmi ile Necdet arasında geçen şu diyalogda çürümeye bir atıftır:

“Necdet gözleri dolu dolu:

-Evet bizi iliklerimize kadar çürüttüler! dedi.

Öbürü hemen kendini topladı:

-Yok canım; bunların hepsi geçer, unutulur. Ateş her şeyi temizler. Beni de kendin gibi ümitsizliğe düşürme…

Necdet şüpheli bir gülümsemeyle gülümsüyor.:

-Bir kere bakirliğini kaybeden kıza ilk saflığı ne verebilir! diyordu. Dünyanın bütün kuvvetleri bir araya gelse bir çamur yığınını bir altın kümesine çeviremez.

Ve Cemil Kâmi tekrar etti:

-Ateşin temizlemediği pislik yoktur. (s.268)

Cemil Kâmi’nin bahsettiği ateş Kurtuluş Savaşıdır. Nitekim romanın devamında “Nişantaşı’nın ve Şişli’nin çoğu şuh ve genç kadınları, hanım ninelerinin bol ve siyah çarşafları içinde, yüzleri kalın peçelerle örtülü, sarılmış, bohçalanmış birer gümrükten kaçırılan eşya haline giriverdiler. En hafif hareket, en ehemmiyetsiz gürültü onlara kalp çarpıntısı veriyor. Umacıdan korkan ürkek çocuklar gibi kulaklarını tıkayıp, gözlerini yumup hepsi bir köşeye sinmiş, kalmıştırlar. Sanki kafataslarının içinde bir tehlikenin gelişini haber veren bir çan ara vermeden çalıp durmaktadır.”(s.271)  ifadeleri ateşin her şeyi nasıl temizlediğini anlatır.

Yakup Kadri’de Sodom İşgal İstanbul’udur. Firavunlar ise İtilaf zabitleri.

Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore anlatısına yaklaşımı toplumsal bir yaklaşımdır. Yazar, Türk Kurtuluş Savaşı’nı, işgal süreçlerini Sodom ve Gomore anlatısına yerleştirmiştir. Bu yönüyle Proust’un yaklaşımından ayrılır. Çünkü Proust Sodom ve Gomore’yi birey merkezinde ele alacaktır.

LGBTİ örgütlenmesi ve emperyalizmin ideolojik kültürel saldırılarına bir de bu gözle bakalım. Bugün büyük merkezlerde etkisin gösteren neoliberalizmle yine Anadolu’ya dayanan milli duyarlılık çarpışıyor.

Cemil Kâmi’nin dediği gibi “ateşin temizlemediği pislik yoktur”