Çalışmasız yaşama isyan

Sarı yeleklilerin neo-liberalizme ve küreselleşmeye karşı kararlı direnişinin son on yıllardaki başkaldırılardan farklı oluşu üstüne yorumlar hızla çoğalıyor. Batı’da kitlelerin savaşım gücünü yitirdiğine ilişkin savların gözden geçirilme ihtiyacı da beliriyor böylece. Uzakdoğu’nun ucuz işgücüne sarılan emperyalizmi şimdi o da kesmiyor; daha doğrusu, görüldü ki, bıçağın keskin yüzü kendine döndü...
Teknoloji salgın halinde yaşamın tüm dokularını kanserli hücrelere çeviriyor. Bu da çalışma dünyaları borç ve alacak arasındaki vargelden oluşan orta sınıfların dengesini bozuyor önce ve öfkeli kalkışmalara yol açıyor.
SİNYALLER ÇALIŞMAKTAN DAHA YORUCU
Toplumsal geleceğin belirsizliği yüzünden gençlerin de yakın dönemde hırçınlaşacağı düşünülürken, Paris’te liseliler, bilgisayarı kapatıp soluğu sokakta alıverdi. Hem de toplu infaz manzarasını andırır biçimde duvar diplerinde polisçe elleri kelepçeli sıralanmaya bana mısın demeyerek... Çünkü bilgisayarla büyüyen gençler bile, yapay zekânın becerileri karşısında kendini ezik hissediyor. Üretim karanlık fabrikalarda robotlar ve yapay zekâlara bırakılarak, nitelikli işgücü sahipleri için bile yaşam, işsizlik ödeneğiyle ömür boyu borca bağlanan forsalar cehennemine döndürülüyor. Son tahminlere göre, 2030’larda zihinsel işlerin üçte biri yapay zekâ tarafından yürütülecek... Oxford araştırmacıları, makinelerin yirmi yıl içinde tüm ABD’de iş dünyasının yarısını ele geçireceğini öngörüyor.
Gerçek şu ki, dijital teknoloji günün her saatine özgürlük getirdiğini iddia edenlerin tam tersine, çalışmayı 24 saatte 25 saate çıkardı. İnsanlar, çalışmaktan çok, saat ya da ceptelinin sürekli günlük işler hakkında uyarmasının yarattığı stresten yoruluyor. Uzmanlara göre, homo economicus, tıbbi makamlarca gitgide sinyaller ve sigaradan ibaret görülüyor.
ÇALIŞMAYANA HAYALGÜCÜ DE YOK
Batı gençliği sosyal medyada yeniden Marx’ı keşfediyor: Marx, 1845’te komünist toplumda, işçilerin işin tekdüzeliğinden kurtulacağını yazmıştı. 1884’te, William Morris, geleceğin “güzel” fabrikalarında, bahçelerle çevrili rahat bir ortamda insanların “günde sadece dört saat” çalışmasının yeteceğini öngörmüştü. Keynes, 1930’da, teknolojideki ilerlemelerin 21. yüzyıl başlarında, insanların haftada 15 saat çalışabileceği bir “boş zaman ve bolluk çağına” yol açacağını düşünüyordu. 1980’lerde, André Gorz şöyle uyardı: “Gelecek yıllarda işin kaldırılmasıyla ihtiyaçları yönetme ve karşılama işi tüm yönetimlerin ana politik meselesi olacaktır...”
Nitekim başta ABD ve İngiltere’de işsizlik gittikçe kaçınılmaz hale geldikçe, hızla büyüyen dünya sorunlarına dair iş karşıtı yeni bir ideolojik yazın ortaya çıktı. Graeber, Hester, Srnicek, Hunnicutt, Fleming ve diğerleri, Batı ekonomileri ve toplumları için “post-work” olarak adlandırdıkları çok farklı bir geleceği savunuyorlar. Bu, toplumsal yaşamda çalışma ediminin sona erdiği bir dünya, çalışmasız bir yaşam anlamına geliyor. Frayne’e göre, insanın her yerden bozulma ve çöküşe yüz tuttuğu bir distopyayı günümüzde yaşamaya başladık.
ÇIRAĞIN SORUSU YERİNDE DURUYOR
Nitekim ABD’nin kimi bölgelerinde uygarlığın nasıl sona ereceğinin belirtileri görülüyor. Kitlesel depresyon ve intiharlar yaygınlaştı. Genel sağlığın yanı sıra zihin sağlığındaki kötüleşme on yılda üç kat arttı. Bu kentlerden Youngstown, çalışmanın gelecekteki genel kaldırılışına yönelik ulusal bir metafor haline geldi. Youngstown State Üniversitesi’nde iş eğitimi profesörü John Russo’nun bu konudaki teşhisi çok kesin: “Youngstown’un hikâyesi Amerika’nın hikâyesidir.
Kültürel çöküş, ekonomik çöküşten bile kötü sonuçlar verdi.”
Ekonominin tüm dünyada kara delikten geçtiği bir süreçte çalışmasız yaşamın tekdüzeliğinden çabuk usanan gençlerse sosyal medyada şöyle diyor: “Çalışmıyorum, o yüzden hayal bile edemiyorum.”
Makinelerin zahmetli de olsa bizi özgürleştirebileceği beklentisi zirvedeyken, Büyük Buhran (1929) günlerinde Başkan Herbert Hoover, teknolojinin uygarlığa yönelen tehdit, dahası “Frankenstein canavarı” olduğuna dair binlerce mektup aldı. 1962’de Başkan John F. Kennedy’nin çözüm önerisi şuydu: “Eğer insanların icat yeteneği tükenmediyse, onları işten çıkartan yeni makinelerde bu adamları işe geri döndürme yeteneği de olmalıdır. “
Bu, çivi çiviyi söker yönteminin nasıl maya tutacağını kimse söyleyemiyor.
Refik Durbaş’ın sorusu yerinde duruyor:
Sevda ne yana düşer usta
Hicran ne yana
Yalnızlık hep bana
Bana mı düşer usta?