Caydırıcılık, modern diplomasinin en değerli sermayesi

Yunan basını, Türkiye’nin savunma sanayii projelerini uzun süredir dikkatle izliyor. Gazetelerin sayfalarında yer alan iddialar genelde maksatlı ve taraflı olsa da Türkiye’nin savunma sanayi teknolojisinde geldiği noktanın bölgesel dengeleri sarstığı açık bir gerçek. Bu bağlamda, “Türk hipersonik kapasitesi, Yunanistan ve İsrail için doğrudan tehdit” söylemleri, yalnızca propaganda değil, aynı zamanda stratejik kaygıların da yansımasıdır.

Türkiye’nin son on beş yılda savunma sanayiine yaptığı yatırımlar, füze teknolojilerinde de somut sonuçlar doğurdu. Bugün Türkiye, yalnızca kendi topraklarını korumakla kalmıyor; aynı zamanda Ege’den Doğu Akdeniz’e, Karadeniz’den Orta Doğu’ya kadar geniş bir coğrafyada caydırıcı bir kuvvet konumuna yükseliyor.

Yunan basını: ‘Türk füzeleri Yunan anakarasını 15 dakikada vurabilir!’

Tayfun Balistik Füzesi: İlk kez 2022’de test edilen Tayfun, yaklaşık 561 km menzile ulaştı. Katı yakıtlı, mobil platformlardan fırlatılabilen bu füze, Türk savunmasının bölgesel ölçekteki en kritik caydırıcı unsurlarından biri olarak öne çıkıyor.

Bora Füzesi: 280 km menzile sahip, yüksek hassasiyetli balistik füze. NATO standartlarının dışında bağımsız olarak geliştirilen Bora, kara hedeflerini noktasal vuruş kabiliyetiyle etkisiz hale getirebiliyor.

Atmaca Seyir Füzesi: Türk Deniz Kuvvetleri için geliştirilen Atmaca, 220 km’nin üzerinde menzil ile gemisavar kabiliyeti taşıyor. Radar güdümlü yapısı ve elektronik karşı tedbirlere dayanıklılığı, Türkiye’nin denizlerdeki elini güçlendiriyor.

Hisar ve SİPER Hava Savunma Sistemleri: Hisar-A+ ve Hisar-O+ kısa ve orta menzilde, SİPER ise 100+ km menzilde yüksek irtifa hava savunması sağlıyor. Türkiye’nin dışa bağımlılığını azalttığı gibi NATO dışında da stratejik bağımsızlığını güçlendiriyor.

Stratejik literatürde caydırıcılık, yalnızca sahip olunan silahların sayısı veya teknik kapasitesiyle değil, bu silahların kullanım iradesi ve siyasi kararlılıkla da ölçülür. Türkiye’nin füze programı, tam da bu noktada kritik rol oynuyor. Yunan basınının iddialarında sık sık “Türk füzeleri Yunan anakarasını 15 dakikadan kısa sürede vurabilir” ifadesi geçiyor. Bu, psikolojik caydırıcılığın boyutunu ortaya koyuyor.

Yunan basınının taraflı yayın organlarının “Türkiye orta çağ zihniyetine geri dönüyor” veya “Türk hipersonik füze tehdidi” başlıkları, çoğu zaman siyasi söylem aracı olarak öne çıkıyor. Ancak burada dikkate değer olan nokta, Türkiye’nin teknolojik ilerleyişini küçümsemek yerine endişe içinde aktarmalarıdır.

Türkiye’nin füze sistemlerindeki ilerleme, yalnızca Yunanistan’ı değil; İsrail, Güney Kıbrıs, Mısır ve hatta Avrupa Birliği’ni de yakından ilgilendiriyor. Bu durum, “güvenlik ikilemi” kavramını hatırlatıyor: Bir ülkenin savunmasını güçlendirmesi, komşuları için tehdit algısı yaratıyor ve yeni bir silahlanma döngüsünü tetikliyor.

Yunan basınının iddiaları, taraflı ve endişe verici olsa da temel bir gerçeği gözler önüne seriyor: Türkiye, savunma sanayiinde bağımsızlaşma yolundaki adımlarıyla bölgesel güvenlik mimarisinde yeni bir denklem yaratmıştır. Tayfun’un menzili, Bora’nın hassasiyeti, Atmaca’nın denizlerdeki gücü ve SİPER’in gökyüzündeki şemsiyesi, yalnızca teknik başarı değil; aynı zamanda bir jeopolitik mesajdır. Türkiye, bu silahları sadece gerektiğinde kullanma niyetinde olsa dahi, sadece varlıklarıyla bile caydırıcıdır. Caydırıcılık ise modern uluslararası ilişkilerin en değerli sermayesidir.

Türkiye’nin savunma sanayinde son yıllarda kaydettiği ilerleme, sadece ulusal güvenlik politikalarının değil, aynı zamanda Ege’deki stratejik caydırıcılığın temel direği hâline gelmiştir. Lozan Antlaşması’nın 12. ve 13. maddeleri ile 1947 Paris Barış Antlaşması’nın 14. maddesi, Ege Adaları’nın silahsızlandırılmasını uluslararası hukuk zemininde bağlayıcı kılmıştır. Buna rağmen, Yunanistan’ın özellikle ABD’nin desteğiyle bu adaları sistematik biçimde silahlandırması, yalnızca bu antlaşmaların açık hükümlerinin ihlali değil, aynı zamanda bölgesel istikrarı doğrudan tehdit eden bir gelişmedir.

Türkiye’nin milli savunma sanayii ürünleri – insansız hava araçlarından uzun menzilli füzelerine, hava savunma sistemlerinden deniz unsurlarına kadar – Ege’de oluşan bu dengesizliği bertaraf edecek ölçüde caydırıcı bir güç inşa etmiştir. Bu caydırıcılık, antlaşmaların öngördüğü silahsızlandırma prensipleriyle birleştiğinde, Ege’de hukukun ve stratejik dengenin yeniden tesisi için güçlü bir dayanak oluşturmaktadır.

Bugün geldiğimiz noktada, Ege’de barışın ve istikrarın yolu, adaların silahsızlandırılması yönündeki uluslararası hukuk hükümlerine uyumdan geçmektedir. Türkiye’nin savunma kapasitesi, bu ihlallere karşı sadece bir reaksiyon değil, aynı zamanda bölgedeki tüm aktörlere hukuk temelinde hatırlatılan bir uyarıdır: Ege’nin geleceği, silahlanma yarışında değil, hukuka ve dengeli caydırıcılığa dayalı bir güvenlik mimarisinde şekillenecektir.