Yandex
05 Aralık 2025 Cuma
İstanbul 10°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sudan: Bitmeyen vahşetin coğrafyası

Doğan Akdeniz

Doğan Akdeniz

Gazete Yazarı

A+ A-

Darfur’un kalbi sayılabilecek El Fâşir’de iki gün içinde 2 bini aşkın sivilin katledilmesi, yalnızca sahadaki bir vahşet tablosu değil; Sudan’ın bir asırlık tarihinde kökleşmiş merkez-çevre geriliminin, etnik kimliklerin yaralı hafızasının ve madencilik-enerji eksenli jeoekonomik çekişmenin aynı kadrajda görünür hale gelmesidir. Bu yüzden, Fâşir’i sadece bir “cephe” olarak değil, bir dönemecin adı olarak okumak gerekir. Darfur, 1916’ya dek bağımsız bir sultanlık olarak varlığını sürdürdü; Anglo‑Mısır idaresinin ardından Hartum merkezli devlet inşası, Batı Sudan’ın altyapı, güvenlik ve kalkınma taleplerini çoğu kez ötelerken yerleşik Afrikalı topluluklarla göçebe Arap kökenli gruplar arasındaki kırılgan dengeyi de siyasal rekabetin parçası haline getirdi (iklim stresi, toprak bozulması ve su/otlak paylaşımındaki sürtünmeler bu kırılmayı giderek derinleştirdi).

Sudan: Bitmeyen vahşetin coğrafyası - Resim : 1
Sudan ve Güney Sudan'ın bölünme sonrası genel haritası. Darfur’un batıdaki konumu ve stratejik sınırları gösterilmiştir.

2003’te SLM (Sudan Liberation Movement-Sudan Kurtuluş Hareketi: Hartum’daki Arap kökenli iktidar elitinin bölgeyi dışlamasına karşı siyasi temsil ve eşitlik talebi ile Sudan’ın Batısında kurulan Darfur’daki siyah Afrikalı kabilelerin temsilcisi olan hareket) ve JEM (Justice and Equality Movement-Adalet ve Eşitlik Hareketi: Merkezi hükümetin -Hartum rejiminin- Darfur halkını marjinalleştirmesine karşı çıkmak, ülke genelinde adil kaynak ve iktidar paylaşımı sağlama amacıyla kurulan)’in silahlı isyanların çıkışıyla, devletin; Sudan’daki Darfur çatışmasının en tartışmalı ve kanlı unsurlarından biri olan Janjaweed(“silahlı atlı haydutlar” veya “şeytanın atlıları” olarak çevirilir) milisleriyle kurduğu enformel şiddet mimarisi sivillere yönelik sistematik saldırılara kapı araladı; köylerin yakılması, kitlesel yerinden edilmeler ve cinsel şiddet vakaları Darfur’u uluslararası hukuk literatüründe ‘soykırım/etnik temizlik’ iddialarının başat örneklerinden biri yaptı. UNAMID [United Nations–African Union Mission in Darfur (Birleşmiş Milletler–Afrika Birliği Darfur Ortak Barış Gücü Misyonu)]’in sınırlı etkisi, müdahalenin geç ve parça parça kaldığını teyit etti. 2011’de Güney Sudan’ın ayrılmasıyla Hartum’un petrol gelirleri dramatik biçimde azalınca, devlet ve çevresindeki silahlı‑ticari ağlar altın başta olmak üzere madenciliğe yöneldi; Kuzey Darfur’daki Jebel Amer gibi sahalar yalnızca ekonomik değil, siyasal‑askerî etkisi olan “gelir düğümlerine” dönüştü. Kaçak/yarı‑kayıt dışı yollarla Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden küresel pazara akan altın, çatışmayı besleyen mali damar haline geldi.

Sudan: Bitmeyen vahşetin coğrafyası - Resim : 2
Darfur bölgesinin fiziki ve idari yapısı. Marrah Dağları, El-Fâşir ve Nyala gibi şehirler işaretlenmiştir.

FAŞİR: KONTROL NOKTASI

Bugün, RSF (Rapid Support Forces-Hızlı Destek Kuvvetleri) ile Sudan Silahlı Kuvvetleri arasındaki savaşın Faşir’de düğümlenmesi tesadüf değildir: Kent, Darfur’un lojistik kavşağı olmanın ötesinde insani yardım hatlarının kontrol anahtarıdır. Bu nedenle, Faşir’in düşmesi yalnızca haritadaki bir renk değişimi değil, kamp nüfuslarının yaşam‑ölüm eşiğinde salındığı bir insani çöküş anlamına gelir. RSF’nin kadroları büyük ölçüde Arap kökenli kabilelerden devşirilirken, ordunun dayandığı yerel savunmaların önemli bir kısmı Afrikalı topluluklardan beslenmektedir; bu sosyolojik ayrım, askeri üstünlük arayışını etnik temizlik pratikleriyle iç içe geçirerek suçu görünmezleştiren bir “savaş ekonomisi” üretmektedir. Altın‑nakit döngüsü, sınır aşan kaçak ağları ve özel güvenlik şirketleri/vekâlet aktörleri bu ekonominin dolaşımını mümkün kılar. Birleşmiş Milletler (BM), Afrika Birliği (AfB), ABD veya AB gibi uluslararası kurumlar RSF’yi resmen “terör örgütü” olarak ilan etmemiştir. Ancak, fiilen terör niteliğinde eylemler gerçekleştirdiği yönünde çok sayıda belge, rapor ve suçlama vardır. Batı, bilançosunun kâr hanesine düzenli gelir getiren hiçbir unsuru terör örgütü olarak tanımadığını zaten biliyoruz…

Batı’nın rolü bu tabloda ne tamamen dışarıdadır ne de yekpare bir müdahaledir: Washington‑Brüksel hattı, doğrudan askerî angajmandan kaçınırken yaptırımlar, insani fonlar ve mali izleme gibi araçlarla süreci dolaylı biçimde etkiler. Ancak, fonların yetersizliği ve erişim sorunları, sahada ‘cezasızlık’ hissini pekiştiren gecikmeler üretmektedir. Avrupa piyasalarıyla bağlantılı rafineri/ithalat kanalları ve Körfez finans‑lojistik düğümleri, Darfur altınının küresel sisteme karışmasını tamamen engelleyemez. Bu yüzden, Batı’nın “seçici müdahalesi”, ahlaki söylem ile gerçek ekonomik çıkarların sürtünmesinde giderek inandırıcılık kaybetmektedir.

Faşir’de iki günde yaşanan katliam (28-30 Ekim 2025) bu karmaşık denklemin kristalize olduğu andır: hastanelerin hedef alınması, sivillerin toplu halde infaz edildiğine dair tanıklıklar ve kente giriş‑çıkışların kesilmesi, uluslararası insancıl hukukun çekirdek ilkelerini ihlal eder (sivil‑asker ayrımı, tıbbi tesislerin korunması, toplu cezalandırma yasağı…). Bu nedenle, soru yalnızca ‘kim ateş etti’ değil; ‘bu ateşi mümkün kılan finansal‑lojistik ağlar nerede’ olmalıdır. Zira çatışma, altın‑nakit‑silah üçgeninde, sınır ötesi pazarlara bağlanan bir akışkanlık içinde uzayıp gider...

-Buradan tarihselliğe yeniden dönersek- Darfur’da merkez‑çevre gerilimi, bölge topluluklarının devlet imkânlarına eşit erişemediği bir kalkınma coğrafyası yarattı. Bu coğrafyada kabile kimliği yalnızca kültürel bir aidiyet değil; güvenlik, toprak ve işlevsel yurttaşlık anlamına geliyor. Merkezi düzenlemelerin yerel aracıları ise sık sık rant‑güvenlik takası üzerinden meşruiyet devşiriyor. Bu da silahlı aktörlerle siyaset‑ticaret elitleri arasındaki geçişgenliği artırıyor. Sonuç, savaşın ‘neden’leri ile ‘nasıl’larının birbirine karıştığı, şiddetin yalnızca bir araç değil, piyasa kuralı gibi işlediği bir düzene evrildi.

Sudan: Bitmeyen vahşetin coğrafyası - Resim : 3
Sudan’daki altın yatakları ve enerji hatları. Sarı noktalar altın rezervlerini göstermektedir.

TÜRKİYE’NİN YAKLAŞIMI NE OLMALI?

Türkiye açısından bakıldığında (Afrika açılımı, insani diplomasi ve özel sektör yatırımları perspektifinden) Sudan, hem fırsat hem risk başlıklarını birlikte taşır. Bir yandan yasal‑şeffaf kanallardan madencilik ve altyapı yatırımları için yüksek potansiyel söz konusudur; öte yandan çatışma döngüsü içinde bu yatırımlar hukuki güvenceden ve fiziksel emniyetten yoksun kalabilir. Bu nedenle Türkiye’nin yaklaşımı, insani erişimin güvence altına alınması, maden gelirlerinin şeffaf‑yerel kalkınma odaklı yönetişimi ve tarafları gözeten bir arabuluculuk çizgisiyle birlikte düşünülmelidir. Aksi halde ‘kaynak laneti’ kısır döngüsü, yatırımcıyı olduğu kadar Türkiye’nin bölgesel itibarını da zedeler. Yarın için üç temel senaryo görünür hale geliyor (geçişkenlik payıyla): Birincisi, RSF’nin Darfur’da fiilî hâkimiyetini kurumsallaştırdığı ve Faşir’in kalıcı bir idari‑lojistik merkez olduğu bölünmüş Sudan; ikincisi, altın‑uranyum gibi stratejik maden gelirlerinin çatışma ekonomisini beslemeye devam ettiği, insani krizin derinleştiği ‘donmuş savaş’; üçüncüsü ise uluslararası baskı‑yaptırım ve denetim mekanizmalarının (cezai soruşturmalar, finansal izleme, insani koridorlar) kademeli olarak işlediği ve yerel aktörlerin mutabakat odaklı bir geçişe zorlandığı kırılgan barış. İlk iki senaryonun maliyeti bölgesel göç baskısını ve sınır aşan güvenlik risklerini büyütecektir; üçüncü senaryonun ise zaman, irade ve somut teşvik setlerine ihtiyacı vardır (maden gelirlerinin yerel paydaşlara şeffaf aktarımı, yeniden inşa fonlarının koşullu tahsisi ve savaş ekonomisinin düğümlerinin dağıtılması gibi).

Sudan: Bitmeyen vahşetin coğrafyası - Resim : 4
2025 yılı itibarıyla Sudan’daki kontrol alanları. Kırmızı: RSF, Bej: Sudan Ordusu (SAF).

Son tahlilde Faşir, Sudan’ın geleceğini belirleyen bir eşik olarak karşımızda duruyor: Kaynakların kime, hangi araçlarla, hangi etik çerçevede hizmet edeceği; etnik kimliklerin nasıl korunup eşit yurttaşlık zemininde uzlaştırılacağı; Batı’nın ve diğer küresel aktörlerin söylem ile pratik arasındaki mesafeyi kapatıp kapatamayacağı bu eşiğin soruları. Eğer bu sorular cevapsız kalırsa, haritalar değişir; ama Darfur’da hayat, ‘kaynak’ adına tüketilmeye devam eder.

Sudan