Drogheda Raporu

Tüm dünyada İngiliz dilini öğretmek ve İngiliz kültürünü yaymak amacı ile faaliyet gösteren British Council’in 1988 tarihli yıllık raporunda şöyle bir cümle geçer: Britanya’nın gerçek “kara altını” Kuzey Denizinin petrolü değil İngilizcedir. Dilimiz hızla küresel bir ticaret ve iletişim dili haline geliyor. Önümüzdeki en önemli zorluk bu olanağı sonuna kadar kullanabilmektir.

İNGİLTERE’NİN DİL POLİTİKASI
Savaş sonrası İngiliz dış politikasının temel belgelerinden biri 1954 tarihli Drogheda Raporu’dur. Bağımsız Drogheda Komitesi tarafından hazırlanan Rapor, Deniz Aşırı İstihbarat Hizmetleri üzerinedir ve İngiliz elçilikleri, BBC ve British Council faaliyetleri incelenerek hazırlanmıştır. Komitenin başlangıçta bu tür kültürel işlerin faydası konusunda şüpheleri vardır, bu alanın özel teşebbüslere ve vakıflara bırakılmasını daha doğru bulmaktadır. Ancak incelemenin ardından komitenin fikri değişir, rapora İngiliz milli propagandasının bir parçası olan bu tür faaliyetlerin devlet eli (ya da desteği ile) yürütülmesi ve mutlaka şu üç amaca hizmet etmesi gerektiği yazılır:
İngiliz dış politikasını desteklemek
Britanya İmparatorluğunu korumak ve güçlendirmek
Dış ülkelerdeki İngiliz yatırımlarını korumak ve ticaretini güçlendirmek
Rapor, bu amaçlar konusunda o kadar kesindir ki “yurtdışı iletişim faaliyetleri İngiltere’ye her zaman elle tutulur politik ve ticari faydalar sağlamalıdır. Aksi taktirde para israfı olacaktır” diyerek bu noktanın altını özellikle çizer.
Aslında British Council (BC) için bir vizyon belgesi niteliği taşıyan raporun çeşitli yerlerinde BC’nin dil eğitim faaliyetlerinin İngiliz ticari ve politik çıkarları için çok önemli olduğu vurgulanır. İngilizce’nin eğitim, bilim ve sanat dili olarak öne çıkması tüm Doğu dünyasının liderleri ile “sıkı” ilişkiler kurulmasına yarayacaktır. (Rapor aynı zamanda BBC için de bir vizyon belgesidir ve emperyalist medyanın gerçek maksadı konusunda önemli ipuçları vermektedir, buna başka bir yazıda değinmeyi umuyorum)
Drogheda Raporu’nun ardından İngiliz hükümeti, BC’nin faaliyetlerine yüksek miktarda kaynak aktarmış, bu kurum (o zamanki sosyalist ülkeler hariç) dünyanın hemen her ülkesinde İngiliz misyonlarının himayesi altında şubeler, kurslar açmıştır.
Türkiye’de de uzun yıllardır faaliyet gösteren BC, uzun yıllar boyunca binlerce öğrenciye, aydına, bürokrata, iş insanına İngilizce öğretmiş, onları “İngiliz kültürü ile tanıştırmıştır”. Yapılan iş gerçekten de tam olarak budur, ancak yukarıdaki veriler ışığında bakıldığında karşımızda, bambaşka bir amaca hizmet etmek için kurulan sistemli bir yapının parçalarından biri durmaktadır.

AMERİKAN TARZI VE DÜNYA VATANDAŞLIĞI
İngiltere’ye göre biraz geriden gelse de Amerika’nın dil ihracı politikası da bundan pek farklı değildir. Büyük oranda soğuk savaş döneminde şekillenen, Amerikan çıkarlarını (ve anti-komünizmi) merkeze alan bu politika, tıpkı İngiltere’deki gibi devlet eli ile yürütülmektedir.
Bugün ABD’de altı devlet kurumu Amerikan dilinin ve ideolojisinin ihraç edilmesi konusunda özel programlara sahiptir. Bunlardan en bilineni dış işleri bakanlığının Fullbright Programıdır. Rockefeller ve Ford gibi vakıflar da bu işte aktif görev almaktadır. Türkiye gibi ülkelerden bu programlara katılan kişilerin siyasette, iş hayatında ya da edebiyatta önlerinin açıldığı, en tepelere kadar yükseldikleri bir sır değildir.
Bugün, İngiliz dili tüm dünyada öylesine hakim bir pozisyona gelmiştir ki, ABD ve İngiltere’nin bu işe özel bir yatırım yapmasına gerek kalmamıştır. Dünyanın her yerinde insanlar gönüllü olarak İngilizce öğrenmeye çalışmaktadır. Pek çok ülkede İngilizce eğitim veren okullar bulunmaktadır. İngilizce, ortak bir iletişim dili olmanın ötesinde, anadil ile rekabet edecek denli güçlü hale gelmiştir.
Dolayısı ile, ABD ve İngiltere’nin yönelimi artık bu yeni safhanın fırsatlarını değerlendirme doğrultusundadır. İşte sık sık duyduğumuz “dünya vatandaşlığı” kavramı da emperyalizmin bugünün ihtiyaçları için geliştirildiği bir araçtan başka bir şey değildir.