Ey bağımsız Merkez Bankası daha önceleri neredeydiniz?

Ersin Dedekoca

Türk Lirası (TL)’ndaki soluksuz değer kaybının bir türlü önlenememesi üzerine, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), 13 Eylûl’de“politika faizini”, 625 baz puan artışı ile yüzde 24’e yükselterek,8 Eylûl 2004’den bu yana, son 14 yılın en yükseğine taşıdı.

TL’nın yılbaşı ve Mayıs başından bu yana döviz kurları karşısındaki değer kaybı, sırasıyla yüzde 70 ve 40’ı bulmuştu. Keza, söz konusu dövizdeki yükselişin etkisi ile enflâsyonun yüzde 17,90’a yükselmesi ile, TCMB’nin uyguladığı yüzde 17,75 sayısındaki faiz politikası çökünce, bu kez banka, “para politikasının yeniden şekilleneceği” açıklamasını yapmak zorunda kalmıştı.

TCMB yaptığı bu son faiz artışı ile Türkiye, “politika faizi liginde” en yüksek faiz oranını uygulayan, Arjantin’den sonraki ikinci ülke konumuna yükseldi!

TCMB GERÇEKTE FAİZİ NE KADAR ARTTIRDI?

Bilindiği gibi “politika faizi”, merkez bankalarının “haftalık repo ihalesinde”oluşan faize denilmektedir. TCMB bir süredir, bankaları fonlamada sadece “gecelik borç verme yöntemini” kullanarak,“ortalama faizi (Merkez Bankası Ortalama Fonlama Maliyeti)” yüzde 19,25 olarak uygulamaktaydı.

Bir diğer anlatımla, zaten, 13Eylûl kararından önce TCMB, bir hafta vadeli repo ihalesi yapmıyor ve bankaları yüzde 19,25'lik gecelik borç verme faiziyle fonlamaktaydı. Özetle, TCMB Ağırlıklı Ortalama Fonlama Maliyeti (Merkez Bankası'nın gerçek faizi) yüzde 19,25’di.

TCMB’nın, politika faizinin artırılmasına ilişkin Para Politikası Kurulu kararının ardından, “Türk Lirası Likidite Yönetimine İlişkin” yaptığı duyuruya göre, TCMB bundan böyle bankaları fonlamayı “gecelik vadede” değil, politika faizi ile yapacaktır.

Yukarıdaki açıklamalarımızın anlamı, TCMB Ortalama Fonlama Maliyeti (Merkez Bankası'nın gerçek faizi) yüzde 19,25'den yüzde 24'e çıkmış olup; artış da, 625 baz puan değil, 475 baz puandır.

TCMB’NIN FAİZİ BU KADAR YÜKSEK ORANDA ARTTIRMASININ NEDENİ

Piyasa beklentisinin bile 5 puan artış olduğu bir ortamdaTCMB’nın, görünürde 6,25, gerçekte ise 4,75 puan olan artışının temel nedeni, “enflâsyon yaratan kuru denetim altına alma”, sonuçta da, yıllardır hedefin çok üzerinde gerçekleşen “enflâsyon beklentisini kırma” isteğidir.

TCMB’nın, “kararları alanlar ya da karar alıcılara tavsiyede bulunan kişiler” arasında yaptığı son açıklanan beklenti anketine göre, ankete katılanların “2018 yılsonu enflasyon beklentileri” yüzde 19,61’a ulaşmıştı.

Bu aşamaya kadar, faiz artışı dışındaki yolları deneyen ve bu beklentiyi kıramayanTCMB’nınfaizi artırmaktan başka çaresinin olmadığını artık görmüştü. Keza TCMB’nın, enflasyon yaratan kuru denetim altına alması için de, bu faiz artırımına ihtiyacı vardı. Yapılan 4,75 puanlık bu ”gerçek” faiz artışı, yüzde 27 civarında bir artışa karşılık gelmektedir.

FAİZ ARTIŞINDAKİ ZAMANLAMA SÜRECİ

USD/TRY paritesinin 4,75 olduğu 24 Temmuz 2018 günü, TCMB Para Politikası Kurulu yaptığı toplantıda, faizde herhangi bir değişikliğe gitmedi. Haftalık repo ihale faiz oranı yüzde 17,75’te sabit tutuluyor, buna bağlı olarak repo faizinin 1,50 puan üstünde oluşabilen gecelik borç verme faizi de yüzde 19,25’te kalıyordu.

Yılbaşında 3.80 olan kur izleyen iki ay boyunca hiç değişmemiş, Mayıs’ta 4 TL sınırı aşılmış, Haziran’da 4,85 görülmüştü. Ülke yeni bir yönetim biçimine geçmiş, giderek hızlanma eğilimi içinde olan enflâsyona karşı TCMB’nın“faiz artışı” yapması bekleniyordu. Daha da ötesi,TCMB’nın özerkliğine gölge düştüğü iddiası çokça dile getiriliyor ve çok gerekli olmasa bile, en azından göstermelik bir faiz artışının iyi olacağı, giderek çok taraftar buluyordu.

Yukarıda özetlenen gerçekler ve beklentiler göz ardı edilerek, 24 Temmuz’da faiz artışı yapılmadı. Bunun devamında da, ekonomiye ilişkin kaygılar büyüdü ve Dolar bir ara 7 TL’sınıbile aştı. Sürecin devamına baktığımızda aşağıdaki olguları izlemekteyiz:

- 3 Eylûl’deTÜİK,Ağustos Ayı fiyat endekslerini açıkladı. Yıllık artış TÜFE’de yüzde 18’i, Yİ-ÜFE’de yüzde 32’yi bulmuştu. Bu arada açıklama yapan TCMB, “Son gelişmeler dikkate alınarak EylûlAyı Para Politikası Kurulu toplantısında parasal duruş yeniden şekillendirileceğini” belirtti.

- 12 Eylül’de USD/TRY paritesi 6,40 dolayında salınmaktadır.Bu noktada, 24 Temmuz ile 12 Eylûl arasında (yaklaşık 1,5 ayda)TL’nın Dolar karşısındaki “değer kaybının” yüzde 35 olduğunu görmekteyiz.

İşte bu noktada yapacağımız çok basit çıkarım, “24 Temmuz toplantısında faizi 0.75 puan ya da 1 puan arttırılmış olsaydı, o tarihten bugüne kadar geçen 1,5 aylık bir zaman dilimindeDolar’ın TL’ye karşı yüzde 35 değerlenmesi önleyebilirdi” şeklindedir. TL, Dolar karşısında yine değer kaybederdi belki ama,bu sayı yüzde 35 olmayabilirdi.Anılan çıkarımın devamında da, “çaresiz kalıp, faizi oranını böylesine yüksek oranda artırmak zorunda kalmasaydınız” denilebilir. Önceki yazımızda dediğimiz gibi “zararın neresinden dönersek kârdır”ama,ülkede yaşayanlar bu zarara uğramak zorunda da değildi.

FAİZ ARTIŞININ SİYASİ YANI VE HALÂ POPÜLİZM

Cumhurbaşkanı, TCMB Para Politikası Kurulu'nun 13 Eylûl tarihli toplantının ardından politika faizini 625 baz puan artırarak yüzde 17.75'ten yüzde 24'e yükselttiğini duyurmasının “hemen öncesinde” ve kararın açıklanmasından “sonra”, anılan kararı eleştiren açıklamalar yapmıştır.

Açıklamasındaki “faizin enflâsyona neden olduğunu fikri”, muhtemelen seçmene yönelikti. Keza bu açıklamalarıyla, “madem faiz artışına karşısınız, neden izin veriyorsunuz?” diyeceklere ve muhalefete, “ben aynı noktadayım, ama TCMB bağımsız ve faiz arttırıyor” mesajı vermiş oldu. Bir diğer anlatımla, Cumhurbaşkanı’nın mesajı finansal piyasalara değil, halka, seçmene yöneliktir.

Siyaset ve bağımsız bir kurum arasında “iyi-kötü polis” algısı yaratmaya dönük bu yaşananlar,yukarıda açıkladığımız algı yönlendirmesi kadar, faiz artışı nedeniyle, önümüzdeki dönem yaşanacak ekonomik yavaşlamanın “siyasî sorumluluğundan”sıyrılmaya dönük bir hazırlık olarak da değerlendirilebilir.

FAİZ ARTIŞININ EKONOMİK SONUÇLARI

Aydınlık’daki 2 Eylûl tarihli yazımızda, mevcut krizi:

“enflâsyondaki hızlı tırmanış, yabancı paralar karşısında Türk Lirası (TLY) değerindeki erime, hızla yükselen faiz oranları, çift haneli işsizlik, kredi borçlarını geri ödeyemeyen bireyler ve şirketler, giderek düşen ekonomiye ve geleceğe güven, durgunluk hatta stagflâsyon beklentisi” başlıklarıyla tanımlamış ve nedenlerini de:

“sınırlı kaynakların kullanımında “katma değer yaratma” ilkesinden uzaklaşılarak, ‘borç ve inşaat güdümlü büyümeye’ yönelik ‘kısa vadeli’ iktisadi uygulamalar; kurumsallaşmanın geri plâna atılması; bağımsızlığını yitiren TCMB’nın elindeki para politikası araçlarını zamanında ve yeterli oranda uygulamaması; yönetim sisteminde ‘kuvvetler ayrılığı’ ve ‘hukukun üstünlüğü’ prensiplerinden vazgeçilmesi, ‘iç politika-ekonomik kararlar-dış politika’ iç içeliğinin yaygınlaşması; sanayisizleşme; aşırı dış borç ve dışa bağımlı üretim yapısı ile ekonomide bağımsızlığın yitirilmesi; kamu harcamalarındaki savurganlık, eğitimde nitelik düşüklüğü ve sosyal kutuplaşma/gerginlik”

olarak sıralamıştık.

Söz konusu yazımızda belirttiğimiz gibi, mevcut ekonomik krizi önlemeye veya geriletmeye yönelik kararların bir “bütün olarak” ve ”tek bir defada” yürürlüğe girmemiş, parçalı ve deneme-yanılma yöntemi ile parça parça devreye alınmıştır. Tercih edilen bu yöntem bizce, anılan tedbirlerin “marjinal etkisini azaltmış” ve şimdilik etkin bir sonuç alınamamış görünmektedir. Çünkü sorun, tümüyle “yapısal” ve “güven” ile alâkalıdır.

Faiz artışı konusundaki değerlendirmemiz de yine aynı temele dayanacaktır. Hızla yükselen döviz kurlarının “döviz borçluları” ve fiyatlar üzerindeki yıkıcı etkisini önlemeye yönelik olarak TCMB’den medet umuldu. Ama gerekli faiz artışı kararı zamanında alınamadı. Ağustos başında 4,90 TL’lerde olan dolar kuru 7 TL’lere kadar çıktı. Karar sonrası USD/TLY paritesi6,10-6,20 TL’ye yaklaştı. Karar geç alınınca, bunca faiz yükseltilmesine rağmen kur eski seviyesine dönmedi. Bundan sonrası için de paritenin 6 seviyesinin altına düşmeyeceğini düşünenlerdeniz.

Belki de istenen de buydu. İç kamuoyuna IMF stand-by’ını anlatamayacağını düşünen ülke siyasetinin amacının, yeniden “sıcak paraya” uygun ortamı sağlamak ve böylece “zaman kazanmak” olduğu da düşünülebilir.

Böylesi sert faiz artışlarının amacı, piyasayı daraltıp, enflâsyonu düşürmektir. Fakat bilindiği gibi, “maliyet enflâsyonu” döviz fiyatından ayrı düşünülemez. İşte bu, yani “enflâsyon” ve “durgunluk” birlikteliği, ülkeyi “stagflâsyona” sürükleyebilir.

Bu hafta yaşananlar, daha önce başlamış olan TL kredilerdeki faiz artışını hızlandırmış, kısa vadeli TL cinsi kredilerde faiz oranını yüzde 40’a taşımıştır. Borçla büyüyen ülkenin “işletme sermayesi açığı” ile çalışan firmalarını çok sıkıntılı günler beklemektedir.Geçmiş 10-15 yıl, Türkiye'ye akan dövizin, bol paranın ve bundan ötürü büyüyen kredilerin yol açtığı“yüksek tüketim” döneminin hikâyesiydi. Eskiden bankalar çok rahat ucuz kredi verirken, şimdilerde yüksek faiz istiyor veya hiç vermek istemiyor. Kısacası, bir dönem kapanmakta; yerine kredinin kıt ve fiyatının yüksek olduğu, işsizliğin daha da artacağı, birçok iş yerinin kapanacağı, durgunluk ve enflâsyonun birlikte yaşanacağı bir zaman sürecine hızla girilmektedir. Faturasını da dar ve sabit gelirliler, çalışanlar ve vergi ödeyenler katlanmak zorunda kalacaktır.

Özün özü: Yeni bir rüzgâr, yeni gemi zabitleri ve ülke gerçeklerine uygun bir tekne lâzım..