İlhan Başgöz'ün anıları

Bir Başka Şehir (İmge Y. 2010) adını verdiğim romanım için kendisiyle uzun bir görüşme yaptığım, anılarından, anlattıklarından yararlandığım kişilerin en başında Prof. Dr. Korkut Boratav vardır. Korkut Bey’le DTCF’den sonra bir süre dersler verdiğim Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde birlikte çalışmış, dost olmuştuk. Bir Başka Şehir’de ilki 1948 yılında, ikincisi 1980’den sonra yaşanan üniversitedeki tasfiye yıllarını, bazı küçük kurmaca öğeler ekleyerek roman kurgusuyla anlattım. Baba - oğul Boratav’lar her iki dönemin de mağdurlarıydılar, onların başına gelenler iki dönemi birbirine bağlamamı kolaylaştırdı.

DTCF TASFIYESININ ETKILERI

İlk tasfiye DTCF olayları diye de anılır. Behice Boran’ların, Niyazi Berkes’lerin, Pertev Naili Boratav’ların atılmaları uzun bir süreçtir, hemen kollarından tutulup atılmadılar, ne de olsa ortada bir devlet geleneği vardır; iftiralar, yalancı tanıklar olsa da, bugünkü gibi kumpaslar yoktur. Tasfiyelerdeki acımasızlık bugün o günleri aratır durumdadır. DTCF’de edebiyat okudum, hocalarımızın çoğu o günleri yaşamışlardı, tanık olarak mahkemelere gidip gelenler olmuş. Bazıları hiç konuşmasalar da bazılarından o günleri dinleme olanağı bulmuştum. O tasfiye olayından sonra bölümümüzde ortaya çıkan boşluğu, eksikliği, sonraki etkilerini zaman zaman derslerde de konuşurduk.
Romanım için Prof. Korkut Boratav’dan sonra en çok konuşmak istediğim kişi İlhan Başgöz idi, ancak bütün çabama karşın o günlerde kendisine ulaşamadım.
İlhan Başgöz’ün bir zamanlar dinlemek için çok çaba harcadığım anıları şimdi kitap olarak elimde... İş Bankası Y., “Gemerek Nire Bloomington Nire” adıyla nisan ayında yayımladı. Bir roman gibi zevkle, ilgiyle okudum. Romanımı yazdıktan sonra da olsa, 1948 tasfiyesine Başgöz’ün gözüyle de bakma olanağı buldum.

EN YAKIN ARKADAŞI ENVER GÖKÇE

Enver Gökçe’yi en iyi tanıyanlardan, en yakın arkadaşlarından biridir İlhan Başgöz. Dokuz yıl yedikleri içtikleri ayrı gitmemiş, bu dokuz yılda nerdeyse Enver’siz bir günü geçmemiş. Nâzım’ı tanıdıktan sonra Enver Gökçe bir ara nerdeyse şiir yazmayı bırakır, ancak Dede Korkut’u ve o kaynaktan gelen ürünleri okuması Gökçe’ye yeniden yazma isteği kazandırır: “Dede Korkut’u Enver o vakit okudu. Sanatçı sezisi ile hemen ondaki yinelemenin, iç uyakların, arı Türkçenin ve bir destan soluğu içinde verilen yalın insan duygularının tadına vardı. Yeniden şiir yazmaya koyuldu.”
Yazık ki şairimizin o verimli dönemi çok uzun sürmez. Mahpusluğun, işkencelerin bir büyük yeteneği nasıl bitirdiğini anlatıyor şu satırlar:

ENVER’İ BUDADILAR

“Enver Gökçe halk şiirinden divan şiirine, Nâzım’dan Dede Korkut’a uzanan bu birleşimi 1943’lerde tutturdu. Şiir yükü yoğun sözcükler seçmede, bunları dizelemede, destelemede Enver bu geleneklerin hepsinden fayda gördü. Ustaca söylemenin yoluna girmişti... Daha 23 yaşındaydı. Verimli şiir yazma yılları ancak yedi yıl sürdü. Sanatını daha da geliştirecek, en olgun eserlerini verecek çağa girmişti. Harbiye mahpusuna düştüğü vakit 30 yaşındaydı. Yazık ki böyle başlayan ve uzun süren çileli hayat ve hapislik Enver’in yalnız sağlıklı yaşamasının değil, şiir ve sanatçı hayatının da sonu oldu. Onun 1960’tan sonra yazdığı şiirleri ve söylediklerini okudum. Hiçbiri Enver değil bunların. Çalışamayan, okuyamayan ve en kötüsü artık düşünemeyen bir adamın kesik kesik sözleri bunlar. Enver’i genç yaşında budadılar.”