İsrail’in Akkuyu Takıntısı-II

Geçen haftaki yazımda, İsrail’in, 1966’dan beri kendine hak gördüğü “nükleer silahlanma”yı, -aklınca- Batı Asya’ya yasakladığından ve bu yasağın uygulayıcısı olarak Batı’nın güdemediği nükleer reaktörlere askerî saldırganlıktan çekinmediğinden bahsetmiştim. İsrail’in üretmiş olduğu 100 kadar nükleer savaş başlığından başka, yüzlerce nükleer harp başlığı imal etmeye yetecek miktarlarda plütonyum üretmiş olmasına (ki, İsrail hukuk dışı plütonyum üretimine kesintisiz olarak devam ediyor) göz yuman ABD, 1981’de, İsrail’e, Irak’ın nükleer tesislerini hava saldırısı ile imha ettirmişti. Bu yıl faaliyete geçecek Akkuyu Nükleer Tesisi’nin bugünlerde, ABD’nin de İsrail’in de dilinde olduğunu biliyoruz. Tıpkı yıllardır, İran’ın nükleer çalışmalarını dillerine doladıkları gibi… Son olarak, 22 Haziran 2025’te ABD B-2 hayalet uçaklarından atılan ağır bombalar ve ABD nükleer denizaltısından atılan Tomahawk füzeleri ile İran nükleer tesislerinin saldırıya uğradığını biliyoruz… Şimdi, emperyalist ABD ve vekili İsrail’in diline dolandıktan sonra, önce vekilinin, sonra da emperyalizmin yıkıcı saldırısına uğrayan İran nükleer çalışmalarının başladığı yıllara ve İran’ı o yıllarda nükleer enerjiye iten motivasyon kaynaklarına değinelim… İran’ın ABD’nin kuyruğunda dolaştığı yıllardan olan 1957’de, İran ile ABD arasında imzalanan 10 yıl süreli “Atomun Sivil Kullanımına Dair İş Birliği Anlaşması”, İran’da “nükleer çalışmalar”ı başlattı. Bu dönemde, Tahran’da kurulan nükleer araştırma merkezine ABD, önce 5 megawatt gücünde, araştırma maksatlı “mini” bir reaktör inşa etti; 1967’de satışını gerçekleştirdiği 5,15 kg’lık zenginleştirilmiş uranyumu kullanarak bu reaktörü faaliyete geçirdi. “İran-ABD Atomun Sivil Kullanımına Dair İş Birliği Anlaşması”, 1969’da 10 yıl daha uzatıldı. 1973’te, ABD, İran’ı devasa bir “nükleer” programa yönlendirmeye çalıştı. Enerji sorunu bulunmayan İran, başlangıçta Batı’nın bu çabasına anlam veremedi. O tarihlerde, ABD’li bilim adamlarının bilimsel (!) çalışmaları “İran’da çıkarılan petrolün 1990’ların ortalarında tükeneceği”ne işaret ediyordu ve ABD’li bilim adamlarının bu bilimsel rapor tezgâhı, İran Şahı’nı ürkütmüştü. Gerçekten de ABD, zavallı İran Şahı’nı, İran’ın petrol rezervlerinin 20 yıl içinde tükeneceğine inandırmış ve güya petrolsüz kalacak İran’ın tüm enerji ihtiyacını karşılayacak şekilde ABD şirketlerinin 1994’e kadar İran’a toplam 23.000 megawatt gücünde 23 nükleer tesis kurması için pahalı bir anlaşmayı imzalamaya ikna etmişti. Özetle, İran, Batı dünyası tarafından kandırılmıştı ve soyulmak isteniyordu. Batı’nın İran’da nükleer tesis kurma çalışmaları, hızlı başladı. Öyle ki, 1975’te yapılan anlaşmalara göre;

- ABD, 15 milyar dolar karşılığında, toplam 8 bin megawatt kapasiteli 8 adet nükleer reaktör,

- Fransa, toplamı bin megawatt olan 5 adet nükleer reaktör ve bir nükleer araştırma merkezi,

- Almanya ve Fransa ise, ikişer adet hafif su reaktörü inşa edecekti.

İran’ın emperyalizme, nükleer reaktör inşası için ödediklerinden daha fazlasını ödemesi gerekiyordu. Çünkü nükleer enerji için yakıta ve yetişmiş insan gücüne de ihtiyacı vardı. Nitekim İran, geleceğe yatırım amacıyla Fransa’daki bir uranyum zenginleştirme tesisinin yüzde 10’luk payı ve Namibya’daki uranyum sarı keki üreticisi bir Fransız tesisinin yüzde 15’lik payı için, emperyalizme 1 milyar dolar daha ödedi. Ayrıca İran, güç reaktörlerinin ilk gereksinimleri olan 270 ton kadar yüzde 3 zenginleştirilmiş U-235 elementi ile uranyum sarı keki satın alabilmek için de emperyalizme bir ton para harcadı. İran Atom Enerjisi Kurumu; birkaç İranlı yüksek lisans öğrencisine nükleer alanlarda eğitim verdirebilmek için bile, ABD’nin havalı üniversitesi Massachusetts Institute of Technology, yani MIT’ye 20 milyon dolarlık bağış yapmak zorunda kaldı. Bu kadar kısa sürede, çok sayıda nükleer tesise insan gücü yetiştirmeyi başaramayan İran, ülkesine 150 yabancı nükleer fizikçiyi davet etmekten ve onlara yüksek maaş ödemekten başka çare bulamadı. Hindistan’ın nükleer silah denemelerine başladığını uluslararası kamuoyuna duyurduğu 1974’te, Fransa; -hiç çekinmeden- İran’a nükleer yakıt tedarik ediyordu. 1975’te, ABD de çekinmedi ve ABD’nin inşa ettiği İran nükleer reaktörlerinde kullanılmak üzere ABD’den nükleer yakıt ihracına izin verdi. Açıkçası Batı dünyası, İran’ın nükleer programı üzerinden büyük ve hızlı bir soygun yapıyordu. İran’ı “nükleer” teknoloji ile tanıştıran ABD, İsrail’de yaptığı gibi, İran’ın da nükleer silahlanmasını görmezden gelmeye hazırlanırken 1979’da büyük bir şok yaşadı. Çünkü İslam Devrimi ile emperyalizmin iplerinden kurtulan “yarı-nükleerleşmiş” İran, Batı’nın tüm planlarını bozdu…

Batı’nın gizlice nükleer silahlandırma çabaları, Asya ile sınırlı değildi. İlginç ama, Afrika da vardı. İran’ın, 1974-1979 arasında, ABD ve Fransa tarafından nükleerleştirilmesi çalışmaları tam gaz giderken, Sovyetler Birliği’nin Afrika’daki etkisinin Güney Afrika’nın sınırlarına dayanması ve Angola’daki Küba askerî varlığının artması, ABD’nin fena hâlde canını sıkmıştı. Sovyetler Birliği’ni Afrika’da, gerekirse nükleer yoldan durdurmak isteyen ABD, önlem olarak Güney Afrika’yı da sınırlı ve gizli bir nükleer güce dönüştürmek istedi. Bu konuda ABD, İsrail’i kullandı… İsrail, 1977’de Güney Afrika’dan 50 ton uranyum satın alırken, karşılığını da 30 gram trityum ile ödedi. Hatta, İsrail, teknoloji transferi de yaparak Güney Afrika’nın gizlice 6 adet hidrojen bombası ve bu bombaları hedefe atacak RSA-3/4 balistik füzeleri imal etmesine de yardımcı oldu. 1988’de Küba, askerlerini Afrika’dan çekince ve 1989’da da Berlin Duvarı yıkılınca, Batı emperyalizmi Güney Afrika’da nükleer silah bulundurulmasını gereksiz ve faydasız buldu. 1991’de Güney Afrika, beklenmedik bir şekilde, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na “kendini ihbar etti”; Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nı onayladı, 1994’te de sakladığı tüm hidrojen bombalarını Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın gözetimi altında kullanılmaz duruma getirdi ve bir daha nükleer silah edinmeye “tövbe” etti… Fakat, emperyalizm, emperyalistlikten “tövbe” etmedi…

Sonuca gelirsek; İsrail, İran ve Güney Afrika örneklerinden de gördüğünüz üzere, ABD’nin dünyayı zorladığı “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi”, 1970’li yıllarda da masaldı; bugün de masal… İsrail’i ve Güney Afrika’yı gizlice nükleer silahlandıran Batı emperyalizmi, İran’ı da gizlice nükleer silahlandırırken yaşanan İran Devrimi’nden sonra, İran’ın nükleer silahlanma olasılığına “düşman olmuş”tur. Bugün İran’ın nükleer silahlanma olasılığına askerî saldırılar düzenleyen ABD ve İsrail; yarın da Türkiye’nin nükleer silahlanma olasılığına saldıracağını dillendirmektedir…

Sizce de “Türkiye ile İran’ın, ortak emperyalist tehdide karşı, nükleer iş birliği yapmalarının zamanı gelmedi mi?”