Kadın korkusu

Korkuyorlar kadınlardan ve korunmak istiyorlar. Kadınlar karşısında yetersizlikten korkuyorlar. Her konuda... Bu nedenle aynı ortamda bulunmak istemiyorlar. Olur ya çarşıda, pazarda, dergahta, bargahta iç içe olurlarsa kadınla, sonunda rekabet etmek zorunda kalabilirler. Kâbusları bu işte...

Bu nedenle aslında kadınları ayrıştırırken, toplumun dışına iterken, onlardan değil kendi yetersizliklerinden ve bunun ortaya çıkmasından korunuyorlar. Evde, kimsenin görmediği bir yerde ortaya çıkan yetersizlik, saklanabilir, gizlenebilir. Aşırı güçlü görünmeye neden olan sahte zırha zarar vermeyebilir. Kendi yetersizliğini kendine karşı da saklamak istersen de döversin olur biter.

Bütün o ayrıştırmanın nedeni budur işte...

Kadınlar matinesi vardı bir zamanlar. Sonra kadınlar plajı çıktı, kadın otobüsü yaptılar, şimdi de kadın AVM’si...

Ne kadar da görkemli korkularınız var öyle, dev AVM’lerle örtüyorsunuz badem pehlivanlar.

Bundan sonra da kadın mahalleleri ve kadın semtleri, bir adım sonra da kadın şehirleri kurun, ama sakın yönetimlerini bırakmayın, ya sizden iyi yönetirlerse o mahalleleri değil mi?

Aslında hayret verici olan bu yazıyı bir erkeğin yazması değil de, kadını hedef alan bu saldırıya, bu hazımsız ayrımcılığa oy veren, alkış tutan bir ton kadının olması değil mi? Soruyor insan, kimin bu ayıp? Korkusunu şiddet ve ayrımla bastıran badem pehlivanın mı? Yoksa uyum adına onu cesaretlendiren, ona boyun eğen; mücadele ve kadın hakları adına da kadınlığı yozlaştıran, küçülten kadınların mı?

Hayırlı olsun kadın AVM’si... Uyumlular alışverişe, sözde mücadeleciler de belden aşağı pankartlarla meydanlara koşar artık.

**

MASKELİ BALO

Kanundur, neyi eksikse ona özenir, onu ister insanoğlu. Bazen patoloji sınırına varan bu eksiklik duygusu taklit etmeye, hatta kişilik değişimine bile neden olur.

Bir kahramanlık özlemi var bu iktidarın, bir cihangirlik hayali, bir kudret ve dünyayı titretme takıntısı. Her şeyi yaptırıyor onlara. İktidara geldiklerinde, bırakın egemen olmayı başka bir devletin Türkiye’yi ve komşu ülkeleri parçalama planının eş başkanı idiler. Çünkü iktidar olmalarının başka yolu yoktu, kendi öz güçleri, birikimleri, memleket için yapılmış fedakarlık ve kahramanlıklarla dolu bir geçmişleri yoktu. Ama gönüllerinde dünyayı titreten fatihler olma özlemi vardı. Hayatında hiç ata binmemiş biri olarak ata binip Fatih gibi salınmaya bile kalktı bu yüzden. Attan düştü zaten, hayal ettiği cihangirliğin pozunu bile veremedi. Çocuk, bu özenti yüzünden ok atıyor mesela, çok korkuyorum, birine saplayacak diye... Osmanlı’yı bilmiyorlar, kendi yaşam biçimlerini öyle pazarlayıp, oradan da biraz kahramanlık, fetih, buyurganlık filan yakıştırmaya çalışıyorlar kendilerine. Saraylar yaptırmak bu davranış biçiminin bir parçası. Ama olmuyor işte.

“Biz yönetiriz Ortadoğu’yu, oyun kurarız” diyorlardı, oyuncak oldular ABD’ye. Komşularımız da paramparça ve bize düşman oldu.

Ekonomide, eğitimde, sanatta, edebiyatta bir hiç ölçüsündeki iktidar dönemlerini, uydurma kahramanlık öyküleriyle kapatmaya çalıştılar. Mesela sürekli içlerinden bir Nene Hatun çıksın istiyorlar, ama yok. Bir Şerife Bacı vardı, “aha bizim Nene Hatun” dediler, saraylarda ağırlayıp, çuvalla para verdiler, mizansen çıktı. İsmail Kahraman, “15 Temmuz akşamı bütün Meclis Nene Hatun’du, Sütçü İmam’dı” buyurdu, ama o gece elinde silahıyla sokağa çıkan bir tek parlak saçlı danışman, milletvekili ya da bakan yoktu, onun yerine gecekondularda saklanan belediye başkanları vardı.

Ama takdir edilecek bir şeyleri var, vazgeçmiyorlar. Olmayınca yeniden, aynısını... Ve bu artık siyasetin değil tıbbın konusu, çünkü bir maskeli baloya döndü memleket.

**

GAZETECİLİK SIRLARI

Kalem erbabı, tam da şeker fabrikalarının satışına tepki olarak Cargill gibi mısır şurubundan şeker üreterek iç pazarımızı ele geçirmeye çalışan Amerikan firmalarını gündeme taşırken... Bir de bakarsınız, Milliyet gazetesinde yarım sayfa Cargill güzellemesi. Cargill’de çalışan kadınlar ne kadar da şanslıymış haberi (17 Mayıs 2018)... Haber mi? Elbette değil. Reklam mı? Elbette evet... Ya karşılığı ne? Merakımızı celbeden husustur...

ABD’nin İsrail büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması, İsrail’in son bir haftadır Gazze’de yaptığı kıyım, çok önemli ve çok üzücü. Basının da ilk gündemi. Fakat...

Son bir haftadır, Kerkük’te bir oyun oynanıyor. Seçim sandıklarına hile karışmış, Kerkük’te verilen oy götürülüp Süleymaniye’de sayılıyor. Türkmenler sokakta, ama medyada tık yok... Niye? Merakımızı celbeden husustur...

Başka sorum yok efendim...

**

BULUŞMA NOKTASI

Buluşmalarda, her iki tarafın da önceden gittiği veya iyi bildiği, kolay bulabileceği belirgin bir nokta seçilir. Taraflar birbirini tanıyorlarsa yakaya kırmızı karanfil takmaya gerek yoktur.

Başlayabiliriz...

İyi Parti kurucularından Ali Türkşen, bir Tv programında “adil bir seçim olması için Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması gerektiğini” söyledi. İP Başkanı Meral Akşener, SP Başkanı Temel Karamollaoğlu, AKP milletvekili Aziz Babuşçu, CHP’nin adayı Muharrem İnce ve çok sayıda CHP’li milletvekilinin de biricik meramı aynı idi. Yani buluşma noktaları, Selocan çeşmesinin altı oldu.

PKK terör örgütüne üyelik, Türk askerini aşağılamak, örgüte yardım ve destek gibi pek çok suçlamayla tutuklu yargılanan Selahattin Demirtaş’ın adresini sorarsanız... Kendi tarifiyle: “Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz. (...) Onun özgürlüğüne kavuşmasını istemek bizim için onur borcudur...” Demirtaş, uluslararası güçleri bölgeye müdahale etmeye çağırırken “çünkü” diyordu: “Bizim Türkiye için söylediğimiz her şey dört parçaya yayılmış Kürtlerin tümü için geçerlidir. Irak’ta da Suriye’de de Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde bir anlaşma sağlanmalıdır.” Yani buluşma yerinin tepesinde bir de ABD bayrağı dalgalanıyor.

Bahçeli’nin buluşmaya gelmediğini sanmayın sakın. O da çok değil bir yıl önce neredeyse aynı suçlamalarla tutuklu yargılanan Ahmet Türk için özgürlük istemiş ve kısa süre sonra da Ahmet Türk salıverilmişti... Yani önceden gelmişti buluşma yerine. AKP desen, zaten o noktanın açılışını yapan partiydi. Sakın şaşırmayın, Demirtaş birkaç güne kalmaz, çıkar... Projenin mimarlarından Henry Barkey Demirtaş’ın serbest bırakılmasını isterken “Kürt Mandela” güzellemesini boş yere yapmıyor zaten...

Yani kardeşim, ne Cumhur ittifakının cumhurla ilgisi var, ne de Millet ittifakının milletle... Parola Amerika, İşareti Apo deyince tanıyıveriyorlar birbirlerini. Kırmızı karanfili de şehit Mehmetlerimizin tabutlarına gönderip en önde saf tutuyorlar. Şimdi ben bunları yazdım diye bana saldıracaklar, ama o buluşma noktasına yine de gidecekler... Ne diyeyim kardeşim, ne diyeyim?

**

EKÖNÖMİST

Bu Devlet Bahçeli ilginç adam. 10 yılda filan tamamlasa da, kendi ifadesiyle “ekönömi” doktorası yapmış. Uzmanlık alanı dış ticaret, tez bile yazmış: Türk ekonomisinde yapı değişikliği... Ama bakın konuşmalarına tek kelime ekonomiden söz etmez, etse de kahvede oturup gazete okuyan herhangi biri kadar, üç-beş kelime ile konu kapanır. Bir de çok güzel tekerleme söyler.

Ama başka konularda... En son hapishanelerdeki “kader mahkumlarına af” işine el attı. “Cezaevleri bomba gibi, ya isyan çıkarsa” bile dedi. Yahu dolar-avro patlamış, piyasada tek kuruş yok, borçlar patlamış bu takılmış cezaevine... Neden derseniz?

Anlatayım, 245 bin mahkûmun içinde “kader mahkûmu” denilen 160 bin kişi... Her biri için ortalama iki çocuk, bir eş, anne-baba ve iki kardeş ekleyin hesaba... Bu da 160.000x7=1.120.000 kişi demektir... Gerek doğru dürüst bir programı olmadığı, gerekse de mantıksız çıkışları nedeniyle milletten, hatta kendi tabanından bile oy alamayacak duruma gelen Bahçeli için harika bir oy potansiyeli... İşin içine dayıoğlu, halakızı da girerse 1.5 milyon.

İşte buna ekonomi değilse bile, “ekönömi” diyoruz.