Korku dağları bekliyor

New York’taki savcının Zarrab iddianamesini Zafer Çağlayan’ı ve Halk Bankası eski Genel Müdürü’nü de kapsayacak şekilde genişletmesi, hükümet dahil AKP ve AKP’ye yakın çevreler tarafından “Türkiye’ye daha doğrusu Cumhurbaşkanı’na ve hükümete karşı siyasi hamle” olarak yorumlandı.

Hükümet sözcüsü Bozdağ konu hakkında “17- 25 Aralık sürecinde Fetullahçı Terör Örgütü’nün yargı yoluyla yapmak istediği ama başaramadığı darbe teşebbüsünün aynen Amerika’da Amerikan yargısını kullanmak suretiyle tekrarı...” gibi her aklı başında insanı güldürecek bir açıklama yaptı.

TÜRKİYE’NİN TUTUMU ÖNEMLİ

Savcının iddianameyi Zafer Çağlayan’ı ve Halk Bankası eski Genel Müdürü’nü de kapsayacak şekilde genişletmesinin zamanlamasına ve içeriğine bakınca bu hamlenin siyasi bacağını görmemek mümkün değil.

Hükümet kanadı, ABD’nin bu dava yoluyla Cumhurbaşkanı’nı ve hükümeti devirmeye teşebbüs edeceğini savunuyor.

Diğer çevreler ise özellikle Cumhurbaşkanı üzerinde baskı oluşturarak, ABD’nin, Türkiye ve bölgedeki gelişmelerde kendi çıkarları istikametinde sonuçlara ulaşmaya yönelik hamlesi olarak değerlendiriyor.

Bu gelişmeler; içeride “PKK ile barış”, dışarıda Suriye’de sona gelmekte olan savaş sonrasında ülkeye ABD’nin istediği şeklin verilmesi, PYD/YPG’ye otonomi, Irak’daki gelişmeler ve özellikle Barzani referandumu, Rusya ile Türkiye’nin gelişen ilişkileri ve Trump’ın önümüzdeki dönemde İran’a karşı sertleşeceği işareti veriyor olması şeklinde sıralanabilir. Bu durumda Türkiye’nin tutumu önemli.

ABD UCUNU AÇIK BIRAKIYOR

Çağlayan’ın iddianameye 16 Nisan referandumundan sonra eklenmiş olması zamanlama bakımından ilginç. Çağlayan’ı da dava ile ilişkilendirecek bilgi ve belgeler muhakkak ki 16 Nisan’dan önce mevcuttu. Ancak, 16 Nisan’da arzu edilen sonucun alınmasını güçleştirebileceği kaygısıyla, iddianameye ekleme yapılması muhtemelen ertelendi.

Çağlayan’ın ilave edilmesi ile Cumhurbaşkanı’na ve hükümete “gözdağı” bir kademe yükseltilmiş oldu. Aslında ABD hamleleri başka adımlarla bir süredir devam etmekteydi.

İddianamenin dikkatle okunması halinde görülüyor, bazı paragraflarda (örneğin 36) atılı suçlar zanlılarla ilişkilendirildikten sonra, atılı suçlara “başkalarının” (and others) da katıldığından söz ediliyor. Bu “başkaları”nın kimler olduğu söylenmiyor. Bu durum, ileride gelişmelere göre başkalarının da iddianameye eklenebileceği izlenimi veriyor. Böylece ABD mengeneyi gerekirse daha da sıkabileceğini gösteriyor.

“The Others” arasında acaba gene müstafi bakanlardan Bayraktar’ın sözünü ettiği kendisine talimat veren kişiler de mi var? Bu tam da aba altından sopa göstermek.

İRAN’A AMBARGOYA KARŞI ÇIKILMALI

Bekir Bozdağ bu konuyla ilgili son açıklamasında Çağlayan’ın “Türkiye’nin çıkarlarını savunduğunu” söylemiş. Bozdağ, ilke itibarıyla haklı. Devletin bakanı elbette “Aman, ABD’nin çıkarına zarar vermeyeyim” diye kaygı duymayacak, Türkiye’nin çıkarları ne ise onları savunacak ve yapacak. O nedenle, “ABD’nin çıkarına zarar verdiği ve ABD yasalarını ihlal ettiği” iddiasıyla bir Türk bakanın ABD’de yargılanmasına ilkesel olarak kararlı bir şekilde karşı çıkılması gerekiyor. Tamam da, bu “Türkiye’nin çıkarlarını savunanlar”ın milyonlarca dolar rüşvet aldığı ve kişisel çıkar sağladığı iddiaları ne olacak? Eksik orada!

Bu olayı irdelemesi, eleştirmesi gerekenler rüşvet ağını eleştirmeliler. Yoksa bu ülkede hiç kimse bir bakanı veya diğer “The others”ı Türkiye’nin menfaatlerini savundu diye suçlayamaz.

Konuyu, “Çağlayan’ın ABD’de yargılanmasını içime sindiremiyorum” gibi yüzeysel açıklamalarla geçiştirmek yerine, doğru çerçevede ve bütün boyutlarıyla değerlendirmek gerekiyor. Ne demek yani, Çağlayan “ABD’nin çıkarlarına zarar verdiği için” Türkiye’de mi yargılanmalı?

Eğer rüşvet olayı olmasa, Türkiye’nin hayati çıkarlarına zarar veren İran’a uygulanan ambargoya karşı çıkmak bir görevdir.