Muhataplık tartışmasının zehirlediği süreç ve toplumsal rızanın önemi

Türkiye’nin uzun yıllardır mücadele ettiği terör sorunu, yalnızca güvenlik boyutuyla değil, siyasal ve toplumsal boyutlarıyla da ülkenin gündemini belirlemeye devam ediyor. Son dönemde yeniden alevlenen tartışma, terör örgütü PKK’nın sürece dahil edilmesi, terör elebaşı Abdullah Öcalan’ın “muhatap” olarak kabul edilip edilmeyeceği ve TBMM çatısı altında alınan yeni kararlarla devlet aklının sınırlarının zorlanması üzerinden şekilleniyor. Bu tartışma, devletin terörle mücadele stratejisi ile örgüt çevrelerinin siyasal beklentileri arasındaki gerilimi bir kez daha görünür kılıyor.

Geçen günlerde TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun gizli oylamayla “İmralı’ya heyet gönderme” kararı alması, Türkiye’de yalnızca siyasi değil, toplumsal fay hatlarını da harekete geçirdi. Oylamanın aritmetiği, mevcut tartışmanın neden bu kadar zehirleyici olduğunu gösteriyor:

AK Parti, MHP, DEM Parti, TİP ve EMEP “evet” dedi.

CHP ve komisyona üye vermeyen İYİ Parti oylamaya katılmadı; DP, DSP ve HÜDA PAR ise “hayır” oyu verdi.

Yeni Yol çekimser kaldı.

Yıllardır “DEM Parti terörle bağlantılı” söylemiyle siyaset üreten iktidarın, aynı partiyle İmralı kararında yan yana durması, muhataplık tartışmasının yalnızca kavramsal değil, siyasal bir çelişki alanı olduğunu ortaya koyuyor. Altılı Masa’ya DEM Parti dışarıdan destek verdiğinde “terörle işbirliği” yaftası kullananların, bugün aynı DEM Parti ile aynı yönde oy kullanması toplumdaki güven erozyonunu daha da derinleştiriyor.

MUHATAPLIK: SÜRECİ ZEHİRLEYEN EŞİTLİK İDDİASI

Türk Devleti’nin temel hedefi, “Terörsüz Türkiye” vizyonunu hayata geçirmektir. Bu vizyon, yalnızca silahlı mücadeleyi değil; anayasal düzenin, üniter yapının ve tek otoritenin korunmasını içerir. Devletin amacı terörün kökünü kazımaktır; terör örgütü liderlerinin siyasal özne olarak konumlanmasına meşruiyet kazandırmak değildir.

Bu çerçevede, Öcalan’ın örgüt üzerinde etkisi nedeniyle teknik katkı sunması bir araç olarak görülebilir. Ancak burada kritik nokta şudur: Öcalan’ın sürece katkı sağlaması ile Öcalan’ın “muhatap” alınması tamamen farklı şeylerdir.

“Muhatap” kavramı, süreci zehirleyen ve dinamitleyen bir mayın işlevi görür. Muhataplık, aktörler arasında eşitlik ilişkisi kurar. Bu eşitlik, Türkiye’nin üniter yapısını tartışmaya açar; çift otorite algısını üretir ve örgütün siyasal merkez haline gelmesini beraberinde getirir. Nitekim DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan’ın, “Öcalan resmen muhatap kabul edildi” sözleri ve Yeni Yaşam gazetesinin “Artık resmi muhatap” manşeti, kavramın nasıl manipülatif bir enerjiyle yüklendiğini ortaya koymaktadır.

Devletin teknik bir görüşme olarak tasarladığı adım, örgüt çevrelerince “siyasal meşruiyetin tescili” olarak pazarlanmakta; bu da toplumsal zemini zehirlemektedir.

TOPLUMSAL RIZANIN EKSİKLİĞİ: SÜRECİ KIRILGAN KILAN ASIL SORUN

Dünyadaki başarılı örneklere bakıldığında, barış süreçlerinin kalıcı olabilmesi için toplumsal rızanın merkezde olduğu görülür.

Kuzey İrlanda’da IRA değil, Sinn Féin muhatap alınmış; barış, referandumla halk tarafından onaylanmıştır.

ETA örneğinde örgüt hiçbir aşamada “siyasal aktör” olarak kabul edilmemiş; örgütün çöküşünü halkın ETA’ya sırt çevirmesi sağlamıştır.

Türkiye’de ise süreç, toplumsal rızanın güçlü bir şekilde inşa edilememesi nedeniyle kırılgan kalmıştır. Öcalan’ın muhatap alınması tartışması, toplumun geniş kesimlerinde devletin terörle eşit masaya oturduğu algısını doğurmuş; bu da sürecin meşruiyetini zayıflatmıştır.

MAZLUM ABDİ’NİN ÇAĞRISI: BİR BARIŞ HAMLESİ DEĞİL BİR MEŞRUİYET OPERASYONU

Tam da TBMM’de İmralı kararı tartışılırken, SDG/YPG’nin sözde komutanı Mazlum Abdi’nin (Ferhat Abdi Şahin) Türk Silahlı Kuvvetleri’ni “işbirliği ve diyaloga” davet eden açıklaması gündeme geldi. Bu çağrının başlıca amacı şudur:

PKK’nın Suriye kolu olan YPG’yi uluslararası sistemde meşru bir aktöre dönüştürmek.

Abdi’nin TSK’ya “gelin birlikte istikrar sağlayalım” demesi, barış çağrısından çok daha büyük bir stratejinin parçasıdır.

SDG’nin Suriye ordusuna entegre olma çabası, ancak kendi milis yapısını koruyarak “devlet içinde devlet” modeli oluşturma isteği taşıyor.

ABD’nin YPG’ye verdiği destek, İsrail’in bölgede oluşturmak istediği tampon güvenlik kuşağı ve İran’a yönelik stratejik kuşatma planları ile birleşiyor.

Suriye’nin kuzeyindeki yapılanma, İsrail’in bölgesel hedefleriyle örtüşüyor.

Bu tablo içinde Mazlum Abdi’nin “TSK ile işbirliği” çağrısı, Türkiye’yi masaya çekerek SDG’ye meşruiyet kazandırma gayretidir. TBMM’nin İmralı kararıyla eş zamanlı gelmesi ise bir tesadüf değildir; bölgesel jeopolitiğin dikkatle okunması gerektiğini gösterir.

TBMM ARİTMETİĞİNİN GÖSTERDİĞİ TEHLİKE: SİYASİ BELİRSİZLİK VE KAVRAMSAL BULANIKLIK

İmralı oylamasında DEM Parti ile iktidarın aynı çizgide yer alması, muhataplık tartışmasını daha da karmaşık bir hâle getiriyor. Bir yıl önce DEM Parti’nin Altılı Masa’ya dışarıdan destek vermesi “terörle işbirliği” olarak suçlanırken; bugün aynı parti ile İmralı’ya “evet” oyu verilmesi Türkiye’de siyasal tutarlılık tartışmalarını da derinleştiriyor.

Bu durum, kavramların siyasal araçlara dönüştüğünün; terör örgütü liderlerinin ise bu bulanıklık ortamında siyasal meşruiyet üretmeye çalıştığının göstergesidir.

TARİHSEL HAFIZA: ŞEHİTLER SALDIRILAR VE TOPLUMSAL TRAVMALAR

Türkiye’nin terörle mücadelesi soyut bir güvenlik meselesi değildir.

40 yılda 7 bin 500'ün üzerinde şehit,

6 bin 500’den fazla sivil kayıp,

350’den fazla karakol baskını,

47 canlı bomba saldırısı,

Ankara Garı, Güvenpark, Kayseri, Reyhanlı, Cizre bodrumları gibi travmatik kırılmalar…

Bu tablo, terörle müzakerenin ne kadar hassas bir zeminde yürütülmesi gerektiğini gösterir. Toplum, bu acıları hâlâ canlı olarak taşımaktadır ve meşruiyet sınırlarının bulanıklaşması, terörle mücadele azmini de zayıflatma potansiyeli taşır.

SÜRECİ ZEHİRLEYEN KAVRAMLAR DEĞİL KAVRAMLARIN İSTİSMARIDIR

Türkiye’nin terörle mücadelesinde en büyük risk, süreci yanlış kavramlarla, yanlış aktörlerle ve yanlış mesajlarla zehirlemektir. “Muhataplık” söylemi, çözüm sürecini dinamitleyen bir tuzaktır. Dünya örnekleri açıkça gösteriyor ki barışın kalıcılığı ancak toplumsal rıza ile mümkündür. Türkiye’nin çözüm arayışında da en kritik unsur budur: Toplumsal rızayı inşa etmek ve süreci halkın güveniyle güçlendirmek.

Devletin hedefi nettir: Terörsüz, güçlü ve tek otoriteli bir Türkiye. Bu hedefe ulaşmak için sürecin dili, kavramları ve aktörleri titizlikle seçilmeli; siyasal meşruiyetin sınırları örgütlerin değil, milletin iradesi tarafından çizilmelidir.