Nurullah Ataç ve çeviri - 2

İngilizceyi bilmezdi Ataç, ancak İngilizceyi iyi bilen Halide Edip’e de bir ders veriyor:
“Gülmem tuttu bunu okuyunca. Bakmayın Halide Edip’in böyle bir bilgin diliyle böbürlene böbürlene yazmasına, düşünür gibi gözükmesine. Gerçekten düşünmüyor. Düşünseydi, önce ‘animal politique’ in (İngilizcesini bilmediğim için Fransızcasını yazdım), o sözün ne demek olduğunu araştırırdı. Sanki yalnız İngilizlermiş öyle diyen! Aristoteles’ten beri hep öyle derler. Ama Aristoteles’in ‘zoon politikon’ tanımlaması ‘siyasi canlı’ demek olmadığı gibi, bunun İngilizce çevirisindeki, Fransızca çevirisindeki, daha bilmem hangi çevirisindeki ‘politik’ sözü de ‘siyasi’ demek değildir. Bizde eskiden ‘içtimaî hayvan’ denirdi. İnsan toplum kurucu, toplum içinde yaşayan, toplu olarak yaşayan bir canlıdır, budur zoon politikon’un anlamı...”

GOCUNDURMANIN FRANSIZCASI

Ataç, “çeviri kokusu” diyor bir yazısında da; bu kokuyu gerçekten iyi tanımalıyız ve alışmamalıyız, en fena kokuya bile insan bir alışınca doğal gelir, işin doğrusunu öyle sanır. Olması gereken bir koku gibi düşünür. Ataç’a göre bazıları bayılıyorlar, bir yükseklik verdiğini sanıyorlar. Başka bir çeviri için de şunları yazıyor: “Labiche’in kişileri en azından insanı gocunduran kişiler.”diyebiliyor. Çok iyi bu gocundurmasözü! Bayan Sarp Fransızca hangi tilciğin karşılığı diye kullandı ki? Düşündüm, bulamadığım için sevindim. Çok severim bir çeviride böyle tilcikler bulunmasını.”
Ataç’ın çeviri anlayışında, güzel bir çeviride ilginç bir ayrıntıdır bu; kullandığınız sözcüklerin ille de karşı dilde tam bir karşılığı olmasını beklemeyeceksiniz. Çevirmenler ne der bilemiyorum, Ataç’ın bu düşüncesi de özgün geldi bana, dil dediğimiz dizgeyi çok iyi kavramış bir düşünürün sözleri. En değerli sözcükler başka dillerde karşılıkları olmayanlardır. Aynı yazıya şöyle devam ediyor: “Ama Bayan Safiye Sarp, hep yapamıyor bunu, çekiniyor, Fransızca yazıya bağlanmak istiyor. İşte bir örnek: ‘Okumaya başlar başlamaz (Euge’ne), sonradan Condercet, daha sonra Bonaparte, en sonunda yine Condorcet lisesi olan Bourbon Koleji’ne gönderildi.’ Kolay kolay anlaşılır mı bu tümce? Araştırmalı bunu. Bayan Sarp Fransızca tümcenin yolunu izlesin: ‘Bourbon kolejine gönderildi, bu okulun adı sonradan Condorcet Lisesi olmuştur. Bir aralık Bonaparte Lisesi de denmişse de şimdi gene Condorcet Lisesi’dir.’ Tümceyi böyle kırmakla ayrılmış olmaz ondan, tersine, daha bağlı kalmış olur, düşüncenin yürüyüşüne bağlı kalmış olur. ‘Okumaya başlar başlamaz’ sözünden de doğrusu bir şey anlamadım. Sakın ‘okumayı söker sökmez’ demek olmasın, ‘A peine commençait-il a’ lire...’ gibi bir şey...” (Günce1, s. 374)

ASLINDAN GÜZEL ÇEVİRİ

Güncelerinde çeviriyle ilgili ilginç bir soruna daha değiniyor Ataç. Bir İspanyol’un boğa (toro) sözcüğünden anladığıyla, bir İngiliz’in boğa (bull) sözcüğünden anladığının aynı olmadığını belirttikten sonra, “Böyle şeylere takıldık mı çeviri yapamayız” diyor Ataç. Bu durumda okura da iş düşüyor, elindekinin çeviri olduğunu bilen okur, İspanyol için boğa’nın anlamını bilecek, sezecektir.
Bir çevirinin “aslından güzel” olduğunu söylemek ise Ataç’a göre övgü değil, çevirideki bir yanlışı dile getirmek olur ancak. Bir romanı, öyküyü ya da şiiri çevirirken, aslından daha güzel yapmaya hakkımız olmamalı. Çeviriden aldığımız tat, öz yapıtın verdiğinden üstün olsa bile, “daha güzel olmuş” diye değerlendirmek doğru değildir. Çünkü kendi dilimizdir bize daha sıcak, daha güzel gelen.

Kitap önerisi: Yeni bitirdiğim, severek okuduğum üç roman: 1) Antonio Skarmeta, Neruda’nın Postacısı, Kırmızı Kedi Y. 2) Krisztian Grecso, Peşinden Gidiyorum, Alakarga Y. 3) Ayla Kutlu, Yedinci Bayrak, Bilgi Y.