ONDA DOKUZU

İslam inancında hakim görüştür: “Rızkın onda dokuzu ticarettedir...” Sünnettir. Rızk, erzak kökünden geliyor, yani yaşamak için ihtiyaç duyulan erzakın onda dokuzu... Ya onda biri? Sanırım orada da üretimden söz etmek gerek... Oran bu! Daha baştan üretim mahkûm ediliyor.
Ticaret ise sözlüğe göre, kazanç amacıyla yapılan her türlü alım satım etkinliğidir. Kısaca, ticaretin konusu olan malın üretimi konusunda kutsayıcı, teşvik edici bir yaklaşım yok. Aksine üretmek yerine alıp satmak oransal olarak teşvik ediliyor.
Bugünlere gelişimiz, bu kafanın eseridir.
Kayseri, mutaassıp bir şehir ve ticaret merkezidir. Kuşkusuz geniş organize sanayii bölgesinde ağırlığı montaja dayalı çeşitli üretim de yapılmaktadır. Ama yine de Kayseri’de dönen paranın büyük kısmı bu üretimden değil, al-sat ekonomisinden kaynaklanır.
Kendine mahsus kuralları vardır. Sakalları göbeğinde bir Hacı Amca’nın evini kiralayacaksınız diyelim, cebinden hemen çıkarıverir hesap makinesini, euro üzerinden bir yıllık kirayı hesaplar ve onu da peşin ister. Türkiye’de başka bir şehirde var mıdır bilmiyorum, ama ticaret neredeyse bütünüyle döviz üzerinden döner. Hacı Amca için önemli olan yaptığı ticaretten elde ettiği kârdır, memleket ekonomisi filan onun umurunda değildir.
Geçenlerde, her hafta olduğu gibi yine arızalanan arabamı yaptırmak için Kayseri sanayisindeydim, dövizin fırlamasından dolayı kira borcunu nasıl ödeyeceğini düşünen motorcu ile konuşurken yan taraftaki kaportacı geldi. “Ağabey” dedi, “ben bir gün bu binanın çatısına çıkıp kendimi yakacağım, sen de benim haberimi yaparsan, belki sesimizi bir duyan olur. Bu vicdansız mülk sahipleri ile nasıl başa çıkacağız biz?” Çok sayıda dükkan sahibinin kapattığını, dükkan sahiplerinin dövizin yükselişi konusunda hiçbir ayarlama teklifini kabul etmediğini söylediler. “Hacı Amca’nın avukatı var abi, dört günde atar bizi” diyordu. Korkutulmuş, sindirilmiş. Toplam rızkın onda birine razı edilmiş.
İçim burkuldu. Emeğiyle ekmeğini kazanan adamın, rızkını ticaretle ve rantla kazanan adam karşısındaki hali idi bu... Ve öbürü maça onda dokuz galip başlıyordu.
Tam da “gavurun” döviz saldırısına uğradığımız bugünlerde... Sen de duy Hacı Amca gavurluğun alemi yok.

İKİLİK

Bir şey diyeceğim de, onun için bu özeti hatırlatmalıyım:
24 Temmuz 2015’te, Türk Ordusu Kandil’e yüzlerce sorti yaparak ABD’ye karşı silahlı ilk eylemini yaptı, 800’den fazla hedefi vurdu. Hemen ertesi günden başlayarak PKK’nın şehirlerdeki ve basındaki uzantıları birer birer toplandı.
Takip eden Ağustos ayı içinde Kandil’den canını kurtaranlar şehirlere indi. O zamana kadar süren açılım politikasıyla 20’den fazla il ve ilçe merkezinde kazdıkları hendeklerden halka ve güvenlik kuvvetlerine saldırmaya başladılar.
Türk devleti, bu harekete 8 Ağustos 2015’te Silopi’deki hendek operasyonuyla cevap verdi. 2016 yılı başına kadar süren operasyonlarda yüzlerce hendek ve tünel imha edilirken, binlerce patlayıcı madde etkisiz hale getirildi. ABD hendeğe gömülürken, diğer yandan da FETÖ unsurlarına karşı operasyonlar başlatıldı. Açılım sürecinde bu şehirlerin patlayıcılarla dolmasına neden olan, emniyet ve Ordu içine sızmış FETÖ’cüler de birer birer toplanmaya/belirlenmeye başladı.
ABD’nin cevabı 15 Temmuz 2016 akşamı, devlete sızdırdığı FETÖ militanlarının halka ateş açması şeklinde oldu, ama bir gecede bütün kuvveti ezildi.
Türk Ordusu’nun buna cevabı ise hemen Ağustos ayı içinde Fırat Kalkanı Harekâtı’yla ABD koridoruna girmek ve kukla devlet planını bozmak oldu. Arkasından İran ve Türkiye’nin desteklediği Haşdi Şaabi birlikleri Barzani’ye bağlı Amerikan peşmergelerinin üzerine yürüdü ve koridorun Irak’taki parçası da ABD’nin elinden alındı. Irak ile Habur kapısının yerine Ovaköy-Fişabur kapılarını açmak için mutabakat sağlandı.
Bunu Afrin Harekâtı izledi, böylece ABD koridoru Münbiç ve Sincar arasına sıkıştırıldı.
Münbiç mütarekesi, sıkışan ABD’nin, Türk hariciyesinin yetersizliğinden yararlanarak zaman kazanmak için yaptığı karşı hamlesi oldu. Diğer adımı da Sincar’dan Musul’un kuzeyine doğru bir koridor açacak şekilde askeri birlik kaydırmak oldu. Böylece açılması planlanan Ovaköy-Fişabur hattının önünü kesecek ve Fırat’ın doğusunda sıkışan PKK unsurlarının Kandil ve Türkiye’ye geçişini sağlayacaktı.
Önce Türk Ordusu Irak’ın kuzeyinde bulunan 11 eski PKK kamp bölgesine askeri birlik yerleştirerek bu geçişe engel oldu. Aynı günlerde Haşdi Şaabi de Sincar’daki PKK’ya bağlı Yezidan unsurlarının üzerine yürüdü, ABD her ne kadar karşı açıklamalar yapsa da somut karşılık veremedi. Buna karşılık Irak seçimlerini karıştırarak, Peşmergenin kayıplarını telafi etmeye çalıştı.
Ne yaptıysa Türkiye ve bölge ülkeleri arasında gelişen ittifakı engellemeyi başaramadı. Rusya’dan füze, Çin’den nükleer santral alınıyor, Venezüella altın gönderiyor, İran ile dolarsız alışveriş konuşuluyor. Astana süreci de ilerliyor...
Şimdi...
Zaten hatalı politikalarla kırılganlaşan Türk ekonomisi ABD’nin dolar taarruzu altında... Ve Türk tarafı bir süredir beklemede olan Ovaköy-Fişabur hattını devreye sokmak için Irak hükümeti ile iki hafta içinde ilk adımı atmak üzere harekete geçti. Böylece ABD’nin bu coğrafyadaki varlık nedeni olan kukla Kürdistan, en büyük gelirinden mahrum kalmış olacak, sınır hattı Türkmen toprakları üzerinden işleyecek...
Bu hatırlatma şunu demek içindi: Hâlâ bu savaşın taraflarını anlayamamak bilgi eksikliği ya da yanlış muhakeme ile açıklanamaz. Bu bir bakış açısı farkıdır ve bu bakış açıları, biri bu taraftan diğeri karşı taraftan bakıldığı için farklıdır. Karşı taraf düşman tarafıdır.
Herkes durduğu yeri ve baktığı pencereyi gözden geçirsin. Farkındaysanız, geçmişte kimlerin “çocuklar öldürülüyor” diye PKK’ya, kimlerin “basın özgürlüğü” diye FETÖ’ye sahip çıktığını yazmıyorum, çünkü gün, geçmişte yapılan hataların çetelesiyle uğraşma günü değil, birlik günüdür. Aksi ikilik olur, düşmanın işine yarar, ihanete kadar varır. Geçmişin hesaplaşması elbette yapılacaktır, ama o gün bugün değildir ve en önemlisi bu hesaplaşma ABD ile yan yana durarak yapılmaz.
Bu uyarıyı yapmak zorundayım, çünkü Tayyip Erdoğan düşmanlığından gözü kör olan arkadaşlarım var. Sonra demesinler, “bizi hiç uyarmadın” diye.