Rıza ve Ceza

İki hafta önceki, “İki ateş arasında” başlıklı yazımı (https://www.aydinlik.com.tr/iki-ates-arasinda-seyyit-nezir-kose-yazilari-mayis-2019), “Neye telaş ettiysek o, önce bize, sonra tarihin tekerine takoz oldu” cümlesiyle bitirmiştim. Tepkilere değinmeyi ve yanıtları sonraya bırakarak önce kendimize iğneyi batıralım: Devrimciysen, özeleştirinin hakkını veremediğinde gelen sorgulu ve küçümseyici bakışlardan, selam esirgeyen kaçışlardan alınmayacaksın. Türkiye, kendimizi bildik bileli kolay gün görmedi ama söze herkes, “Ülkemiz zor günlerden geçiyor” diye başlamaktaysa, çare yok, yiğitliğin onda dokuzu susmak, onda biri söylenene uymaktır.

GÖNÜLLÜ KULLUK
Demokrasi farklı toplumsal kesimlerin siyasal yönelimlerini genel oya dayalı bir bileşkede uzlaştırmayı gözeterek çatışmayı hafifletme çabası verirken, gerçekte gönüllü kulluk oluşturma amacı güder: Egemen sınıflar, kendi çıkarları doğrultusunda geliştirdikleri kurumlar sayesinde toplumu yönetsel aygıtların görünmez ağıyla kuşatıp toplumun en geniş çoğunluğunun rızasına dayanarak kurulu düzeni sürdürmek ya da yeni durumlara çatışmasız uyum sağlamak ister.

Teknolojik gelişmeyi bütün donatımlarıyla kuşanıp toplumu yönlendirmek ve yeniden biçimleyip denetlemekse uyum çabasının en etkili ayağıdır. İşbölümünü sürekli derinleştirip insani özünden yalıttığı bireyleri toplumsal ilişkilerden koparma ve boyunduruk altına alma programını uygulamaya koymak çağımızda dijital teknolojiyle çok daha kolaylaşmıştır.

Şu denebilir: Yeryüzünün en uzak köşelerinde çalışan sınıfların bireyleri de teknolojinin olanaklarından yararlanmakta; bütün mesafeleri aşarak, görüntülü konuşarak uzakları yakın etmektedir... Ne ki her saniyesi yönlendirmeye açık bu görüşmeler, şimdi dünyayı uzaydan mikro zeminlerde denetime yatkın boyutlara taşınmıştır.

EFENDİMİZ ARAÇLAR VE KURGULAR
Marx, işbölümü ve araçların insanı türsel öz ve doğasına yabancılaştırdığını daha 1844 El Yazmaları’nda vurgulamakla kalmamış, insanın hem özne hem yüklem işleviyle altüst oluşlar karşısında bulunduğunu imlemişti. Yanı sıra evren karşısındaki aczini kendi icadı olan dine sığınarak aşmaya çalışan insanın daha sonra bu gizemli icadına tutsak oluşunu apaçık belirtirken, araçlar kadar kurgusal ilişkilerin de insanı gerçek dünya karşısında yanılsamaya düşürebildiğini öngörmüştü. Doğrusu şimdilerde güncel siyasal güç ilişkilerinin sisleri ardındaki ama çok yakın geçmişimizdeki yitik hakikatlere baktığımızda karşıdevrimin geldiği aşamadaki toplumsal şaşkınlığı açıklamak nasıl da zorlaştı. Aydınlanma savaşımında Turan Dursun’un bayraklaştığı günlerden emperyalizme ve bölücülüğe karşı savaşta Yeni Ortaçağ silahlarını kuşanmanın kuramsal hazırlıklarına gelmek, tam da postmodernin tükettiği ve yerine hurafeyi dayattığı birikimi terk etmenin arifesine bitişiyor.

NE YAPILMALI?
Bu ülkede seçimler yıllardır gerekirse sonuçların iptal edileceği verilerle hazırlanıyor. Muhalefetin itirazlarıysa elbette umursanmayacaktır. Gerçek şu ki, seçmen artık rıza gözetilmeksizin her koşulda cezaya mahkûm...

Vaktiyle Attilâ İlhan, iktidarın değiştiği her seçim sonrasında, “Halk yine cezalandırdı” diyordu. Bir keresinde, Divan Otel’deki söyleşimizde, “Usta” demiştim, “Halk her seçimde asıl kendini ve elbette onu durmaksızın uyaran Atatürkçü aydınları cezalandırıyor.”

Şimdi durum daha da farklı: Halk, ceza saltanatını fark ettikçe her türlü rıza denemesine güvensiz bakıyor.

Soğan kabuğu aydınlar, bozunumu ayrımsayıp cücüğüyle aradaki dijital katmanlara metelik vermeksizin, çok geç olmadan, insani gerçeğin şaşmaz ölçütünü usduyu yetisine vurarak yüz yüze, bire bir ilişkinin kılcal damar uçlarını aramalıdır.