Seçim virajında Türkiye: Kim, nasıl kazanacak?

Bir yıldan az kaldı, Türkiye, 100. yılında, yeni bir genel seçimi yaşayacak.

İki blok var: Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı. Seçmenin yarısıysa “Hiçbiri!” diyor.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, gerçekte iki seçenekle seçmeni kıskaca alıyor; merkez ve hükümet yanlısı medyayla tablo netleşiyor; yaşadığımız, ABD Başkanlık Sistemi'ne benziyor. Siyasi Partiler Yasası ve yüzde 7 oy barajıyla “Yönetimde İstikrar, Temsilde Adalet” noktasında mıyız? Değiliz! Dahası, son “başörtüsü” atışmalarından Anayasa değişikliğine açılacak süreç, ortak değerlerimizin aşındırılmamasına ilişkin sosyal bir teskin sağlıyor mu?

Sağlamıyor, çünkü, siyaset doğal mecrasında akıp gitmiyor; kaldı ki, partilere Hazine’den parasal destek bir yanda, üye aidatını bile düzene bağlayamayan partiler diğer yanda,

işte tam da bu ortamda siyaset, son derecede “pahalı” ve “paralı” hale gelmiş bulunuyor...

Bu doğrultuda, siyasette orta direk ve alt gelir gruplarının temsili, üst sınıflardan gelen “seçkinlerin” insafına kalmış görünüyor… İşimiz çok, sorunlarımız derin, yine de çare halkta, çözüm demokratik sistemin vazgeçilmez unsuru olan ve halktan yana yapılanan partilerde…

GENÇLERE PARASIZ EĞİTİM, EMEKLİLERE REFAH PAYI

Eğer içinde bulunduğumuz koşulları doğru incelemezsek önümüzdeki seçimlerin olası sonuçları hakkında yanlış çıkarımlarda bulunuruz. Her seçimi olduğu gibi önümüzdeki  seçimleri de uluslararası gelişmeler, ulusal dinamikler, özellikle de gençler ve emekliler belirleyecek. Sonlardan başlayalım, Dünyanın “nüfusu en genç” olan ülkelerden biriyiz, gençliğin eğitim, barınma, iş bulma, sosyal ve kültürel aktivitelerde yer alma gibi konular açısından ciddi sorunları var. İletişim ve teknolojinin gelişmesi bağlamında dünyayla bütünleşmek isteyen, bunu yaparken de, kendi değerlerine bağlı kalmayı ön planda tutan gençliğimiz için çok daha fazla yatırım yapmak zorundayız. Bu anlayışla her kademedeki okulların ilke olarak parasız olması, yurt ve barınma hizmetlerinin devletçe sağlanması, bu alanda özel kurumların çok sıkı denetlenmesi, okuyan gençlere tahsis edilen kredilerin yarı tutarının devletçe karşılanması, özellikle her dalda amatör spor sahalarının geliştirilmesi, kütüphanelerin yaygınlaştırılması gibi konuları programına alan partiler, gençler arasında rağbet görecektir… Buna ek olarak, yaklaşık on üç milyon emeklinin insanca geçinebilmesi, enflasyon farkının hakça hesaplanarak maaşlarına eklenmesi, dahası, yıllık büyümeden / refah artışından aldıkları payın daha da yükseltilmesi, ilaç ve tıbbi giderler açısından güvenlik şemsiyesinin büyütülmesi anlamında hazırlıklı olan siyaset, emekliler arasında teveccüh görecektir.

ATLANTİK’İN DİŞLERİNDE ÖĞÜTÜLMEYEN SİYASET

Gelelim uluslararası gelişmelere… Bugün paracı, faizci, borçlandırmaya dayalı, sömürücü Atlantik sistemi -Avrupa Birliği ile ABD’nin ilişkilerinden de anlaşılacağı gibi- kendi içinde çözülüyor; Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de görüldüğü gibi bu sistemin silahlı gücü olan NATO ise adeta çöküyor… Türkiye 46’dan beri Atlantik sistemi için “canını” (Kore’de) ve malını (IMF) verdi, bu sistem bizi de iliğimize kemiğimize kadar sömürdü, dahası Gladyo aparatı ile,, aydınlarımızı, komutanlarımızı aramızdan alan, seçilmişleri iş başından indiren darbelere katkı sunan bu sistem,, bizim sınırlarımızı (bölücü terörle) paramparça etmek isterken, 15 Temmuz’da bir kez daha suçüstü yakalandı… Artık, halkçılar, milliyetçiler gibi yurtsever muhafazakarlar da Atlantik bölücülüğüne tavır almakta, ulusal bütünlüğümüz için, Batı sistemiyle çok daha mesafeli ve ihtiyatlı ilişkilerin yararına inanmaktadır. Sonuç olarak “borçlandıran” ve “bölen” dış ilişkilere karşılık, daha eşitlikçi ticari ilişkileri ve yatırım paylaşımlarını ön gören ve bölgesel barışın dünya barışı için önemini hatırda tutan, yükselen Asya ülkeleri ve Avrasya sistemiyle ilişkilerimizi geliştirmenin yararı gün yüzüne çıktı, çıkıyor… Günden güne anlaşılan bu gerçeğe sistematik olarak katkı yapacak siyasetin, seçmen nezdinde itibar göreceği ise çok açıktır. Açıktır, çünkü, “borçlandırmaya” karşı “birlikte kazanma”, “bölünmeye” karşı “herkes kendi değeriyle, hep birlikte insancıl dünyaya” diyen bir anlayış,, bizim de, komşularımızın da çıkarınadır. İşte bu uluslararası gelişmelerin doğru saptanması, kalkınan ve barış içinde geleceğe yürüyen bir Türkiye açısından çok önemlidir. Dünyayı doğru okuyan Türkiye’de iktidara layık bulunur.

‘ÜRETEN, KALKINAN BİR TÜRKİYE’ DİYEN KAZANACAK

Nihayet seçim sonucunu belirleyecek bir temel ve başat olgu da ulusal dinamiklerdir. Rant, faiz, inşaat, üst yapı, hızlandırılmış tren, kırsala havaalanı bunları yaparken de yabancı finansmandan ve yüksek vergilerden yararlanmak düzeni, kendi sınırlarına, sonuna yaklaşmıştır. Türkiye’nin ağır endüstriyel tesislere, yanı sıra, atölye tipi küçük üretim ağlarına, teknoparklara ihtiyacı vardır. Bunun yanı sıra mesleki-teknik eğitime ve planlama anlayışına gereksinmesi vardır. Siyaset, tasarruf-yatırım-istihdam-üretim-hakça paylaşım gibi bir denklemi ortaya koymak; bu doğrultuda, KİT’ler öncülüğünde yurt genelini fabrikalarla donatmayı, kamudan başlayan tasarrufu, en geniş tanımla istihdamı, katma değer sağlayan üretimi, eş anlı olarak da vergide adaleti ve ücretlerde hakkaniyeti programa almak ve nesnel olarak halkla paylaşmak zorundadır… Bunu başaran siyaset,, seçimden önce halkın gönlünü kazanır ve seçim başarımı da elbet bunu izler…

İşte tüm bu olgular ışığında, istediği kadar “bloklu”, “barajlı” olsun, gelecek seçimleri, emeklilere saygı besleyen, gençlere umut aşılayan, dünyayı doğru okuyan, ulusal dinamikleri ve ihtiyaçları kavrayan ve karşılayacak olan siyasal anlayış kazanacaktır…