Şehit anasının yüreğine hançer

Ağıt neden yakılır bilir misiniz? Hiç tanık oldunuz mu, bir acıyı paylaştınız mı... Öyle duygulu sözler öyle nağmeli bir biçimde söylenir ki kendinizi tutamazsınız... içinizi döke döke ağlarsınız... Bazen ağlayıcı bile tutulur... terapi gibi, rahatlarsınız, donup kalmazsınız... acınızı dışa vurdukça, orda bulunan yakınlarınızla paylaştıkça hafiflersiniz. Bir çeşit korunma belki. Kendiliğinden, doğal olarak keşfedilmiş...

Yakınlarınızın kaybı sizi bir yerlerinizden vurur. Yaşına bile bakmaz. 95 yılı ardında bırakmış ananız da olsa.

Dersiniz ki örneğin,

“Neyse çok çekmedi...”

“Neyse elden ayaktan düşmedi, hiç sevmezdi öyle yaşamayı...”

Elbette, “kadere” “alın yazısına” bağlanması da benzer bir arayış.

Gidene sorsanız ne derdi bilinmez, ama siz o çaresizlik içinde aslında kendinize dayanma gücü arıyorsunuz. Bir teselli.

VATAN SAĞOLSUN

Çocuğunuz şehit olmuş.

Yavrumuz.

Gözümüzün nuru.

Deriz ki :

“Vatan sağolsun...!” “Vatanı için canını verirdi, verdi...” “İki gün önce telefon etmişti, şöyle şöyle demişti...” Sanal alemde yazdığı son notlar...

Çünkü o vatan savunması için gitti. Sırtını sıvazladık, gönderdik vatanı için göreve. Canımızdan öte vatanımız bölünmesin diye. O da giderken dedi ki:

“Bizi beklemeyin...”

Karşılama oynayarak gitti şehitliği karşılamaya. Karşısındaki terörist. Karşısındaki vatanını bölmeye kalkışmış emperyalist. Silah arkadaşını daha dün kollarında şehit eden, kentlerinde vatandaşlarını, öğrencilerini, bombalayan terör ! Gözüne gözüne gidiyor.

“Onların tosuncukları gitmiyor, ben neden gideyim...” “aman koşayım da Ortadoğu’nun boşu boşuna batağına saplanayım...” diyor mu?

Biliyor.

Ceketinin arkasından tutup öyle denir mi?

“Afrin’de 52 şehidimizin kanı kurumadı. Toplanmışlar bir grup güruh... Davul zurna, şarkılar kıyamet... Bulunduğumuz apartmanda eğer bir kişi vefat etmişse televizyonu bile açmayız. Bu rezil adamlar ve onları oraya götüren adam, sen eğer yüreğin yetiyorsa... Bir Afrin şehidinin evinin bulunduğu sokaktan geç ve Yaylalar türküsünü söyle bakalım.”

Ne yaptınız Kılıçdaroğlu!

O şehit anasının yüreğine bir hançeri de siz sapladınız!

Bırakın siyaseti; siz o gururla evinin önüne al bayrağını asan şehit ailesine, Yaylalar türküsünü söyleyerek gururla giden oğullarımıza ne dediniz!

‘KULLANILMAYIN’ ‘EMPERYALİZME KARŞI DURMAYIN’

Arkasından siyaseti salt iktidar partisiyle didişmek konumundan gören ötekisi de geldi:

“Partisinin metal yorgunluğunun bitirilmesiyle ilgili olarak, nasıl kahraman ordumuz bir manivela olarak kullanıldıysa, bu sefer de benzer bir magazinsel bir tavır. Ben öncelikle Sayın Erdoğan’a yakıştıramadım. Götürülen insanlarla ilgili olarak çok tartışma oldu. Biz iktidar olduğumuzda bu sanatçılara selam vermeyeceğiz...”

Ne dedi?

Senin oğlun AKP’nin “metal yorgunluğunun bitirilmesi için boşu boşuna öldü, gitti...”

Gideceklere, cephede canını vermeye hazır olanlara Akşener’in mesajı ne?

Ayrıca o sanatçılar açılıp saçıldıklarında, PKK’ya destek verdiklerinde selam vermekte bir sakınca görmüyorlardı ama... Hassasiyet orada değil.

Hassasiyet emperyalizme karşı vatan birliğinde bütünlüğünde değil. Cezaevindeki liderine ziyarette.

Bölücü ve irticacı terör örgütünün “demokratik” haklarında.

Ne vatanı düşünen var, ne vatandaşını.

Böyle sorumsuzluk olur mu?

Siyaset vatanı bağımsız, vatandaşı özgür yaşabilsin diye doğru zaman ve yerde “ölmeyi emretmeyi” bilmektedir.

Elbette, hedefiniz bağımsızlık ve özgürlük ise!

***

MİLLÎ SIR!

Eğilin kulağınıza bu hafta bir sır vereyim. 84 yıl öncesinden bir sır. 12 Nisan 1934’te Halk Fırkası Umumi Katibi (Genel Sekreteri), Kütahya Mebusu Recep (Peker) Bey Üniversite İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde verdiği derste öğrencilerine Gazi Mustafa Kemal’den aktarmış.

Bir dinleyin bakalım bugün de işimize yarar mı?

Haber gazetede şöyle yer almış:

“[...] Bütün bu teorik tariflerimize göre Osmanlı İmparatorluğu’nun bağımsızlıktan nasibi ne idi? Kapitülasyon prangası, imparatorluğu bağımsızlık şartları noktasından en aşağılık vaziyete düşürmüştür. Osmanlı Devleti son asırda o hale gelmişti ki, bağımsız olduğuna yalnız iki alamet kalmıştı:

“Padişah namına hutbe okunur, sikke basılırdı!

“Memleket içinde tebaa sınıf sınıftı, imtiyazları vardı, hamileri vardı. Türk milleti imparatorluğun aslî unsuru olduğu halde, bu koskoca, fakat kof gövdenin içinde sıfır olacak vaziyete gelmişti. Fakat bu asil millet, tarihin en büyük harikasını gösterdi.”

Recep Bey, “bütün bu yokluk alemi içinde şevketle yükselen, modern ve şerefli bir devlet kurmanın, sermayesini nerede bulduğu” hakkındaki soruya, Gazi Mustafa Kemal’in şu cevabı verdiğini söylüyor:

“Bu bir milli sırdır, ben bu sırrı, bir ferdi, bir evladı olduğum Türk milletinin kanında keşfettim!”

İşte büyük sır bu!

Bu “keşif” başarıya götürüyor.

Atatürk gördüğü için, Atatürk oluyor!

Türk milletinin yüzyıllık bağımsızlık mücadelesi.

Anadolu ve Rumeli toprağının kültürel genleri.

Devletler yıkmış, devletler kurmuş birikim.

Büyük sır burada.

BAĞIMSIZLIK VE İNKILAP

Recep Bey derse devam ediyor:

“Türkiye bugün parmakla gösterilecek kıymeti, kuvveti, teknik ve ilmî şartlarıyla, tam manasıyla bağımsızlığına sahip olan başlıca bağımsız devletlerden birisidir!”

Ancak Halk Fırkası Genel Sekreterine göre, “bağımsızlık kavramının inkılap kavramına bağlanması lazım geliyor. Bilhassa Türkiye’de biri ötekisiz olamaz. Bağımsızlık davasının başına inkılap heyecanıyla geçenler, sadece düşmanı sınırlardan dışarı atmak gibi bir gaye takip etselerdi, zafere rağmen vaziyet Osmanlı İmparatorluğu’nun aynı olacaktı”.

“İnkılabı da bağımsızlıksız addetmek mümkün olamayacağını” söyleyen Recep Bey, “bağımsızlık kazanılmasaydı sınırımız, sayımız ve servetimiz ne olursa olsun bugünkü kıymet, şeref, azamet ve ehemmiyeti bulamayacağımızı” anlatıyor ve ekliyor:

“Bunların ikisi de, inkılap ve bağımsızlık da karşılıklı olarak ele alınırsa, biri tehlikeye girince diğerinin tehlikeye düşeceği kolayca anlaşılır. Bunların muhafazası için bütün bir milletin daimi bir uyanıklık silahını kesintisiz olarak kullanması lazımdır”.

Buradan da görevimizi çıkarıyoruz.

İnkılap ve ve bağımsızlığımızı korumak için sürekli uyanık olacağız. Hem de kesintisiz! Hem de bir silah gibi kullanacağız. Elimizden hiç bırakmayacağız.!

Halk Fırkası Genel Sekreteri, konferansının sonunda Nutuk’un son satırlarını hatırlatıyor ve gençliğin bu mukaddes emanete karşı damarlarındaki asil kandan kuvvet alarak vazifesini yapacağını söylüyor.

İşte onun için gençliğimize gözümüz gibi bakıyoruz

Emanet emin ellerde.