‘Şeytan’ın ‘Truva atı’ 'Zirve'de

Geçtiğimiz 12 Ocak’ta vizyona giren pek çok yeni sinema filmi arasında, dram; gizem; gerilim türünde en çok merak uyandıran filmlerden birinin, Türkçe adıyla “Zirve”; orjinal adıyla “La Cordillera” (İngilizce “The Summit” ) olduğunu söyleyebiliriz.

Arjantin, İspanyol ve Fransız ortak yapımı film, dünya petrol otoritelerine karşı, alternatif bir “Latin Amerika Petrol Birliği”nin kurulması gibi, iddialı bir politik kurguyu; bir devlet başkanının kişiliğine odaklayarak, psikolojik bir gerilim içinde seyirciye sunuyor.


Arjantin’de önemli bir gişe başarısı yakalayan filmin, gişe kriterleri içinde “politika ve psikoloji” ilişkisini anlatma denemesi içinde mi değerlendirilebileceği; yoksa akıllara getirdiği politik olasılıklar çerçevesinde mi not verebileceği; seyircinin algısına göre değişebilecek gibi görünüyor.

Film, ana karakter Arjantin Cumhurbaşkanı olan “Hernán Blanco”nun (Ricardo Darín), 11 Latin Amerika ülkesinin (Arjantin, Brezilya, Meksika, Şili, Paraguay, Bolivya, Uruguay, Kolombiya, Peru, Venezuela, Ekvador) devlet başkanının buluşacağı zirve için, Şili’ye gitmesiyle başlıyor. Blanco’nun omuzlarında, zirvedeki gözde devlet başkanlarına karşı; kendisi için ülkesindeki medyada oluşmuş, “silik” ve “kimliği belirsiz” başkan imajının ağırlığı vardır.

Brezilya’nın, sömürü karşıtı söylem ve icraatlarıyla, halkının büyük desteğini alan muhalif devlet başkanı “Oliveira Prete”nin (Leonardo Franco), bütün dikkatleri ve ağırlığı üzerine çektiği zirvede; perde arkasında onun karşısında duran bir ittifak oluştuğu ortaya çıkar.

Meksika Devlet Başkanı “Sebastián Sastre”nin (Daniel Gimenez Cacho – “Zama” filminin yıldız oyuncusu) başını çektiği bu blok için; Blanco’nun silik kişiliği, onun ne yönde hareket edeceğinin belirsizliği dolayısıyla önem kazanmıştır.

Diğer yandan, Blanco’nun psikolojik sorunlar yaşadığı için göz kulak olmak istediği kızı “Marina” (Dolares Fonzi),babasının çağrısıyla zirvenin yapıldığı And Dağları’ndaki otele gelmiştir. Marina’nın, aniden burada yaşadığı sinir krizi, filmin seyrini bu noktada, politik gündemden uzaklaştırıp; Blanco’nun aile ilişkilerine ve geçmişine odaklamaya başlar.

Seyircinin bulmaca parçaları gibi, akıl yürüterek çözmeye çalışacağı olaylar arasında, bir yandan da zirvedeki saflar ve odaklar keskinleşir.

Brezilya’nın başını çektiği, Latin Amerika ülkelerinin birliği karşısında, başından beri ne yapacağı merakla beklenen “Yankiler”in, (filmdeki adlandırması bu) planladığı “Truva atı”, bir kurgu senaryo içinde, zirveye getirilecektir.

Planı, kapalı kapılar ardında açıkça, ABD’nin resmi temsilcisi “Dereck McKinley” (Christian Slater) anlatacaktır. Blanco’nun bu dakikada takınacağı kritik tutum ise gizlediği karakteri açığa çıkaran sahne olacaktır.

Güçlü bir politik zeminde, psikolojik bir gerilimi daha baskın şekilde anlatmak; kimilerince, filmin arka planında kalan ve daha güçlü olan politik iddiasını zayıflattığı yönünde eleştirilebilir.

Bununla birlikte, filmdeki sinematografik görsel soyutlamalar (atlar, dağlar, yollar, kapalı mekanlar) ve Blanco’nun bir gazeteci ile yaptığı röportaj sırasında anlattığı çocukluk rüyası hikayesinde geçen “şeytan” imgelemesi ile yapılan psikolojik göndermeler; film boyunca, olayları kavramak isteyen seyircinin ilgisini ayakta tutuyor.

Filmin akışında ilerleyen mistisizmin beslendiği kaynaklar ise son dönemde ilgi gören psikolojik teoremlerden biri olan “trajedilerin sonraki kuşaklara mirası” tezi ile; tedavi amaçlı olarak kullanılan “hipnoz” gibi bilinçaltı psikolojik çözümlemelerle temellendiriliyor.

İlk gösterimi geçtiğimiz yıl Mayıs ayında Cannes Film Festivali’nde gerçekleşen film, festivalin, “Belirli Bir Bakış Ödülü”ne “aday” gösterilmiş, ancak ödülü alamamıştı.

O tarihten bu yana filmin, dünya çapında pek çok festival ve ödül için, halen adaylık yarışında olduğu da gözlemleniyor. Cannes’ten sonra, Toronto, Helsinki, Londra, Hamburg, Haifa, Warsavo, Mumbai, Paris ve Torino’nun film festivalleri çerçevesinde de gösterilmiş olan film; İstanbul’da da 29 Eylül - 8 Ekim tarihleri arasındaki Film Ekimi’nde, ona ayrılan kısa sürede izlenebilmişti.

Buna mukabil filmin IBDb puanı, şimdilik halen 6,3 dolayında görülüyor. Seyircilerin yüzde 60’ı, beğenisini belirtmiş. Türkiye’deki pek çok sinema otoritesi kaynaklarında ise halen yüksek not oranlaması alabilmiş görünmüyor.

Oysa filmin cazibesini artıran en önemli unsurlarından biri de Arjantin’in ünlü aktör Ricardo Darín. 1957 doğumlu Darín’in, şimdiye kadar filmlerinde oluşturduğu seyirci kitlesi için, bu film merakla beklenen filmlerden biri idi.

“Gözlerindeki Sır”, “Dokuz Kraliçe”, “Asabiyim Ben”, “XXY”, “Cinayet Tezi”, “Balerin ve Hırsız” filmlerindeki oyunculuğu ile, kimilerince efsaneleşen Darín’in sevenleri; bu filmde de onun, Arjantin’in gizemli devlet başkanı rolünün üstesinden gayet başarılı biçimde geldiğini görebilir.

Bakalım önümüzdeki süreçte, filmin hem yönetmenliğini yapan, hem de senaryosunu yazan 1980 doğumlu yönetmen Santiago Mitre, katıldığı başka festivallerden ödül alabilecek mi? Daha önce, “Paulina” filmi ile uluslararası alanda iki ödül kazanmış yönetmene, senaryo yazımında, Mariano Llinás da eşlik ediyor ve bu alandaki ödüllerin adaylığını onunla paylaşıyor.

Oyunculuk başarıları ile öne çıkan Ricardo Darín ve Dolores Fonzi de yarışmalarda en iyi oyuncu ödülleri için, adaylar arasındalar. Filmin müziklerini besteleyen Alberto Iglesias da daha önce pek çok kez kazandığı “en iyi özgün müzik” dalındaki ödüllere bu filmdeki adaylığı ile de yeni ödüller beklentisi içinde. Kazanıp kazanamayacaklarını zaman belirleyecek.

Bu anlatımların üzerine, filmi izlemek isteyenlere küçük bir sürpriz olarak, Marks’ın işçiler üzerine söylediği bir sözün de senaryoda beklenmedik şekilde geçtiğini belirtelim; ama ayrıntıların tadını, seyirciye bırakalım.

İyi seyirler dileğiyle…