TUROVA KAZISI

Canlı bir ticaret merkezi olan Çanakkale Boğazına; 1847’lerde, İngiliz ve diğer Hristiyan-Avrupalı Levantenlerin fakir ülkelerinden, verimli ve karlı Osmanlı deniz kıyılarına göç ettikleri yıllardır. Maltalı fakir İngiliz soylusu Calvert’lerin oğlu Fredrich, Biga yarımadasında, içinde Hisarlık Tepesi de olan 8 milyon dönüm araziyi almıştır. Küçük kardeş Frank 1863-1874 Frank Calvert Pınarbaşı, Hisarlık’ta küçük çaplı kazılarla Homer destanındaki ünlü kent Turova’yı aramaya başlar. Sonra peş peşe kazılar devam eder. 1870-1874, Schliemann sondaj ve kazı sezonu, Hisarlık Tepesi. Eserler İstanbul, Atina, Berlin Müzelerindedir (II. Dünya savaşında savaş tazminatı olarak hazine ve eserlerin bir kısmı kaybolur, diğer kısmı da Ruslar tarafından savaş ganimeti olarak alınmış bu eserlerin 1994’te St. Petersburg Ermitaj/Hermitage Müzesinde, bir kısmının da Moskova’daki Puşkin Müzesinde sergileneceği duyurulur). 1924’te Alman arkeolog Wilhelm Dörpfeld, Oscar Mey ve Martin Chede, Üvecik tepesindeki mezarlar ve Beşik Koyu denilen Turova limanında kazılar yapar. Atatürk’ün hayatta olduğu 1932-1938 yıllarında Carl W. Blegen (Cincinati Üniv. ABD), 46 tane yapı evresi bulur. Kazıya 1938-1988 arasında 50 yıl ara verilir. 1988-2004’te Tübingen Üniversitesinden, 2005’teki vefatına kadar Manfred Osman Korfmann kazılara devam eder ve yerini Ch. Brian Rose’a bırakır. Bu sürede gittikçe çoğalan kalıcı ekip 180 kişiyi bulmuş, 20 ülkeden 350 bilim insanı, kazıyı ziyaret etmiş, içlerinden 120’si 6000 sayfadan fazla bilimsel yayın yapmıştır. 2005-2012 arasında, kazıya devam eden Prof. Dr. Ernst Pernieka ve Dr. Peter Jablonka’nın ardından Tübingen Üniversitesi kazıdan çekilir. Böylece ilk defa Türkler, 2013’ten bu yana Çanakkale Üniversitesinden Arkeolog Prof. Dr. Rüstem Aslan ve ekibiyle kazılara başarıyla devam etmektedir.

Sofia Schliemann*

İLK BULGULAR

Schliemann ve Dörpfeld, Turova’da 9 yerleşim katmanı olduğunu belirler. Türk vatandaşlığına geçen Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann döneminde keşfedilen 10. katmandan da eski olan ve Troya-0 diye adlandırdıkları bir katmanın daha olduğu tespit edilir. Bu bilgiyi 40 kişilik bir ekiple Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden Prof. Dr. Rüstem Aslan da 2019 yılında bildirince Turova’nın varlığı 600 yıl geriye gider. 2023’te kazılar 160. yılını doldurmaktadır. Böylece Türkiye’nin bu antik kentinin varlığı 5500 yıl öncesine yani Tunç çağından da önceye MÖ 3500 yılına gider.

Prof. Blegen’in ilk bulduğu eser, insan başlı bir kabartma levhasıdır. Ne Ege’nin batısındakilere ne de Turova’nın doğusundakilere benzer. Yani yerel bir özellik taşır. 1937 kazılarında ortaya çıkartılan 6F evi; her sırada beşer tane olmak üzere iki tane taştan sütun kaidesi olan bu yapının Ege Bölgesi’nde benzeri yoktur. Ama Orta Anadolu Hatti/Eti Türkleri Mimarisi ile benzeşir (Blegen,Turova Hafriyatı, 1937, ttk.gov.tr s.271-281). Bu da Turova’lılar ve Eti Türkleri arasında yapılan Barış Antlaşmasına göre bir Anadolu birliğinin varlığını gösterir. 6G Evi ise megaron denilen dikdörtgen, girişte sütunları olan revnaklı ve içteki odalarında ocak bulunan yine sütunlu bir mekâna açılan kapıları olan evler ise kanımca tek odalı ve çatısından girilen Çatalhöyük evlerinin devamıdır. VI. Yerleşim katmanı MÖ 1300’de şiddetli bir depremle yıkılışının izlerini taşır. VII. Yerleşimde, yaklaşık MÖ 1200 yıllarında kararmış ve yanmış duvarlarıyla Miken Beyi Agamemnon’un ordusu tarafından yapılan tahribatın izleri görülür. Burası İzmirli Homer’in İlyada adlı eserindeki coğrafi betimlemeye uygun, Kral Priam ve oğullarının yaşadığı yerdir. Hazine Kataloğuna göre envanterde bulunan eserler şunlardır: Bir bakır kalkan, kulplu bakır kazan, bir bakır eşya, bir göğüslük, iki altın taç içeren bir gümüş vazo, 8750 altın yüzük, düğme ve diğer küçük nesneler, altı tane altın bilezik, iki altın kadeh, bakır vazo, bir dövme altın şişe, iki altın kupa, bir dizi kırmızı pişmiş toprak kadeh, bir elekturum fincan (altın ve gümüş ve bakır karışımı), altı dövme gümüş bıçak ağzı, erimiş bakır parçaları ile üç gümüş vazo, bir sürü gümüş kupa ve vazo, on üç bakır mızrak başı, 14 bakır mızrak başı, on dört bakır ekseni, yedi bakır kama, bir göğüs tuşu ile diğer bazı bakır eserler, erimiş bakır parçaları ile üç gümüş vazo, on üç bakır mızrak başı, dövme gümüş ağızlı altı bıçak. II. Dünya Savaşında savaş tazminatı olarak alınan bu hazinenin bir kısmının St. Petersburg’daki Hermitage Müzesinde, diğer kısmının da Puşkin Müzesinde olduğu ve sergileneceği 1993’te duyurulmuştur.

TÜRK TOPRAĞI

Sanat Gazetesinin 1 Aralık 1994 tarihindeki 42. sayısına göre; Rusya’nın duyurusuna özellikle İngiliz arkeologlar memnun olur. Geliştirilen son tekniklerle bulundukları zaman üzerlerinde kalan toz ve kırmızı Turova toprağı ile saklanmış bu hazinenin temizlenmesi ve incelenmesiyle Turova’lılar hakkında pek çok ipucu elde edilecektir. Bunlar arasında toprağın niteliği, aynı soydan gelen insanların tekrar eden parmak izlerinin incelenerek hangi sülaleden olduklarının incelemesi, kurbanlar nedeniyle oluşan kan izlerinin incelenmesi, dini ayinler sırasında kral veya rahiplerden dökülen saç kepeklerine göre DNA analizi yapılabilmesi vardır. Ancak gazete bu haberin sonunda şöyle yazmaktadır: “Eserler sergileneceğine göre artık hangi ülkeye ait olduklarının önemi kalmamıştır”. Reddettiğim bu görüş, alışıla gelen ve iyi niyetli olmayan bir Hristiyan-Avrupa siyasetidir. Turova eserleri Çanakkale’ye ve Türklere aittir. Turova hem Türk boyu hem de Türk Toprağı anlamına gelir.